"Kader" Çeşitleri ve ilgili terimler nelerdir?

"Kader" Çeşitleri ve ilgili terimler nelerdir?
Cevap

Değerli Kardeşimiz;

Kader ikiye ayrılmaktadır: Izdırari kader, ihtiyari kader.

"Izdırari kader" de bizim hiçbir tesirimiz yoktur, o, tamamen irademiz dışında yazılmış ve ihtiyarımızın dışında cereyan etmektedir. Dünyaya geleceğimiz yer, hangi ana babadan olacağımız, boyumuz, göz rengimiz ve kabiliyetlerimiz ızdırari kaderdir. Bunlara kendimiz karar veremediğimiz gibi, bu nevi kaderimizden dolayı mesuliyetimiz de yok.

İkinci kısım kader ise, irademize bağlıdır, yani "ihtiyari kader"dir.

Dünyaya gelen her insan bir kader programına tabidir. İnsanın ne yapacağını, başına ne geleceğini Yüce Allah ezelî ilminde biliyor. Ancak Allah’ın bilmiş olması, insanın o işi yapmasını zorlamaz. Çünkü Allah, insanın önüne sonsuz seçenekler koymuştur. İnsan kendi iradesini kullanarak, hangi yolu tercih ederse, Allah onu yaratır, mesuliyet insana aittir.

Bu kader kulun iradesine göre vuku bulur; kul neyi ister ve neyi ihtiyar ederse Cenab-ı Hak da onu yaratır. Kişi camiye de gitse, şer bir yere de gitse yürümeyi yaratan Allah’tır. İsteyen ve tercih eden kul, yaratan ise Allah’tır.

Mesela; Cenab-ı Hak, meyhaneye gitmenin haram, camiye gitmenin ise faziletli olduğunu insanlara bildirmiş bulunmaktadır. İnsan bedeni ise kendi iradesiyle, her iki yere de gitmeye müsait bir yapıdadır ve tercih etme hürriyeti vardır.

Kâinattaki faaliyetlerde olduğu gibi, beden içindeki faaliyetlerde de insanın iradesi söz konusu değildir. İnsan bedeni, kanun-u külli adı verilen ilahi kanunlarla hareket etmektedir. Fakat onun nereye gideceğinin tayini, insanın irade ve ihtiyarına bırakılmıştır. O hangi düğmeye basarsa, yani nereye gitmek isterse, beden oraya doğru hareket etmekte, dolayısıyla da gideceği yerin mükâfatı veya cezası o insana ait olmaktadır.

Dikkat edilirse, kaderi bahane ederek, “Benim ne suçum var?” diyen kişinin, iradeyi yok saydığı görülür.

- Eğer insan, “rüzgârın önünde sürüklenen bir yaprak” ise, tercih etme hürriyeti ve bunu yapacak kabiliyeti yoksa, yaptığından mesul değilse, o zaman suçun ne manası kalır?

- Böyle diyen kişi, bir haksızlığa uğradığı zaman mahkemeye müracaat etmiyor mu?

Hâlbuki anlayışına göre şöyle düşünmesi gerekirdi: “Bu adam benim evimi yaktı, namusuma dil uzattı, çocuğumu öldürdü, ama mazurdur. Kaderinde bu fiilleri işlemek varmış, ne yapsın, başka türlü davranmak elinden gelmezdi ki.”

- Hakkı çiğnenenler gerçekten böyle mi düşünüyorlar?

İnsan yaptığından mesul olmasaydı, “iyi” ve “kötü” kelimeleri manasız olurdu. Kahramanları takdire, hainleri aşağılamaya gerek kalmazdı. Çünkü her ikisi de yaptığını isteyerek yapmamış olurlardı. Hâlbuki hiç kimse böyle iddialarda bulunmaz. Vicdanen her insan yaptıklarından sorumlu olduğunu ve rüzgârın önünde bir yaprak gibi olmadığını kabul eder.

Meselâ; bir apartmanın üst katının lütuflarla, bodrum katının ise işkence aletleriyle dolu olduğunu ve bir şahsın bu apartmanın asansörü içerisinde bulunduğunu farz ediniz. Kendisine, apartmanın bu keyfiyeti daha önce anlatılmış bulunan bu zat, üst katın düğmesine bastığında lütuflara mazhar olacak, alt katın düğmesine bastığında ise azaba duçar olacaktır.

Burada iradenin yaptığı tek şey, sadece hangi düğmeye basacağına karar vermesi ve teşebbüse geçmesidir. Asansör ise, o zatın kudret ve iradesiyle değil, belirli fizik ve mekanik kanunlarla hareket etmektedir. Yani, insan üst kata kendi iktidarıyla çıkmadığı gibi, alt kata da kendi iktidarıyla inmemektedir. Bununla beraber asansörün nereye gideceğinin tayini, içindeki şahsın iradesine bırakılmıştır.

İnsanın kendi iradesiyle yaptığı bütün işler, bu ölçüyle değerlendirilebilir. Mesela; Cenab-ı Hak, meyhaneye gitmenin haram, camiye gitmenin ise faziletli olduğunu insanlara bildirmiş bulunmaktadır. İnsan bedeni ise kendi iradesiyle, misaldeki asansör gibi her iki yere de gitmeye müsait bir yapıdadır.

