"Cemîl-i Zülcelâlin bâki âyineleri ve sıfatlarının cilveleri ve hikmetli ef’âlinin vazifedar eserleri ve çok mânidar mektupları olması..." Buranın geçtiği yeri izah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
"Bu Kâinat Sahibinin tezahür-ü rububiyetine ve sermedî ulûhiyetine ve nihayetsiz ihsanatına küllî bir ubûdiyet ve tanıttırmakla mukabele eden Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm, bu kâinatta güneşin lüzumu gibi elzemdir ki, nev-i beşerin üstad-ı ekberi ve büyük peygamberi (a.s.m.) ve Fahr-i Âlem ve لَوْلاَكَ لَوْلاَكَ لَمَا خَلَقْتُ اْلاَفْلاَكَ hitabına mazhar ve hakikat-i Muhammediyesi hem sebeb-i hilkat-i âlem, hem neticesi ve en mükemmel meyvesi olduğu gibi, bu kâinatın hakikî kemâlâtı ve sermedî bir Cemîl-i Zülcelâlin bâki âyineleri ve sıfatlarının cilveleri ve hikmetli ef’âlinin vazifedar eserleri ve çok mânidar mektupları olması ve bâki bir âlemi taşıması ve bütün zîşuurların müştak oldukları bir dâr-ı saadet ve âhireti netice vermesi gibi hakikatleri, hakikat-ı Muhammediye (a.s.m.) ve risalet-i Ahmediye ile tahakkuk ettiğinden, nasıl bu kâinat onun risaletine gayet kuvvetli ve kat’î şehadet eder..."(1)
Bu paragrafı kısa pasajlar halinde şu şekilde izah edebiliriz:
Peygamber Efendimiz (asm) Allah’ın isim ve sıfatlarına mazhar-ı a’zamdır, yani en büyük ve en mükemmel bir aynadır. İnsan, bütün esmaya mazhar bir istidatta yaratılmış olmakla birlikte, Peygamber Efendimiz (asm.) bütün esmaya hem en ileri seviyede, hem de itidal üzere mazhardır. İtidal, bir isme fazla, diğerine noksan değil, hepsine a’zamî derecede mazhar olmak demektir.
Allah O’nun (asm.) yüzü suyu hürmetine diğer varlıkları, arşı, kürsiyi, cenneti hâsılı bütün âlemleri yaratmıştır. Çünkü insanlığı, vesile olduğu hidayeti ile imana ve ibadete tevcih eden ve beka için küllî bir dua ettirmeye sebep olan da O’dur. Yani ahiret ve sonsuz saadet Peygamber Efendimiz (asm)'in küllî duasının bir neticesidir.
Peygamber Efendimiz (asm) kâinat ağacının hem çekirdeği hem de en mükemmel meyvesidir. Çekirdeğidir, çünkü kâinat onun nurundan yaratılmıştır; en mükemmel meyvesidir, çünkü o son peygamber ve son abd-i mümtazdır.
Kâinatın gidişatı ve ahvali dikkatle tetkik ve tahkik edildiğinde, Resul-i Kibriya Efendimiz (asm)'in nübüvvetinin hakkaniyeti ve lüzumu anlaşılır. Çünkü kâinatı okumak ve anlamak ancak onun getirdiği nur ile mümkündür. Eşya, ışık olmadan nasıl görünmüyor ve anlaşılmıyorsa, onun nuru olmadan da kâinatın ahvali ve hâdiselerin hakikati anlaşılmaz. Demek kâinat Habib-i Edib ile mâna kazanıyor.
Peygamber Efendimiz (asm)'in Allah katındaki derecesi, makamı ve itibarı emsalsizdir. Çünkü o Allah’ın bütün ve isim ve sıfatlarına hem mazhar-ı a’zam hem amel ve ibadetçe en ileri hem bütün insanlığın yapmış olduğu iyilik ve ibadetler; "Sebep olan işleyen gibidir" kaidesince, onun amel defterine yazıldığı için, sevap noktasında da yetişilmezdir.
"Madem bu kadar külliyet ve vüs'at ve devam kesb edip lisan-ı istidat ve ihtiyac-ı fıtrî derecesine gelmiş. Elbette o zât-ı Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâm, dua neticesi olarak öyle bir makam ve mertebededir ki, bütün ukûl toplansa, bir akıl olsalar, o makamın hakikatini tamamıyla ihata edemezler." (24.Mektubun 1.Zeyli)
"Muhakkak ki Allah ve melekleri Peygambere salat ederler, ey iman edenler siz de ona salavat getirin ve tam bir teslimiyetle selam verin." (Ahzab Suresi, 33/56)
Ayette de ifade edildiği gibi, her asırda milyonlarca Müslüman, sayısız melekler ve cinler Hazret-i Peygamber Efendimize (asm) günde beş vakit dua ve salavat getiriyorlar. Bu dua ve salavatlardan hâsıl olan bütün sevaplar öyle bir manevî kuvvet oluyor ki; Hazret-i Peygamberi çok yüksek ve yüce bir makama ulaştırıyor. Onun (asm.) bu manevî makamı bütün akıllar toplansa anlamazlar.
Peygamber Efendimiz (asm)'in makamı ve Allah katındaki derecesi kâinatın ve bütün mahlûkatın yaratılmasına bir sebep, hem de bütün ikram ve lütufların kaynağı hükmündedir ki; bu makama Makam-ı Mahmud denilmiştir. Tabiri caiz ise; bu makam Allah’ın sonsuz lütuf ve ihsanını tahrik ediyor ve bütün nimetler bu makamın hürmetine dağıtılıyor.
Allah’ı bilmede, onu hamd ve tesbih etmede en ileri mertebe Allah Resulüne (asm ) aittir. Bütün İlâhî isimlerin en ileri mertebesine de O (asm.) mazhardır. Kâinatın yaratılmasından asıl gaye O’dur. Diğer varlıkların yaptıkları bütün ibadetler, kesbettikleri bütün marifetler ve zevk ettikleri bütün muhabbetler onun yanında ancak bir gölge gibi kalır.
(1) bk. Şualar, On Beşinci Şua.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar
Rabbim Sizlerden razı olsun