"Kıyametin vaktini kat’î tarzda kimse bilmez; fakat, böyle îmalarla bir nevî kanaat, bir galip ihtimal gelebilir." Üstad'ın kıyametin tarihi hakkında bilgi vermesini nasıl anlamalıyız?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

Cifir ve ebced bir ilim dalıdır. Allah’ın gelecek ve geçmişle alakalı koyduğu bazı sırların anlaşılması ve şifrelerin çözülmesi için kullanılmaktadır. Fakat bunlar gaybı bilmek değildir. Sadece okumasını bilmektir. Çince bilmeyen birisi, yazıya resme bakıyorum zanneder. Halbuki bu dili bilenler çok manalar anlayacaktır.

İşte ebced ve cifir ilmi de Allah’ın maziye ve istikbale dair koyduğu bazı şifreleri öğrenme ve okuma sanatıdır.

Bu ilim dalının esasını Hz. Ali (r.a) Peygamber Efendimiz (asm)'den almıştır. Binaenaleyh bu ilmin kaynağı vahye dayanmaktadır. Hz. Ali aldığı bu sırları bazı kaidelerle tesbit etmiştir. Bilahassa seyyidler sülalesinin bildiği söylenen bu kaideleri kemaliyle ahir zamanda geleceği müjdelenen Mehdinin bilebileceği söylenmiştir. (Kâtip Çelebi, Keşfuzzunun, İlmu Cifir Maddesi)

Bu ilmin bazı Yahudiler tarafından bilindiğini gösteren izahlar vardır. Meselâ; “elif–lam- mim” ayeti okununca Yahudiler ümmet-i Muhammedîn ömrünün az olacağını söylemişler, fakat Peygamberimiz başka ayetler okuyunca seslerini kesmişlerdir. Diğer bir misal ise, Kur’an’da geçen “beldetün tayyibetün” ifadesidir. Bu ifade ebced ilmiyle hesab edilince İstanbul’un fetih tarihi çıkmaktadır. (Hekimoğlu İsmail, Yeni Ansiklopedi, Ebced Maddesi)

İşte Kur'an ve hadislerde gizlenmiş bu sırları okuma ilmine "Ebced ve Cifir ilmi" denilmektedir.

Bu mevzuda geniş izahlar ve misaller için Abdulkadir Badıllı’nın hazırladığı ve Envar Yayınevi’nin bastığı “Kudsi Kaynaklar” isimli eserine bakılabilir.

Allah’ın ilmi, ezelden ebede kadar olmuş ve olacak bütün hâdiseleri, zamanları ve mekânları kuşatmıştır. O ilmin haricinde hiçbir şey kalamaz ve ondan saklanamaz.

Henüz vukuâ gelmemiş gaybî hâdiseleri ancak Allah bilir. Allah’tan başkası gaybı bilemez. Mugayyebât-ı hamse denilen beş şey vardır ki, bunlar yalnız Allah’ın ilmindedir:

1. Ana rahmindeki çocuğun bütün insanlardan farklı olan siması ve manevî istidat siması.
2. Henüz gaybda olan ve şehâdet âleminde emareleri bulunmayan bir yağmurun ne zaman yağacağı.
3. İnsanın yarın ne kazanıp, ne kaybedeceği.

4. İnsanın ne zaman, nerede ve ne şekilde vefat edeceği.

5. Kıyametin ne zaman kopacağı.

İslâm âlimleri, “Gaybı, Allah’tan başkası bilemez” düsturuna karşı hürmetsizlik ve itaatsizlik etmemek için, gaybdan haber vermeyi yasak görmüşler. Haber verenler de yalnız işâret sûretinde perdeli ve kapalı olarak ihbar etmişlerdir.

İstikbalden haber vermekte kullanılan ilim, cifir ilmi ve ebced hesabıdır. Arapça harflerin her birinin belli bir rakam değeri vardır. Bu ebced hesabı, İslâmiyet’ten evvel de bilinmekteydi. Bu hakikati, Bediüzzaman şöyle teyid eder:

“Bir zaman, Benî-İsrâil âlimlerinden bir kısmı huzur-u peygamberî de sûrelerin başlarındaki ‘elif-lâm-mim’ gibi harfleri işittikleri vakit, hesab-ı cifrî ile dediler: ‘Ya Muhammed! Senin ümmetinin müddeti pek azdır.’ Onlara dedi: ‘Az değil.’ Sâir sûrelerin başlarındaki kesik harfleri okudu ve ferman etti: ‘Daha var.’ Onlar sustular."

“...Hazret-i Ali’nin (r.a) Kaside-i Celcelûtiyesi, baştan nihayete kadar, bir nevî ebced ve cifir hesabı üzerine telif edilmiştir. Hem, Cafer-i Sadık ve Muhyiddin-i Arabî (k.s) gibi gaybî sırlar ile uğraşan zatlar ve harf ilminin sırlarına çalışanlar, bu ebced hesabını gaybî bir düstur ve bir anahtar kabul etmişler.” (Şuâlar, s. 613)

İşte, âhir zamandan ve kıyametten haber veren bir hadis-i şerifi, Üstad Hazretleri ebced ve cifir ilmiyle tahlil eder ve bir takım tarihler çıkarır. “Lâ tezâlü tâifetün min ümmetî zâhirine ale’l-hakkı hattâ ye’tiyallahü bi emrihî.” “Ümmetimden bir taife Allah’ın emri gelinceye kadar (yani kıyâmetin kopmasına kadar) hak üzerinde galip olacaktır.”

“Lâ tezâlü tâifetün min ümmetî.” Ebced ve cifir ilmiyle rakam değeri Rumi1542. (Milâdî 2126), Hicri 1542 (Miladi 2118)

Zâhirine ale’l-hak.” Rumi 1506 (Milâdî 2090), Hicri 1545 (miladi 2121)

“Hattâ ye’tiyallahü bi emrihî.” Rumi 1545 (Milâdî 2129), Hicri 1506 (miladi 2083)

Risâle-i Nur talebelerinin ne zamana kadar devam edeceğini düşündüğü bir sırada, Ramazan-ı Şerifin onuncu gününün ikinci saatinde birden kalbine bu hadisin ihtar edildiğini söyleyen Üstad, 1506 tarihine, yâni, 2090 Milâdî tarihine kadar zâhir, âşikârâne, belki galibâne hizmetler yapılacağını, sonra 1542 tarihine kadar, yâni, Milâdî 2126 yılına kadar, gizli ve mağlûbiyet içinde irşad ve tenvir vazifesini sürdüreceğini; sonra 1545 de, yâni Milâdî 2129 yılında kâfirlerin başında kıyametin kopmasını îma ettiğini ve bunların Allah’ın ilminde olup ve doğrusunun Allah tarafından bilinebileceğini ifâde eder.

Fatiha-i Şerife’de, sırat-ı müstakîm üzerinde olan, yâni doğru yoldan gidenleri tarif eden “Ellezîne en’amte aleyhim” fıkrasının şeddesiz 1506 veya 1507 ederek, “Zâhirine ale’l-hak” fıkrasının rakam değerine aynen denk gelmesi hadisin îmasını teyid edip remz derecesine yükseltmesi de çok manalıdır. Böylece, Risale-i Nur talebelerinin, âhirzamanda Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat denilen o büyük tâifenin âhirlerinde makbul bir grup olacağına işâret edildiği anlaşılır.

Kur’ân-ı Kerim’in ve hadis-i şeriflerin kıyametle alakalı îmalı işâretleri yanında, ilim adamları da bir takım hesaplamalar yapmaktadırlar. Güneş sistemine bağlı bir yörüngede dolanıp duran ve her 76 yılda bir dünyaya en yakın mesafeden geçen Halley Kuyruklu Yıldızı, en son 1980’li yılların başlarında yakınımızdan geçti. Bundan sonra, ikinci defa geçişinde Allah’ın emriyle gezegenimize çarpması kıyametin kopmasına sebebiyet verebilir. En doğrusunu Allah bilir.

Peygamber Efendimiz; “Ben insanlığın ikindi vaktinde geldim” buyuruyor. Diğer bir hadisinde ise “Benim ümmetimin ömrü 1500 seneyi pek geçmeyecek” buyurmuş.

Kıyamet, kâinatın harab olması ve tekrar dirilmek üzere ölmesidir. Bizim ölümümüz de, kendi kıyametimizdir. Kıyametimiz kopmadan sonsuzluk yurduna hazırlık yapmak ve Allah’ın emir ve yasaklarına boyun eğerek istikamet üzere hayatımızı geçirmek ise, yapılabilecek işlerin en isabetlisidir.

Aşağıda takdim edilen kısım, Üstad'ın ahir zamanla alakalı bir hadisi tevil etmesidir. Cifr denilen hususi bir hesap yolu ile kendi kanaatini yazmıştır. Bu bir kanaattir ve kesinlik ifade etmez. Zaten yazıda dört defa kullanılan, “Gaybı ancak Allah bilir” ve iki defa kullanılan, “Hakiki ilim Allah katındadır” mealindeki ayetler bu manaya açıkça işaret etmektedirler. Alttaki yazıya istinaden, “Bediüzzaman kıyametin tarihini haber veriyor, bu ise ayet ve hadislere aykırıdır” neticesine varmak insafsızlıktır.

" Ahir zamandan haber veren mühim bir hadis

لاَتَزاَلُ طَاۤئِفَةٌ مِنْ اُمَّتِى ظَاهِرِينَ عَلَى الْحَقِّ حَتّٰى يَاْتِىَ اللّٰهُ بِاَمْرِهِ Ramazan-ı Şerifte onuncu günün ikinci saatinde birden bu hadis-i şerif hatırıma geldi. Belki, Risale-i Nur şakirtlerinin taifesi ne kadar devam edeceğini düşündüğüme binaen ihtar edildi.
لاَتَزَالُ طَاۤئِفَةٌ مِنْ اُمَّتِى
—şedde sayılır, tenvin sayılmaz—fıkrasının makam-ı cifrîsi bin beş yüz kırk iki (1542) ederek nihayet devamına ima eder. لاَ يَعْلَمُ الْغَيْبَ اِلاَّ اللّٰهُ
ظَاهِرِينَ عَلَى الْحَقِّ
—şedde sayılır—fıkrası dahi, makam-ı cifrîsi 1506 edip, bu tarihe kadar zahir ve âşikârâne, belki galibane, sonra tâ ‘kırk iki (42)’ye kadar gizli ve mağlûbiyet içinde vazife-i tenviriyesine devam edeceğine remze yakın ima eder.

حَتّٰى يَاْتِىَ اللّٰهُ بِاَمْرِهِ
—şedde sayılır—fıkrası dahi, makam-ı cifrîsi 1545 olup kâfirin başında kıyâmet kopmasına ima eder. لاَ يَعْلَمُ الْغَيْبَ اِلاَّ اللّٰهُ
Câ-yı dikkat ve hayrettir ki, üç fıkra bil’ittifak bin beş yüz tarihini göstermeleriyle beraber, tam tamına mânidar, mâkul ve hikmetli bir surette bin beş yüz altı (1506)’dan tâ ‘42’ye, tâ ‘45’e kadar üç inkılâb-ı azîmin ayrı ayrı zamanlarına tetabuk ve tevafuklarıdır.

Bu imalar gerçi yalnız bir tevafuk olduğundan delil olmaz ve kuvvetli değil; fakat birden ihtar edilmesi bana kanaat verdi. Hem kıyametin vaktini kat’î tarzda kimse bilmez; fakat, böyle îmalarla bir nevî kanaat, bir galip ihtimal gelebilir..." (1)

Bu hadis-i şerif, hadis kaynaklarında bu lafızlarla rivayet edildiği gibi, aynı manayı ifade eden farklı lâfızlarla da rivayet edilmiştir.(2)

Gayb, ekseriyetle iki kısımda mütalaa edilmiştir:

1. Mutlak gayb,
2. İzafî gayb.

Mutlak gayb yalnız Allah'ın bildiği ve başkasına bildirmediği şeylerdir. İzafî gayb ise, bazılarına göre gayb iken, bazılarına gayb sayılmayandır. Mesela, kişinin kalbindeki manalar kendisine malum olduğu halde, başkası için meçhuldür, dolayısıyla gaybtır. (Elmalılı, VIII, 5415)

Dağın eteğinde olan bir kimse için dağın ardı gaybtır. Ama dağın zirvesinden bakan kimse için, dağın hiçbir yanı gayb değildir. Her taraftan gayblarla çevrili bir âlemdeyiz. Okuma bilmeyen birisi, harfleri öğrendikçe yeni bir âleme açılması gibi, hiçbir şey bilmez halde dünyaya gelen bir insan, göz kulak gibi duygularıyla şu görülen âleme açılır.

Duyduklarını, gördüklerini aklıyla, kalbiyle değerlendirir, Allah'a, meleklere, ahirete inanır. Kâinattaki kanunlar da bir yönüyle gaybtır. Bunlar keşfedildiğinde gayb olmaktan çıkar.

Mesela, Edison elektriği buluncaya kadar, böyle bir nimet gayb hazinesinde saklı idi. Aslında tabiatta elektrik vardı. Elektrikli balıklar elektrik üretiyorlardı. Şimşek, elektriği bulmaları için, insanlara devamlı göz kırpıyordu. Fakat insanlar, böyle bir ilâhi kanunun farkında değillerdi. Birisi vesile oldu, bu kanun gaybîlikten çıkıp, şehadet ufkunda göründü. Gaybın mühim bir boyutu, gelecekle alakalıdır. "Göklerde ve yerde Allah'dan başka kimse gaybı bilemez" ayeti ekseriyetle bu yönüyle anlaşılmıştır. (Neml, 27/65) Gaybın anahtarları Allah'ın elindedir. Allah bildirmedikçe, kimse gayba muttali olamaz.

"Gaybı bilen O'dur. Gaybını, razı olduğu rasulden başkasına bildirmez." (Cin, 72/26-27)

Âyeti, Allah dilerse, gaybdan bir kısım sırları razı olduğu elçiye bildireceğini anlatır.

Rasulullah (a.s.m.)’in, "Sizden önceki ümmetlerde ilhama mazhar kişiler vardı. Eğer ümmetimden de öyle birisi varsa, işte o Ömer'dir."(3) ifadesi de bu konuda bedihi bir ifadedir. Nitekim Hz. Ömer, halifeliği sırasında bir Cum'a hutbesinde hiçbir münasebet yokken, birden; "Ey Sariye! Dağa, dağa!" der. O sırada İran'da düşmanla savaşan İslâm ordularının komutanı Sariye, bu sesi duyar, talimat istikametinde orduyu yönlendirir ve savaşı kazanırlar.(4) Peygamberler, gayb hususunda müstesna bir mahiyettedirler. Zaten kendilerine gelen vahiy, gaybî bir hâdisedir. Vahyi getiren melek, gaybtan gelmektedir.

Fakat şu nokta unutulmamalıdır ki, her peygamber bir insandır. Bir beşer olma noktasında, kendiliğinden gaybı bilemez. Dolayısıyla Peygamberimiz de ,"Kendi kendine gaybı bilmezdi. Belki Cenab-ı Hak O'na bildirirdi, O da bildirirdi."(5) Peygamber Efendimizin, bir kısım gaybî sırlara mazhariyeti kesin olmakla beraber, "her şeyi bütün teferruatıyla biliyordu" diyebilmemiz mümkün değildir.

Çünkü gelecekle alakalı şeylerin bir kısmını önceden bilmek insanı rahatsız eder. Bu noktadan, Cenab-ı Hak rahmet ve hikmetiyle, böyle hâdiseleri gayb perdesinde saklamıştır. Resul-i Ekrem Efendimizin ümmeti içinde, pek çok veli insanlar gelmiştir. Bunlar, diğer insanlardan farklı olarak bazı gaybî tecellilere ve sırlara mazhar olmuşlardır.

Fakat gaybtan haber vermek yasak olması sebebiyle, ubudiyetkarâne güzel bir edeb takınmak için, açıktan ifade etmeyip, işaretle söylemişler. Ta ki işaretler ile onların bunu bilmeleri iradeleri dışında, niyetsiz bir şekilde, Allah'ın talimiyle olduğu anlaşılsın. Çünkü gelecekle alakalı gaybî şeyler niyet ve irade ile verilmediği gibi; niyet ile müdahale etmek, o yasağa karşı itaat etmemeyi andırır.

Dipnotlar:

(1) bk. Kastamonu Lahikası, (21. Mektup).
(2) bk. Buhari, 9:125, 162; Müslim,1:137.
(3) bk. Sahîhu'l-Buharî, Fedailü Ashabi'n-nebi, 6.

(4) bk. Süyutî, Tarîhu'l-Hulefa, s.117.
(5) bk. Mektubat, On Dokuzuncu Mektup.

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Kategorileri:
Okunma sayısı : 26.010
Sayfayı Word veya Pdf indir
Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

Yorumlar

Nurluay

Allah sizden razı olsun. Konu gayet iyi bir şekilde anlaşılmıştır.

Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
nevzat12
Bu mesele hakkında birşeyler eklemek istedim, fakat yorum yaparak ekleyecek bir yer göremedim. Çok güzel cevaplandırılmış.
Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
SIRDAR

Yine ben tam olarak tatmin olmadım. Biraz sonra aşağıda vereceğim âyet-i kerîmeler ve hadis-i şeriflere göre sormak istiyorum: Yukarıda yazdığınız; Üstadın Kastamonu Lahikasında kıyametin tarihi ile bilgi vermesi, gelecek ile ilgili bilgi bildirme veya gaybtan haber vermemenin ruhuna ve edebine aykırı değil mi? Maya Takvimi göre 21 Aralık 2012 tarihinde kıyametin kopacağı ile ilgili olarak ne dersiniz?

AYET-İ KERİMELER "(Ey Habîbim!) Sana, “Onun gelip dayanması ne zaman?” diye kıyâmetten soruyorlar. De ki: “Onun ilmi ancak Rabbimin katındadır. Onu vakti (geldiği)nde ortaya çıkaracak ancak O’dur!” (O kıyâmet) göklerde ve yerde (olan bütün mahlûkata) ağır gelmiştir! Size ancak ansızın gelecektir! Sanki sen ondan haberdarmışsın gibi, sana soruyorlar. De ki: “Onun ilmi ancak Allah katındadır; fakat insanların çoğu (bu ilmin Allah’a âid olduğunu) bilmezler!” (A'râf, 187) "Şübhesiz Allah ki, kıyâmet (vakti) hakkındaki bilgi ancak O’nun katındadır." (Lokman, 34)

HADİS-İ ŞERİFLER Peygamber Efendimiz’e (asm) kıyametin kopma vakti sorulduğunda şöyle cevap vermiştir: “Kıyametin ne zaman kopacağı Allah'tan başka hiç kimse tarafından bilinmeyen beş gayptan (bilinmeyenden) biridir’ buyurdu ve şu ayetleri okudu: “Gaybı Allah’tan başka kimse bilmez.” (Neml, 65) “Kıyâmet saatinin bilgisi şüphesiz Allah katındadır.” (Lokman, 34) (Kütüb-ü Sitte) Asrın müceddidi Bediüzzaman Hazretleri kıyamet tarihini kat'i bir tarzda kimsenin bilemeceyeğini şu şekile ifade etmiştir: “Ecel ve mevt (ölüm) gibi umûr-ı gaybiye (bize gizli olan işler) çok hikmet ve maslahat (faydaları) cihetiyle gizli kaldığı misillü (gibi), dünyanın sekerâtı (ölüm hâli) ve mevti ve nev‘-i beşerin (insanlığın) ve cins-i hayvanâtın eceli ve vefâtı olan kıyâmet dahi çok maslahatlar için gizlenilmiş. Evet, eğer ecel vakti muayyen (belirli) olsa idi, yarı ömür gaflet-i mutlaka (tam bir gaflet) içinde ve yarıdan sonra darağacına asılmak için her gün bir ayak daha onun tarafına atılmakla dehşet-i mutlaka (tam bir dehşet) içinde, havf ve recânın (korku ve ümîdin) muvâzene-i maslahatkârânesi ve hakîmânesi (faydalı ve hikmetli dengesi) bozulacağı gibi; aynen öyle de, dünyanın eceli ve sekerâtı olan kıyâmet vakti muayyen olsa idi, kurûn-ı ûlâ ve vustâ (ilk ve orta çağlar) fikr-i âhiretten pek az müteessir olacaktı. Kurûn-ı uhrâ (son çağlar), dehşet-i mutlaka içinde bulunacaktı. O vakit ne hayât-ı dünyeviyenin lezzeti ve kıymeti kalırdı ve ne de havf ve recâ içinde ihtiyâr ile (isteyerek) itâatkârâne olan ubûdiyetin (kulluğun) ehemmiyeti ve hikmeti bulunurdu.” (Şuâ‘lar, 5. Şuâ‘, 73) "...Bu îmalar gerçi yalnız birer tevafuk olduğundan delil olmaz ve kuvvetli değil, fakat birden ihtar edilmesi bana kanaat verdi. Hem kıyametin vaktini kat'î tarzda kimse bilmez; fakat böyle îmalar ile bir nevi kanaat, bir galib ihtimal gelebilir.” (Sikke-i Tasdîk-i Gaybî)

Değerli Kardeşimiz; bilgi almak için tıklayınız. Selam ve dua ile...

Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
Yükleniyor...