"İman ve tevhid yolu gayet kısa ve doğru ve müstakîm ve kolaydır ve küfür ve inkâr yolları gayet uzun ve müşkülâtlı ve tehlikelidir." İmtihan sırrı mı bu, neden ehl-i küfür daha çok?
Değerli Kardeşimiz;
“Meselâ: Bir insan, gövdesinin cihat-ı sittesini güneşlendirmek istediği zaman, ya bir Mevlevî gibi dönerek gövdesinin her tarafını güneşe karşı getirir veya güneşi o mesafe-i baîdeden celb ile gövdesinin etrafında döndürecektir. Birinci şık, tevhidin kolaylığına misaldir. İkincisi de, küfrün zahmetlerine misaldir.” (Mesnevi-i Nuriye)
Gövdemizin her tarafını aydınlatmak istiyorsak bunun iki yolu var. Birisi; bir Mevlevi gibi dönüp her tarafımızı güneşe karşı getirir ve aydınlatırız. Yahut biz yerimizde sabit kalarak güneşi tutup kendi etrafımızda döndüreceğiz. İşte şirkin ve küfrün kabul edilmesi, güneşi çevremizde döndürmek kadar zor bir mesele, yani imkânsız.
Bu güzel misali, Tabiat Risalesi’ndeki ilaç yapımıyla alakalı misalden hareketle şöyle değerlendirebiliriz:
Önümüzde bir kâğıt var, üzerinde bir şiir yazılı. Yan tarafta da bir kalem duruyor. Şimdi, “Bu şiiri kim yazdı?” sualimizin cevabı açıktır: Bir şair, şu kalemi kullanarak bu kâğıda sanatını ve maharetini dökmüş.
Kolay ve makul olan yol budur.
İkinci yol: Şiiri kalemin yazdığını söylemektir. Bu takdirde, o cansız kaleme bir hayat, bir irade, bir kudret ve ayrıca şairlik meziyeti yüklememiz gerekecektir. İşte bu yol güneşi kendi etrafımızda döndürmek kadar zor kabul edilebilecek bir ihtimaldir.
Konunun devamında, “Şirk bu kadar zahmetli olduğu halde ne için kâfirler kabul ediyorlar?” sualine cevap verilir.
“Sual: Şirk bu kadar zahmetli olduğu halde ne için kâfirler kabul ediyorlar?
Cevab: Kasden ve bizzât kimse küfrü kabul etmez. Yalnız şirk heva-i nefislerine yapışır. Onlar da içine düşer; mülevves, pis olurlar. Ondan çıkması müşkilleşir. İman ise, kasden ve bizzât takib ve kabul edilmekle kalbin içine bırakılır.” (Mesnevi-i Nuriye)
Hiç kimse, kasten, yani küfre girmeyi maksat edinerek, o yolda çalışarak küfrü kabul etmez. Ancak, nefsin arzularını tatminle iktifa eden kişi, zamanla o pis havaya alışır ve temiz havadan rahatsızlık duymaya başlar. Böyle bir nefis, artık şirk ve küfür yoluna girmiş demektir. Tövbe etmediği takdirde sonu küfür ve şirk bataklığına düşmektir.
Bir hadis-i şerifte; “Her işlenen günahın kalpte bir kara leke meydana getirdiği” haber verilir. Tövbe edilmediği ve günaha devam edildiği takdirde, bu leke büyüyerek bütün kalbi sarar. Artık böyle bir kalbin küfür ve şirk yoluna girmesi çok kolay olur.
Bu adam başlangıçta, kasten ve bizzat “Ben kâfir olacağım.” diye yola çıkmış değildi. Ama devamlı günah işliyor, haramlara giriyor, kötü arkadaşlar ediniyordu. Böylece her geçen gün ruhu biraz daha kirleniyordu. “Sohbette insibağ (boyanma) vardır.” düsturuna binaen, bu adam da haramlarla boyandıkça kalbini karartıyordu.
Yani, o kişi yanlış yola girerken “Ben kalbimi siyahlandıracağım.” diye niyet etmemişti, fakat günah işledikçe, haramlara girdikçe kalbi katılaşmış ve kararmıştı.
Küfür ve inkâr, insan zihninin üstünde düşünüp bizzat bütün yönlerini inceleyerek ve kabul ederek inandığı bir şey değildir. Yani kâfirin aklı ve fikri küfür üstünde hareket etmiyor. Bir cihetle müşteri nazarı ile bakmıyor, incelemiyor. Küfür, kâfir için sadece kendini aldatmak ve avutmak sadedinde imal ettiği bahane ve sebeplerdir.
Küfür ve inkâr ya bir inattan ya peşin hükümden ya cehaletten, ya bir dikkatsizlik yüzünden, ya taassubtan, ya da ihatasızlıktan gelen mecburi bir kabulleniştir.
İman ise, akıl ve fikrin hareketinden ve tefekküründen hâsıl olan bir haldir. Yani mü’min imanı kabul ederken, her cihetini ölçüp biçip öyle kabul ediyor. Onun sebeplerini makul ve kabul edilebilir olduğunu gördüğü için imana geliyor. Allah’ın varlığına ve birliğine işaret eden sayısız delilleri görüyor, okuyor ve ondan sonra iman ediyor.
Diğer bir cihet, kâfirlerin inkâr ediş sebepleri aynı değildir. Her bir kâfir kümesi farklı mülahaza ve fikirlerle inkâra girmişler. Bu yüzden, yeryüzünde bir noktaya bakıp iman edenlerin sayısı, farklı noktalara bakıp inkâr edenlerin sayısından fazladır. Yani dünyada kâfirler değil, iman edenler ekseriyettedir. Hatta Hristiyan ve Yahudiler de iman edenlere bu konuda takviye ediyorlar. Çünkü onlar imanın altı esasını esas itibarı ile inkâr etmiyorlar, sadece Allah’a uygun olmayan sıfatları verdikleri için kâfir oluyorlar.
Dolayısı ile sizin ifade etiğiniz "kâfirler inkâr bakımından ekseriyette" tabiri doğru değil, çünkü onlar azınlıktadırlar. Şayet yeryüzündeki bütün kâfirler aynı sebepten dolayı inkârda ittifak etmiş olsalardı, o zaman sizin ifadenizde bir doğruluk payı olurdu.
Gökteki hilali inkâr edenlerin inkâr sebepleri muhteliftir. Kimisi buluttan göremediği için hilal yoktur der, kimisi ben görmek istemiyorum der, kimisi gözü göremediği için yoktur der vs. Her birinin inkâr sebebi diğerininkinden farklı olduğu için te’yid ve takviye edemezler.
"Ey kâfirlerin çokluklarından ve onların bazı hakaik-i imaniyenin inkârındaki ittifaklarından telâşa düşen ve itikadını bozan biçare insan! Bil ki, kıymet ve ehemmiyet, kemiyette ve adet çokluğunda değil." (17. Lem’a)
Üstad Hazretleri, kâfirlerin farklı sebeplerle küfre düştüklerine işaret ediyor.
Kâfirlerin inkâr sebepleri muhteliftir. Kimi inadından, kimi hasetliğinden, kimi ibadet yükünden kurtulmak için inkâr eder. Kimi Allah’ın varlığına ve birliğine delil olan işaretleri okuyamadığı için inkâr eder, kimi de örf ve adetlerine körü körüne bağlı olduğu için inkâr eder… Her biri, farklı sebeplerden dolayı inkâr ediyorlar. Bu yüzden, kâfirlerin çokluğu küfürleri üzerinde bir ittifak ve kuvvet meydana getirmiyor. Hatta kâfirler kendi aralarında da birbirlerine düşmandırlar. Felsefenin tez, antitez ve sentez metodu buna şahittir. Yani felsefî ekollerin çoğu birbirlerine alternatif ve zıttırlar. Bir filozof, fikirlerini diğer filozofun tezlerinin çürütülmesi üzerine bina eder. Onların tek müşterek noktası inkârdır, ama inkâr etme sebepleri çok farklı ve birbirlerine zıttır. Öyle ise inkâr edenlerin inkâr etmelerinde bir kuvvet ve bir hakikat yoktur.
Ama ehl-i iman ise; “Benim nazarımda bu hak, bu doğrudur" demiyor, aynı noktaya, aynı hakikate bakıp iman ediyorlar. İman edenlerin sebepleri aynıdır. Kâfirlerin küfür sebepleri ise birbirinden farklıdır.
Bir de mühim olan kemiyet değil, keyfiyettir. Kemiyet; adet çokluğu, keyfiyet ise kalite demektir. Her taş taştır, ama inci, mercan, yakut ve elmas faklıdır, kıymetlidir ve her yerde bulunmazlar.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar