"İşte, derecâta göre bir âmî, bir çekirdek kadar bu kudsî hakikatten hisse alsa, ruhen terakki etmiş bir kâmil insan, bir hurma ağacı kadar hisse alır." Haşiyeyi izah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
"HAŞİYE: İşte, derecâta göre bir âmî, bir çekirdek kadar bu kudsî hakikatten hisse alsa, ruhen terakki etmiş bir kâmil insan, bir hurma ağacı kadar hisse alır. Fakat daha terakki etmeyen bir adam Fâtiha okurken bu mânâları kasten hatıra getirmemeli, tâ huzura zarar olmasın. Eğer o makama terakki etse, zaten o mânâlar kendilerini gösterirler."
"HAŞİYECİK: Bu haşiyedeki 'kasten' kelimesinin izahını Üstadımızdan sorduk. Aldığımız cevabı aynen yazıyoruz: (Üçüncü Medrese-i Yusufiyedeki Risale-i Nur talebeleri namına Ceylân) Teşehhüd ve Fâtiha kelimelerinin geniş ve yüksek mânâları kastî değil, belki dolayısıyla meşguliyet ve huzura bir nevi gaflet veren tafsilâtı değil, belki mücmel ve kısa mânâları gafleti dağıtır, ubudiyeti ve münâcâtı parlatır görüyorum. Namazın ve Fâtiha ve teşehhüdün pek yüksek kıymetlerini tam gösterir. İkinci kısmın âhirinde 'kasten meşgul olmamak'tan murad ise: O mânâların tafsilâtıyla bizzat iştigal bazen namazı unutturur, huzura belki dokunur. Yoksa dolayısıyla ve muhtasar bir tarzda büyük faydalarını hissediyorum."(1)
Namazın en büyük erkânı; huşû ve huzurdur. Yani namazda iken, Allah’ın huzurunda olduğunun farkında olunma halidir. Diğer rükünler rükû ve secde gibi, bunlar bu mânaya yardım eden vasıtalar gibidir.
Fatiha’nın manalarını ve hakikatlerini anlamak noktasından, insanların dereceleri muhteliftir. Kimisinin anlama ve istifade derecesi çekirdek gibidir, kimisi ruhen terakki ettiği için ağaç gibi, Fatiha’nın dal budak bütün manalarını birden zihninde toplar ve toparlar.
Ruhen terakki ve tekemmül etmemiş bir insan, Fatiha’nın manalarını anlamak için, kendini zorlayacak ve zamana ihtiyaç duyacaktır. Bu da ister istemez bütün nazarın ve dikkatin, Fatiha’nın manasının üzerine toplanmasına sebep olacaktır. İnsan iki işi bir anda yapabilmesi için, her iki işte de meleke ve maharet sahibi olması gerekir.
Ami ve avam birisi, Fatiha’nın manasını anlamak noktasında, meleke ve maharet sahibi olmadığı için, anlamaya hasr-ı nazar ederse, diğer işi olan namazı unutur. Böylece namazdaki huzur gider, hatta rekâtları da karıştırmaya başlar.
Ama ruhen terakki etmiş bir insan, her iki halde de meleke ve maharet sahibi olduğu için, Fatiha’nın manasını namazdaki huzuru bozmadan düşünebilir. Tıpkı direksiyonu güçlü olan bir şoför ile acemi bir şoför gibi. Usta bir şoför, hem direksiyon kullanır, hem de dikkatini bozmayacak ufak işleri yapabilir. Ama acemi bir şoför direksiyonu kullanırken bir pencereyi bile açmakta zorlanır. Bazen pencere açayım derken, dikkati bozulur ve kaza yapar.
İlimde derinleşmiş, manen terakki etmiş bir âlimin kafasına manalar kendiliğinden gelir, âdeta manalar başına üşüşür. Meleke ve maharet kazanmış büyük zatlar, manayı aramaz, mânalar bu zatlara gelir. Ama terakki ve tekemmül etmemiş birisi mânaların peşinde koşayım derken, kendini kaptırır ve nerede ne işle meşgul olduğunu unutur. Böyle bir insan Fatiha’nın mânasını düşünürken, namazı ve huzuru bozmayacak bir şekilde hülasa ve muhtasar bir şekilde düşünmesi gerekir. Yoksa Fatiha’nın teferruatına dalmak, namazı ve Allah’ın huzurunda olduğunu unutturabilir. Mânalar muhtasar ve mücmel bir şekilde düşünüldüğü zaman, namazın kalitesi ve sevabı da o denli artar.
(1) bk. Şualar, On Beşinci Şua.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar
Akıl ve kalp ruh temelinde işleyen iki duygudur insanı insan yapan asıl değer ve temel esas ruhtur. İman, ibadet ve güzel ahlak ile insan nuraniyet kazanarak ruhun derece-i hayatına ulaşırsa o zaman kamil bir insan olur cesedin sınırlı, maddi ve hantal yapısından kurtularak ruhani bir hayat yaşamaya başlar.
Bilindiği gibi insanın hem bitki hem hayvan hem de insan hayatı söz konusudur. Büyüyüp gelişmesi bitkiler gibi, yiyip içmesi ve şehveti hayvan hayatından haber veriyor. Düşünmesi, inanması, ibadet etmesi, takvası, salih amelleri, güzel ahlakı onun insanlık cihetini ifade ediyor. Ruh ve kalbin gıdaları terakki ve tekâmülleri bu cephede tahakkuk ediyor. Ömrünü bu sahada geçiren insan, ruh ve kalbin hayat derecesine girmiş demektir.
Bir de ruhun cesede galip gelmesi hadisesi var ki, büyük zatların mazhar oldukları bir ulvi şereftir. Bu noktaya gelen insanların icraatları, Üstad Hazretlerinin ifadesiyle “sürat-i ruh mizanıyla” cereyan ediyor. Bu ise, kalp ve ruhun derece-i hayatına girmenin en ileri bir derecesidir.