Meselâ; evlenecek insan bir namzet belirliyor ve arıyor. Allah da onun istediğini vasıflara sahip birkaç kişiyi önünü çıkarıyor, o da bunlardan birini beğenip iradesi ile kabul ediyor. Allah’ın, alacağınız eşin kim olduğunu ezelde bilmesi kader, fakat sizin iradenizle seçmeniz cüz’i irade dediğimiz insanın mesuliyet sınırlarıdır.

Aynı şekilde siz bir iş istiyorsunuz ve karşınıza çıkan şıklardan kendi iradenizle birini tercih ediyorsunuz.

Kalbimiz çarpıyor, kanımız temizleniyor, hücrelerimiz büyüyor, çoğalıyor, ölüyor. Vücudumuzda, bizim bilmediğimiz birçok işler yapılıyor. Bunların hiçbirini yapan biz değiliz. Uyuduğumuz zaman bile bu tür faaliyetler devam ediyor. Ama şunu da çok iyi biliyoruz ki, kendi isteğimizle yaptığımız işler de var. Yemek, içmek, konuşmak, yürümek gibi fiillerde karar veren biziz. Zayıf da olsa bir irademiz, az da olsa bir ilmimiz, cılız da olsa bir gücümüz var.

Yol kavşağında hangi yoldan gideceğimize kendimiz karar veriyoruz; hayat ise, yol kavşaklarıyla dolu.

Şu halde, bilerek tercih ettiğimiz, hiçbir zorlamaya maruz kalmaksızın karar verip işlediğimiz bir suçu, kendimizden başka kime yükleyebiliriz?

İnsanın cüz-i ihtiyari adı verilen iradesi, önemsiz gibi görülmekle beraber, kâinatta geçerli olan kanunlardan istifade ederek büyük işlerin meydana gelmesine sebep olmaktadır.

  • Kader ile İlgili Bazı Terimler ve Manaları

KADER: Cenâb-ı Hakk'ın kâinatta olmuş ve olacak her şeyin evsafını ve havassını ve sair geleceğini ve geçmişini ezelden bilip, levh-i mahfuzunda takdiri ve yazması. Takdir-i İlahi.

HASBE'L-KADER: (Hasb-el kader) Kader cihetiyle, kader yönüyle.

KADER-İ İLAHİ: Allah'ın takdiri.

KADERÎ: Kader ile alakalı. Kader, tali' nev'inden olan.

KADERİYE: "Kul, kendi yaptıklarının halıkıdır." deyip ifrat ederek Hak mezhebinden ayrılan bir dalalet fırkası.(bk. Osmanlıca ve Dini Terimler Lügatı, Md. Mu'tezile)

LEVH-İ KAZA VE KADER: Kader ve kazanın levhası; yani olmuş ve olacak her bir şeyin ilm-i İlahideki vücudları; yani, ilmen mevcudiyyetleri.

"Alem-i gaybdan sayılan geçmiş ve gelecek mevcudatın dahi mânen hayatdar bir vücud-u mânevileri ve ruhlu birer sübut-u ilmîleri vardır ki, levh-i kaza ve kader vasıtası ile o mânevi hayatın eseri, mukadderât nâmı ile görünür, tezahür eder." (Lem'alar, Otuzuncu Lem'a, Beşinci Nükte.)

KAZA: Allah'ın takdirinin ve emrinin yerine gelmesi.

İlave bilgi için tıklayınız:
- "Atâ", "Kaza" ve "Kader" ne demektir?

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Kategorileri:
K
Okunma sayısı : 61.555
Sayfayı Word veya Pdf indir
Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

Yorumlar

kardelennn
Allah razı olsun.....
Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
teppegoz
Tatmin edici yanıt için teşekkürler.
Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
karolin
Kader-i muallak , o halde ihtiyarî kaderle aynı olmuş oluyor. Kader-i mutlak ise hem ihtiyarî hem de ızdırari kaderin ikisini de toplayan kader oluyor, doğru muyum?
Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
Editor (Muaz)
Evet doğru bir bakış açısı.
Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
Nur mektupları

Herkesin kaderi farklıdır ifadesi doğru bir ifade mi? Üstad kader sebeb ile müsebbebe bir taalluku var diyor... bu söze nazaran ben sakıncalı görüyorum...  bu cümle (herkesin kaderi başkadır, farklıdır) ifadesi hakkında fikriniz nedir ve ehli sünnet inancı dolayısı ile risaleler ile uygun bir cümlemidir ??

Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
Editor (Muaz)
Kaderi sadece Allah'ın ezeli ilmi ile herşeyi bilmesi şeklinde ele alırsak elbette herkesin kaderini bilme konusunda kader tektir değişmez. Ama kaderi her insanın kendi seçim ve tercihleri gibi dar bir noktadan ele alırsak o zaman herkesin kaderi farklı ve değişiktir demekte bir mahzur olmaz. Birisi meyhaneye gitmeyi tercih kaderi o oldu diğeri camiye gitmeyi seçti kaderi o oldu ikisi farklı hatta bir birine zıt şeyler. Kader sebeb ile müsebbebe bir taalluku var ifadesi İlahi ilim açısındandır kulların tercihleri açısından değildir. 
Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.

BENZER SORULAR

Yükleniyor...