"İ’lem eyyühe’l-aziz! Cenâb-ı Hak seni ademden vücuda ve vücudun pek çok eşkâl ve vaziyetlerinden en yükseği Müslim sıfatı ile insan suretine getirmiştir..." Devamıyla izah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
"İ’lem Eyyühe’l-Azîz! Cenab-ı Hak seni ademden vücuda ve vücudun pek çok eşkal ve vaziyetlerinden en yükseği Müslim sıfatıyla insan sûretine getirmiştir. Mebde-i hareketin ile son aldığın sûret arasında müteaddid vaziyetlerin, menzillerin ve etvâr ve ahvâlin her birisi sana ait nimetler defterine kaydedilmiştir. Bu itibarla, senin geçirmiş olduğun zaman şeridine elmas gibi nimetler dizilmiş, tam bir gerdanlık veya nimetlerin envâına bir fihriste şeklini veriyor."(1)
Bu derste, biri tefekkür, diğeri şükür olmak üzere iki temel mesaj üzerinde duruluyor. “Senin geçirmiş olduğun zaman şeridine elmas gibi nimetler dizilmiş” cümlesi, bize küllî şükür dersi veriyor. Yâni, şükrümüzü sadece şu anda elde ettiğimiz bir nimet yahut hemen yediğimiz bir nimet ile sınırlandırmayıp mâziye de yaymamız gerektiğine dikkat çekiliyor. Bu yolculuğun bazı safhaları, tavırları, halleri de var. Meselâ, ana rahmi bu yolculuğun çok ehemmiyetli bir safhası. O dokuz ayda geçirdiğimiz her safha, bunların her birinde bize takılan yeni nimetler, başka haller, dünyaya adım attığımızda süt nimetini hazır bulmamız düşünüldüğünde “tam bir gerdanlık veya nimetlerin envâına bir fihriste şeklini veriyor.”
Mazhar olduğumuz ilk ve en büyük nimet ademden vücûda gelmek, yâni yokluk karanlıklarından kurtulup var olmak, en son mazhar olduğumuz nimet ise, “Müslim sıfatıyla insan olmak”tır.
Bu iki uç nokta arasında hadsiz varlık çeşitleri mevcuttur ve biz onlardan herhangi birine mazhar olabilirdik. Yoklukta kalmadığımız gibi, cansız, bitki ve hayvan değil de doğrudan insan olmuşuz ve Üstad Hazretlerinin “insaniyet-i Kübra” dediği Müslümanlık şerefine nail olmuşuz.
“Vücûd mes'uldür, adem ise mes'ul değildir.”
Bütün bu nimetlerin bize mazide ulaştığı ve onlardan istifade ettiğimiz bir vakıadır. Henüz ulaşmadığımız ve istikbalde erebileceğimiz makamlar ve tadabileceğimiz nimetler ise şu anda mevcut değildir, adem âlemindedir. Onlara ulaştığımız takdirde onlar da vücud âlemine dahil olmuş olurlar. O halde biz onlara şükretmekten şu anda mes’ul değiliz, ama kavuştuğumuz ihsanlar vücuttur, yâni var olmuşlar, bize tattırılmışlardır, bunlara şükretmekle mükellefiz.
Nimet, şükrü gerektirdiğine göre, bunların her biri için ayrı bir şükür borcumuz var demektir. Ancak, insan olup, belli bir aklî kemale kavuşuncaya kadar bu nimetleri bilecek ve onlara şükredecek halde değildik. Öyle ise, şimdi akıl ve hayal nimetlerini birlikte kullanarak bütün bu İlâhî ihsanları düşünelim ve hayal edelim. Ve “Mâzide şükrünü edâ etmediğin nimetlerin şükrünü kaza etmek lâzımdır” ikazına kulak vererek mâzide yapamadığımız şükürleri kaza edelim.
"Binaenaleyh geçirmiş olduğun vücudun her menzilinde ve vaziyetinde, etvârında, ahvâlinde: 'Nasıl bu nimete vâsıl oldun? Ne ile müstehak oldun? Ve şükründe bulundun mu?' diye suale çekileceksin. Çünkü vukua gelen haller suale tâbidir. Amma imkânda kalıp vukua gelmeyen şeyler suale tâbi değildir. Geçirmiş olduğun ahvâl, vukuattır. Gelecek ahvâlin ademdir."(2)
Bizler yaradılış itibariyle çok basit bir şeyden halk edilmişiz. Bize verilen bütün nimetler Allah’ın ihsanı ve ikramıdır. Bizler kesbimizle ve gayretimizle bu nimetleri elde etmiş de değiliz.
Bize hayır isabet edince Allah'tan, bize zarar ve kötülükler de gelince nefsimizden bilmeliyiz.
Bediüzzaman Hazretleri Barla Lahikasında konuyu şu şekilde ele alıyor:
"Ey insan ve ey nefsim, muhakkak bil ki: Cenab-ı Hakk'ın sana in'âm ettiği vücudun, cismin, âzaların, malın ve hayvânâtın ibâhadır, temlik değildir. Yani, istifaden için kendi mülkünü senin eline vermiş, istifade et diye ibâha etmiş. Senin gibi, idare etmekten hakikaten âciz ve tedbirden cidden câhil bir şahsa temlik etmemiş. Çünkü mülk olarak verseydi, idaresini sana bırakmak lâzım gelirdi. Acaba en kolay, en zahir ve daire-i ihtiyar ve şuurda dahil olan bir midenin idaresini yapamadığın halde, nasıl göz ve kulak gibi daire-i ihtiyar ve şuurun haricinde idare isteyen şeylere mâlik olabilirsin?"(3)
"Öyle ise, mâzide şükrünü edâ etmediğin nimetlerin şükrünü kaza etmek lâzımdır."
Bu cümleyi iki şekilde anlamak mümkündür:
Birisi; namaz küllî bir şükür olduğu için, mazide kılınmayan namazların kaza edilmesi, aynı zamanda şükrün de kaza edilmesi mânasına gelir. Yani kılamadığımız her bir farz namaz, şükürsüzlük, eda ettiğimiz her farz namaz, küllî bir şükürdür. Öyle ise mazide kılmadığımız namazları kaza edersek, şükürleri de bir cihetle kaza etmiş sayılırız.
İkinci bir mana olarak; geçmişte gaflet ve ülfet yüzünden nimetleri fark edemediğimiz için şükür etmemiş sayılırız. Nimetlerin Cenab-ı Hakk’ın birer ihsanı olduğunu şimdi düşünüp, bu harika nimetleri mâna-yı harfî ile tefekkür etmemiz de şükürdür. Mazide ihmal ettiğimiz bu tefekkürü ve bu şükrü şimdi kaza etmemiz gerekiyor.
Dipnotlar:
(1) bk. Mesnevi-i Nuriye, Zeylü'l-Habbe.
(2) bk. age.
(3) bk. Barla Lahikası, 251. Mektup.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar