"İ’lem eyyühe’l-aziz! İnsanı havalandırıp baş aşağı felâkete atan şöyle bir hâl var..." Devamıyla izah eder misiniz?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

"İ'lem eyyühe'l-aziz! İnsanı havalandırıp baş aşağı felâkete atan şöyle bir hâl var:"

"İstihkak nazara alınmayarak, Hakkın takdiri hakkında tefrit veya ifrat yapılır. Ve kuvvetine, kıymetine bakılmayarak küçük veya büyük bir yük altına alınır gibi gayr-ı insanî haller insanı insaniyetten düşürür, ya zulme, veya kizbe sevkeder."

"Meselâ, bir fırka askerin mümessili bir nefer, bütün askerlik umûrunu bilmek veya bir katre sudaki timsalinden, şemsin azametini göstermek talebinde bulunmak, en yüksek bir insafsızlıktır. Çünkü vasıfla ittisaf arasında fark vardır. Meselâ, Katredeki timsal, şemsin evsâfını gösterir; ama o evsafla muttasıf olamaz."(1)

Nur Külliyatı’nda adâlet iki kısımda ele alınır.

Birisi; her hak sahibine hakkını vermek, diğeri ise zalimleri cezalandırmak. Buradaki hak sahipleri ifadesinden şunu anlıyoruz: Allah’ın bir mahlûkuna verdiği istidat, mecazî olarak, bir hak gibidir ve o istidadın hakkı ne ise kendisine verilecektir ve veriliyor. Mesela, göze görme istidadı verildiğinden onun hakkı olan ışık kendisine verilir. Her mahlûkta ve her hâdisede bu hakikat tecelli eder. Şu farkla ki, mahlûklarda görünen ihkak-ı hak cilvesini herkes görebildiği halde, hâdiselerdeki tecelliyi herkes göremez.

Misal olarak insan simasını ele alalım. Bu simanın hakkı iki göz, iki kulak vs.dir. Onların yerleri, vazifeleri, büyüklükleri hep adalet üzere gerçekleştirilmiştir. Ama insanın başına gelen bir musibetteki adalet ve rahmet tecellileri aynı berraklıkta görülemediği için bazen; “Hakk'ın takdiri hakkında tefrit veya ifrat yapılır.”

İstihkak; ihkak-ı hak ile yakın mâna taşır. “Bir katre sudaki timsalinden, şemsin azametini göstermek talebinde” bulunan kişi istihkakı nazara almamış olur. O bir damla suda kendi kabiliyetine göre güneşin ışığı tecelli eder ve onu aydınlatır. Şimdi bir adam “Bu damladaki ışık, dünyadan bir milyon üç yüz bin defa büyük olan Güneş'ten gelse, bu kadar az ve sönük olmaz” diye düşünse, büyük bir hataya düşer. Belki de, o ışığın başka şeylerden geldiğini düşünmeye başlar. Hâlbuki aya ışık veren de, denizde tecelli eden de, gözlerin tümünü aydınlatan da aynı güneştir. Ancak o muhteşem güneş, her muhatabına onun seviyesine göre konuşan bir hatip gibi, her varlığa onun kabiliyetine göre ışık vermiştir.

İşte Allah’ın sonsuz kudretinin, nihayetsiz rahmetinin şu sınırlı eşyanın her birinde o şeyin kabiliyetine göre görünmesi, tecelli etmesi de bunun gibidir. Havada uçuşan bir sinekteki kuvvet de, Güneş etrafında seyahat eden bir gezegendeki kuvvet de Allah’ın bir kudret tecellilsidir.

Bu hakikatten gafil olan kimseler ya tefrit veya ifrat ile istikamet çizgisinden çıkarlar.

Üstadın; “Kıl kadar bir şuurla büyük taşları kaldırmak teşebbüsünde bulunma.” (Mesnevî-i Nuriye, Katre) tavsiyesini dinlemezler, kendilerini yorarlar ve takatten düşen akıllarıyla hakikatleri anlamaya güç yetiremeyip yanlış fikirlere yahut batıl inançlara saparlar.

Mutezile bu yanlış bakışın kurbanı olmuştur. Allah’ın sonsuz haşmet ve azametini âdi ve basit şeyler üstünde göremedikleri için "Allah -hâşâ- âdi ve basit şeyler ile iştigal etmez, onlar ancak sebeplerin işidir" diyerek tevhide muhalif bir yola sapmışlardır.

(1) bk. Mesnevî-i Nuriye, Zeylü'l-Habbe.

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

BENZER SORULAR

Yükleniyor...