"İstidat" ve "Mahiyet" münasebeti ile "Şule-i mahiyet" ne demektir?
Değerli Kardeşimiz;
Mahiyet; bir şeyin ne olduğu, hakikati, aslı, esası ve künhü gibi manalara gelmektedir.
Bir felsefi terim olarak ise; muşahhas ve mevcut bir varlığın, hakikatini ve özünü ifade etmek için kullanılır.
Meselâ; kediyi göstererek ‘Bu nedir?’ diye sorduğumuzda cevabı “kedi” olarak verilecektir. Kedi o hayvanın mahiyetidir. Bu mahiyet mücerrettir, gözle görülmez. Kedinin kendisi ise müşahhastır, gözle görülür. Bir tek kediye de kedi denir, milyarlarca kediye de. Burada da bir ile milyar arasında fark yoktur.
Her şeyin mahiyeti kaderin bir planıdır. O mahiyet bir kalıp görevi yapar ve İlâhî kudret o kalıba göre o varlığın cismini, maddesini yaratır. Elin kalıbı başka, ayağınki başka, güneşinki başka, ağacınki başkadır.
Her şeyin bir sureti bir de mahiyeti vardır. Karşımızda, şekilleri, kat sayıları, metrekareleri, renkleri, mimarî hususiyetleri aynı olan iki bina olsa; “Bunlar nedir?” diye sorulsa. “Bina” diye cevap veririz. Bu cevap binaların suretiyle alâkalıdır. Fakat hakikatte, biri okul, diğeri oteldir.
Mahiyet: İnsanın bütün vasıflarını ve hususiyetlerini ifade eden bir tabirdir.
Meselâ; bir insana, "hüviyetini ver" deseniz, size nüfuz cüzdanını veya bir vesikalık resmini çıkarıp verir. Faraza, "mahiyetini ver" deseniz, kendini vermesi iktiza eder. Zira "mahiyet" dediğimiz zaman, insanın hem sureti hem cismi hem ruhu hem de sair vasıfları işin içine girer.
İstidat: Bir şeyin kabulüne ve kazanılmasına olan fıtrî meyil ve kabiliyet demektir. Allah Teâlâ Hazretlerinin (C.C.) insanlara ve sâir mahlûklara tevdi buyurduğu kabiliyet kuvvelerinin tamamına istidat denir.
Mahiyet, bütün istidatları içine alan ihatalı bir kavram iken; istidat, hususi bir mefhumdur. Her kabiliyet mahiyet-i insandandır, ama mahiyet eşittir istidat demek değildir.
Bir varlığın henüz yaratılmadan Allah’ın ilminde mevcut haline mahiyet deniliyor. O şey yaratıldığında ise hakikat oluyor. Muhyiddin Arabî, ilim dairesindeki bu mevcutlara ayan-ı sabite demektedir.
Buna göre, mahlûkatın kemâlleri Allah’ın ilmindeki mahiyetlerinin kemâline göre gölge gibidir. O mahiyetler de esmâ ve sıfat-ı İlâhîyenin gölgeleridirler. Sıfatların kaynağı şuunat-ı İlâhiyedir ve nihayet bu kemâl tecellilerinin tamamının menbaı Allah’ın mukaddes zâtının kemâlidir. O kemâle nisbeten bütün kemâller zayıf bir gölge gibi kalırlar.
"Âyinede temessül, münkasım dört surete: Ya yalnız hüviyet, ya beraber hâsiyet, ya hüviyet hem şule-i mahiyet, ya mahiyet hüviyet."
"Eğer misal istersen, işte insan ve hem şems, melek ve hem kelime. Kesifin timsalleri, âyinede oluyor birer müteharrik meyyit..."(1)
"Şule-i mahiyet" ise, mahiyetten haber veren ve mahiyetin neden meydana geldiğine işaret eden iz, emare ve alamet demektir.
(1) bk. Sözler, Lemeât.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü