"Kim bir şeyde çok tevaggul etse, galiben başkasında gabîleşmesine sebebiyet verir." cümlesini izah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
“Bir fennin veya bir san’atın medar-ı münakaşa olmuş bir mes’elesinde, o fennin ve o san’atın haricindeki adamlar ne kadar büyük ve âlim ve san’atkâr da olsalar, sözleri onda geçmez, hükümleri hüccet olmaz; o fennin icma-ı ulemasına dahil sayılmazlar."
"Meselâ, büyük bir mühendisin, bir hastalığın keşfinde ve tedavisinde bir küçük tabip kadar hükmü geçmez. Ve bilhassa, maddiyatta çok tevağğul eden ve gittikçe mâneviyattan tebâud eden ve nura karşı gabîleşen ve kabalaşan ve aklı gözüne inen en büyük bir feylesofun münkirâne sözü, mâneviyatta nazara alınmaz ve kıymetsizdir."
"Acaba yerde iken Arş-ı Âzamı temaşa eden, harika bir deha-yı kudsî sahibi olan ve doksan sene mâneviyatta terakki edip çalışan ve hakaik-ı imaniyeyi ilmelyakîn, aynelyakîn, hatta hakkalyakîn sûretinde keşfeden Şeyh Geylâni (k.s.) gibi yüz binler ehl-i hakikatın ittifak ettikleri tevhidî ve kudsî ve mânevî meselelerde, maddiyatın en dağınık ve kesretin en cüz’î teferruatına dalan ve sersemleşen ve boğulan feylesofların sözleri kaç para eder? Ve inkârları ve itirazları, gök gürültüsüne karşı sivrisineğin sesi gibi sönük olmaz mı?”(1)
Tevağğul; bir şeye aşırı derecede dalma ve meşgul olma anlamına gelir. Gabileşmek ise; yabancılaşmak ve uzaklaşmak anlamındadır.
İnsan sınırlı ve dar özellikli olduğu için, bir şeye tam dalarsa, diğer konularda ister istemez tam uzman olamayabilir.
Risale-i Nur, Kur'an-ı Kerim'in bu asrın ilcaatına ve idrakine bakan ve alakadar olan hakikatlerinin tefsiri ve izahıdır. Aynı zamanda bu asrın fen ve felsefesinin dalaletine karşı en müessir bir ilaç ve en kuvvetli silahtır.
Bu sebeple tanzimattan bu tarafa bir batılılaşma ve Avrupa meftunluğu toplumun içerisine sokulmaya çalışılmıştır. Avrupanın sefih ve ahlaksız mimsiz medeniyeti şerbeti, teknoloji ve fen tası içerisinde bu Müslüman millete sunulmuş ve içirilmiştir.
Dolayısıyla Avrupa terbiyesi görmüş ve oranın fenninden ve medeniyetinden istifade etmiş her türlü insan; Anadolu da itibar gördü. Şerefli zannedildi. Rağbetleri basın yoluyla artırıldı. Nerdeyse mabud ve ilah mertebesine çıkarılacak kadar makyajlandı ve putlaştırıldılar.
Bu menfi olgu ve telakki propaganda ile o kadar zirve yaptırıldı ki; bu naehil ve nameşru insanlar, ümmet-i Muhammedin (a.s.m) itibar ettiği, hürmet ettiği, sözlerine ve fikirlerine itimat ettikleri alimlerin, ulemaların, meşayıhların, evliyaların ve vasıflı insanların üzerine çıkartıldılar ve tekaddüm ettirildiler.
Menfi ve ters propaganda ile, bu vasıflı ve itibar gören insanlar bağnaz, yobaz, gerici ve mülteci yaftaları ile ezdirildiler ve tukaka oldular. Adeta makamları ve mevkileri becayiş olundu.
İş o hale getirildi ki; şekspir hakkında bir ecnebinin yapmış olduğu medhü senayı, eğer bir hoca Abdulkadir Geylani hakkında yapsa idi tekfir olunurdu. İşler bu kadar çığırından çıkmış, ahlaklar becayiş edilmişti.
İşte Muazzez Üstadımız ve Risale-i Nur, bu inkılap ve infilaklar ortamında ümmet-i Muhammed (asm)'in imdadına yetişti. Hem doğru İslamiyeti nazara verdi hem de bu algıyı ve telakkiyi yıkma adına yeniden imar hareketlerine başlanıldı.
Ümmetin dinden soğumasına ve batı hayranlığına teşvik için; İslamiyet'te ve hakikatte muteber olan insanların fikir ve düşüncelerine rağmen Avrupa terbiyesi ile yetişmiş biraz da fenne ve felsefeye bulaşmış bu adamların görüş ve kanaatleri gündemde tutuldu ve nokta-i istinat olmaya başlandı.
İşte Üstadımız bu meseleyi ve problemi çözme adına, sualde geçen mukayeseyi yapmaktadır.
Fende dahi olsa, mesela fizikte mahareti olan bir adam coğrafyada sözü dinlenilmez. Tıp ilminde dahi olsa; gözde ihtisası olan bir doktor beyinde ve ortopedide uzman olmadığı için sözü muteber değildir. Çünkü sanatta maharet esastır. İşi ehline vermek umumi bir kanundur. İşin ehli olanlar ise meslek ve sanatını fevkalade bilenlerdir.
Fende bile bu kaide böyle cereyan etmekte ise; fenle din arasında o kadar farklı mesafe vardır ki, kalkıp kimyada ihtisası olan bir adamı dini meselelerde, esas kabul etmek, dinlemek ve tavsiyelerine itibar etmek akılsızlık ve ahmaklıktır. Fennin dalları arasında mümkün olmayan, dinle fen arasında nasıl mümkün olabilir?
Hatta dinin öyle meseleleri vardır ki; mesela usul-ü fıkıhta ihtisası olan bir alim fetva meselesinde sözü muteber olmayabilir. Bu sebeple Üstadımız mühendislikte mahareti olanın dinde tufeyli ve cahil olacağını ifade etmektedir.
Bu mesele bu kadar da kalmamıştır. Daha ileri götürülerek maalesef; Allah düşmanı ve din düşmanı materyalistlerin, madde perestlerin, Darvinistlerin fikir ve düşünceleri dinin esası, aslı ve doğrusu gibi telakki ettirilmiş. Sanki onlar da bir dinmiş gibi gündemde tutulmuş ve ümmet-i Muhammedi (a.s.m) itikat açısından fevkalade yaralamıştır.
Bozuk olan Hristiyanlık, bu materyalizme bu şekilde bir propaganda ile esir ve teslim olmuştur. Aynı operasyon, batılılar tarafından tanzimattan bu tarafa Müslümanlar üzerinde de fen ve felsefe nam-ı hesabıyla bilimsel gerçekler uydurmalarıyla yapılmıştır. Maalesef Müslümanları lakayt, müstenkif ve umursamaz hale getirmiştir.
Medeniyet fantaziyelerine, felsefeye ve dünya zinetlerine dalanların kalplerinin dağılacağını ve içtihada kabiliyetlerini kaybedeceklerini şöyle ifade eder:
“Amma şu zamanda, medeniyet-i Avrupa’nın tahakkümüyle, felsefe-i tabiiyenin tasallutuyla, şerâit-i hayat-ı dünyeviyenin ağırlaşmasıyla efkâr ve kulûb dağılmış, himmet ve inâyet inkısam etmiştir. Zihinler mâneviyâta karşı yabanîleşmiştir."
"İşte bunun içindir ki, şu zamanda birisi, dört yaşında Kur’ân’ı hıfz edip âlimlerle mübahase eden Süfyan ibni Uyeyne olan bir müçtehidin zekâsında bulunsa, Süfyan’ın içtihadı kazandığı zamana nisbeten, on defa daha fazla zamana muhtaçtır. Süfyan on senede içtihadı tahsil etmişse, şu adam yüz seneye muhtaçtır ki tahsil edebilsin.”(2)
Felsefeye ciddi dalan insanların, maneviyatta düşük dereceli bir müminin derecesine ulaşamayacaklarını şöyle zikreder:
“İşte, felsefenin şu esâsât-ı fâsidesinden ve netâic-i vahîmesindendir ki, İslâm hükemasından İbn-i Sina ve Fârâbî gibi dâhiler, şâşaa-i suriyesine meftun olup, o mesleğe aldanıp o mesleğe girdiklerinden, âdi bir mü’min derecesini ancak kazanabilmişler. Hattâ, İmam-ı Gazâlî gibi bir Hüccetü’l-İslâm, onlara o dereceyi de vermemiş.”(3)
Netice: Madem insanın kabiliyeti sınırlıdır. Aynı anda birkaç meslekte tamamen derinleşemez. Ve madem insan bu dünyaya ilim ve dua vasıtasıyla tekemmül etmek ve Allah’ı razı etmek için gelmiştir. Öyleyse Allah’ın razı olduğu noktalara dalıp orada derinlik kazanıp, diğer alanları da buna hizmetçi eylemek lazımdır. Yoksa dünyaya asıl geliş hikmetimiz yerine gelmemiş olacak ve ahirette mesul olacağız...
İnşaallah maarifin istikametli gidişatı ile, doğru islamiyetin zuhuru neticesinde fen ve din ittifak edecek, bu yanlışları ve birikimleri toz ve gubar gibi üzerinden atacak, insanlık doğru fen ve din ile saadet sarayına mülaki olacaktır.
Risale-i Nur bu davanın ve bu hizmetin temeli ve esası hükmünde olacaktır.
Dipnotlar:
(1) bk. Şualar, Yedinci Şua, Mukaddime.
(2) bk. Sözler, Yirmi Yedinci Söz.
(3) bk. age., Otuzuncu Söz, Birinci Maksat.
İlgili ders videosu için tıklayınız:
Prof. Dr. Şadi Eren, Muhakemat Dersleri (3.Bölüm)
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar
İnsan sınırlı ve dar özellikli olduğu için, bir şeye tam dalarsa, diğer konularda ister istemez tam uzman olamayabilir.
Risale-i nur hakkında da geçerli olabilir mi? Bize çok yöneltilen bir soruda "siz Risale-i nurdan başka eser okumuyorsunuz hep onun ile meşgul oluyorsunuz ve diğer ilimlerde geri kalıyorsunuz" şeklinde oluyor evet Risale-i nur bu zamanda yukarıda ifade ettiğiniz gibi çok büyük bir kur'an hizmeti, iman ilmi ilimlerin şahı ama Risale-i nura dalarak diğer ulum-u Âliyeden veya alet ilimlerinden geri mi kalıyoruz acaba?