"İttisaf" ve "Vasıf" ne demektir?
Değerli Kardeşimiz;
"İ’lem eyyühe’l-aziz! İnsanı havalandırıp baş aşağı felâkete atan şöyle bir hâl var:"
"İstihkak nazara alınmayarak, Hakkın takdiri hakkında tefrit veya ifrat yapılır. Ve kuvvetine, kıymetine bakılmayarak küçük veya büyük bir yük altına alınır gibi gayr-ı insanî haller insanı insaniyetten düşürür, ya zulme veya kizbe sevkeder."
"Meselâ, bir fırka askerin mümessili bir nefer, bütün askerlik umûrunu bilmek; veya bir katre sudaki timsalinden, şemsin azametini göstermek talebinde bulunmak, en yüksek bir insafsızlıktır. Çünkü, vasıfla ittisaf arasında fark vardır. Meselâ, katredeki timsal, şemsin evsâfını gösterir; ama o evsaf ile muttasıf olamaz."(1)
"Vasıf" sıfat demek, "ittisaf" ise, o sıfat ile tam manası ile sıfatlanmak, tarif etmek manasına geliyor. Mesela, damlada denizin cüzi bir vasfı var, ama denizin tamamı ile muttasıf değildir. Ayna güneşi cüzi bir şekilde üstünde gösterir ki bu vasıf oluyor, ama ben de güneş gibi muttasıfım diyemez, derse ittisaf yapmış oluyor. Bir asker askerliğin cüzi bir vasfını üstünde gösterebilir, ama ben de genelkurmay başkanı gibi muttasıfım diyemez vs...
Kâinatta her şeye hak ettiği değerin verilmesi gerekir. Büyük küçük olamaz, küçük de büyüğün yerini dolduramaz. Bu yüzden, büyük büyüklüğü ile küçük de küçüklüğü ile kıymetlidir. Allah’ın eşyaya verdiği kıymet ve takdiri aynı ile kabul etmek gerekir.
Damla denize işaret edebilir, ama asla denizim diyemez. Asker askerlik münasebeti ile ben ordunun bir mensubuyum diyebilir, ama asla ben orduyum diyemez. Ordunun yapabileceği bir şeyi nefere dayandırmak ne kadar yanlış ise, nefere ait adi bir sıfatı orduya yamamak o kadar hakikati ters yüz etmektir.
Bir damla su güneşin aksini üstünde gösterebilir, ama asla "güneşin o hakiki sıfatı bende de var" diyemez. Bu yüzden, damlada görünen zayıf yansımaya bakarak "güneş bütün haşmet ve azameti ile buradadır" demek tam bir hatadır. Aynı şekilde Allah’ın azamet ve haşmetini adi bir şeyde aramak ve bulamamak ve sonra inkâra sapmak tam bir zulümdür.
O bir damla suda kendi kabiliyetine göre güneşin ışığı tecelli eder ve onu aydınlatır. Şimdi bir adam “Bu damladaki ışık, dünyadan bir milyon üç yüz bin defa büyük olan güneşten gelse, bu kadar az ve sönük olmaz.” diye düşünse büyük bir hataya düşer. Belki de, o ışığın başka şeylerden geldiğini düşünmeye başlar. Hâlbuki Ay’a ışık veren de, denizde tecelli eden de, gözlerin tümünü aydınlatan da aynı güneştir. Ancak o muhteşem güneş, muhatabına seviyesine göre konuşan bir hatip gibi, her varlığa onun kabiliyetine göre ışık vermiştir.
İşte Allah’ın sonsuz kudretinin ve rahmetinin her varlıkta o şeyin kabiliyetine göre görünmesi, tecelli etmesi de bunun gibidir. Havada uçuşan bir sinekteki kuvvet de, güneş etrafında seyahat eden bir gezegendeki kuvvet de Allah’ın kudret tecellilerindendir.
İnsanları zulme ve yalana götüren bu kıymet dengesinin gözetilmemesidir. Mesela, bazı dalkavuklar krala; "sen şöyle aslansın, böyle kaplansın; cihanın tek muktedir padişahısın" deyip, adamı olduğundan daha fazla gösterirler. Kral da onların o takdirine ayak uydurmak için ya zulme girer ya da yalancı bir gösterişe sapar. Hâlbuki kralın gerçek dostu ona gerçek vaziyetini anlatır, o zulme ve yalancı vaziyetlere düşmekten kurtulur. Firavunun ilahlık iddiasında dalkavuk veziri Haman’ın ve yalan tezviratının rolü çok büyüktür.
(1) bk. Mesnevi-i Nuriye, Zeylü'l-Habbe.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü