"Cifir" ve "Ebced" ne demektir?
Değerli Kardeşimiz;
Ebced, Cümel, Cifr, Sayı sembolüdür.
Ebced veya Ebûced, Arap alfabesindeki harflerin hatırda kolay kalması için geliştirilen bir hârf formüldür. Harlerin her birine tekabül eden bir rakam değeri ve diziyi oluşturan sekiz kelimenin ilkinin adıdır. Bu sistemde bulunan sekiz kelimenin ilki “ebced” olduğu için bu isimle anılmıştır. Ebced sistemindeki kelimeler şunlardır: ebced, hevvez, huttî, kelemen, sa’fez, karaşet, sehaz, dazığ. Bu kelimeler sırasıyla yirmi sekiz harfi içine almıştır.Harflerin her birine 1'den 1000'e kadar matematik değerler verilmiştir.
Bütün hurûf-û hecâ denilen yirmi sekiz harfi içine alan Ebced harf tertibinde harflerin sayısal değerleri şöyledir:
Ebced: Elif: 1, Ba: 2, Cim: 3, Dal: 4;
Hevvez: He: 5, Vav: 6, Ze: 7
Hutti: Ha: 8, Tı: 9, Ya: 10
Kelemen: Kef: 20, Lam: 30, Mim: 40, Nun: 50
Se'fes: Sin: 60, Âyn: 70, Fe: 80, Sad: 90
Karaset: Kaf: 100, Rı: 200, Şın: 3002 Te: 400
Sehaz: Se: 500, Hı: 600, Zel: 700,
Dazığ: Dad: 800, Zı: 900, Ğayn: 1000.
Ebced ilmiyle elde edilen bilgilerin değeri:
Kur'an-ı Kerim'de bütün ilimler vardır. Bu ilimleri de herkes kendi istidadına ve ilimdedi derinliğine göre okuyabilir veya hissedebilir. Ancak bu ilimleri Kur'an'dan okurken, “benim anladığım ilim kesin doğrudur”, diyerek değil de, “ben böyle anlıyorum”, şeklinde ifade etmek gerekir. Çünkü o kişinin anladığı mana veya Kur’andan çıkarın bilgiler yanlış olursa -hâşâ- oklar Kur'an’a döner.
Meselâ; Kur'an-ı Kerim'de “Üzerinde on dokuz vardır" ayeti bulunmaktadır. Bu sayıdan hareketle Kur'an'ın bazı sırlarına ve şifrelerine ulaşmak mümkündür. Ancak bu bilgilere mutlak doğru ve Kur'an'ın kesin işareti olarak bakmanın bazı mahzurları olacağından dikkatli olmak gerekir. Hiç olmazsa: "Böyle şeyler anlamak mümkündür, fakat bunlar kesin ve değişmez doğrular olmayabilir. Hesaplamalarımızda hata edebiliriz, bu hatalar da bize aittir" demek gerekir. Ebced hesabı da bunlardan biridir.
Arap harflerinin ebced tertibine göre dizilişinin Hazret-i Âdem’e (as) dayandığı rivâyet edilir. Bu tertip ile alfabenin kullanıldığı tarih süreci içerisinde, zamanla bu harflere sayısal değerler verilmiş; bunlar âlimler, edebiyatçılar ve şâirler tarafından makbul ve muteber karşılanmış ve kullanılmaya başlanmıştır. Şâirler ve edipler, yazdıkları manzum ve mensur eserlerde ebced hesabını da kullanmışlar ve harflere verdikleri sayısal değerler ile bazı mühim tarihleri kaydetmişlerdir. Zaman içinde bu usûl gelişmiş, yaygınlaşmış; âdetâ Arap alfabesinin bir yan ilim dalı olarak gelişmiş ve adına da “Ebced Hesabı” veya “Cifir İlmi” denmiştir.
Tarih boyunca ebced harflerinin değişik sistemlere göre farklı şekillerde sayı değerleri ortaya çıkmış ve bunların birbirleriyle karşılaştırılması neticesinde de açıklaması güç, şaşırtıcı eşitlikler ve benzerlikler bulunmuştur. Ebced Sistemi İslâm dünyasında tasavvuf, astronomi, astroloji, edebiyat ve mimarî sahalarında kullanılmıştır.
Arap alfabesindeki her bir harfin sayısal bir değere karşılık geldiği Ebced hesabı, aynı zamanda Arap alfabesinin de ilk sıralamasıdır. Bu düzene göre olan alfabe Peygamber Efendimiz (a.s.m.) zamanında da kullanılmış, daha sonra Emevî Halifesi Abdülmelik bin Mervân zamanında bugünkü alfabetik düzen getirilmiştir. Yirmi sekiz harften ibaret olan Arap alfabesi, Emevî Halifesi Abdülmelik bin Mervan zamanına kadar Ebced tertibiyle okunur ve yazılırdı. Abdülmelik bin Mervan zamanında Nasr bin Asım ile Yahyâ bin Ya’mer el-Udvânî’den kurulan bir heyet, Arap alfabesinin harf sırasını değiştirdi ve birbirine benzer harflerin ard arda sıralanması esasına dayalı “hurûf-u hecâ” denilen ve bugün kullanılan alfâbeyi oluşturdu. Yazı dilinde bu alfabe kullanılmaya başlandı.
Ebced hesabı Fars ve eski Türk edebiyatında tarih düşürmede de kullanılmıştır. Meselâ; İstanbul'un Fetih tarihi için Kur'ân-ı Kerîm'den "âherûn" kelimesi düşürülmüştür. Bunların toplamı (elif+gayn+ra+vav+nun) = 1+600+200+6+50 = 857 çıkmaktadır ve bu tarih Hicri 857 (M. 1453) yılı olan fetih tarihidir.
Ayrıca şâir Fuzûli, Kanunî Sultan Süleyman'ın Bağdat'ı fetih tarihi olan 941 H. yılı için; "Geldi burc-i evliyaya padişah-ı namdâr" mısrasını tarih düşmüştür.
Ebced dizilişine göre Arap alfabesi; “elif, bâ, cim, dâl, he, vav, ze, ha, tı, yâ, kef, lâm, mim, nûn, sin, ayın, fe, sad, kaf, rı, şın, te, se, hı, zel, dad, zı, ğayın” şeklindedir ve “ebced” ismini de bu dizilişin ilk dört harfinden almıştır. Bu alfabe kolay ezberlensin diye şu formül ile de ifâde edilmiştir: Ebced, Hevvez, Huttî, Kelemen, Sa’fes, Karaşet, Sehaz, Dazağ.
Bu dizilişe göre Arap alfabesi sayısal değer açısından üçe ayrılmış; İlk dokuz harfe “âhâd” yani “birler” ve birler basamağından değerler verilmiş; ikinci dokuz harfe “âşâr” yani onlar denmiş ve onlar basamağından değerler verilmiş; üçüncü on harfe “miât” yani “yüzler” denmiş ve yüzler basamağından değerler verilmiştir.
Kur’ân-ı Kerim nazil olmaya başladığında, Araplar arasında Ebced hesabı biliniyordu ve alfabe bilgisi olan şâirler ve edebiyatçılar tarafından da kullanılıyordu. Arap lisanının belâğat, fesâhat ve edebiyat açısından en gelişmiş döneminde nâzil olmaya başlayan ve mu’cize ifâdeleriyle şâirleri ve edebiyatçıları hemen tesiri altına alan Kur’ân-ı Kerim’in bu lisanı, vahiy dili olarak kabul edip, bubunun yan bir ürünü diyebileceğimiz Cifir İlmini reddetmesi düşünülemezdi. Esâsen Cifir İlmini reddetmesi için geçerli bir sebep de yoktu. Zîra Kur’ân-ı Kerim prensip olarak, insanlığın zararına kullanılmayan her “birikime” kapılarını açan bir İlâhî Kitaptı. Cifir İlmi ise, Arap Lisanının binlerce yıllık birikimini yansıtan bir mahsulü idi.
Nitekim edebiyatça, belâgatça, güzel ve şâirâne söz söylemek sanatı bakımından ve bilhassa düpedüz hakîkati ifâde etmesi açısından, şâirlerin ve edebiyatçıların gerisinde asla kalmayan ve sözüyle hakîkatıyla herbir şâiri, edebiyatçıyı ve akıl ehlini hayran bırakan Kur’ân-ı Kerîm’in, âyetlerini Cifir ilmine göre muhtelif târihler veren birer anahtar hüviyetinde donatması, mucize oluşunun da bir gereği idi. Bundan dolayıdır ki, Peygamber Efendimiz (asm)’den günümüze kadar ehil âlimler tarafından, Kur’ân-ı Kerim’in âyet ve kelimelerinden Cifir İlmine göre bir takım tarihler çıkarıla gelmiş ve bazı hakikatlerin sırlarına bu yol ile ulaşılabilmiştir.
Ancak, bu çalışmayı bu ilme vakıf ehliyetli ulemâ yapabilir. Yoksa her önüne gelenin bu ilme göre tarih çıkarmaya çalışması doğru değildir; bunun yanlış ve sıhhatsiz neticelere götüreceği açıktır.
Meselâ, Osmanlı ulemâsından Molla Câmî, Sebe’ Sûresinin 15. Âyetinde geçen “beldetün tayyibetün” ibâresinden ebced hesabına göre hicrî 857, milâdî 1453 tarihini çıkarmış ve İstanbul’un fethinin bu âyetle de müjdelendiğini haber vermiştir.(1)
Meselâ, bir gün Yahûdî âlimlerinden bir kısmı Peygamber Efendimiz (asm)'in huzurunda Bakara Sûresinin ve Meryem Sûresinin başlarında bulunan şifreli harflerden Cifir İlmine göre tarih çıkararak:
- “Yâ Muhammed! Senin ümmetinin müddeti az olacaktır!” demişlerdi. Allah Resûlü de (asm) sâir sûrelerin başlarında bulunan şifreli harfleri Cifir İlmine göre yorumlayarak:
- “Az değil; daha var!” buyurdu.(2)
Cifir İlminin Hazret-i Ali (ra), Hazret-i Cafer-i Sadık (ra), Muhyiddin-i Arabî (ra) gibi birçok İslâm ulemâsı ile birlikte, asrımızda Üstad Bedîüzzaman (ra) tarafından da kullanıldığı ve muhtelif tarihlere, haberlere ve müjdelere işâret edildiği bilinmektedir.(3)
Cifir İlminin tarih boyunca kullanıldığı ve Kur’ân’dan da bu ilme dayanarak bazı tarih, haber ve müjdelerin çıkarıldığı doğrudur; ancak bu ilim, gaybı yalnız ve yalnız Allah’ın bildiği; Allah bildirmediği takdirde hiçbir kulun gaybı bilemeyeceği hakikatine gölge düşürecek şekilde kullanılamaz, kullanılmamıştır ve kullanılması da doğru değildir. Gaybı ancak ve ancak Allah (cc) bilir. Allah (cc) bildirmediği sürece kul gaybı bilmez. Bedîüzzaman Hazretleri (ra) Kur’ân’dan bu çerçevede verdiği haberlerde, “Gaybı Allah’tan başka kimse bilmez!” hakîkatini hep hatırlatmış; “Gerçek ilim Allah katındaki ilimdir”(4) âyetinin rehberliğinde yürümüştür.
Bediüzzaman Hazretleri, ebced hesabından ve cifir ilminden faydalanılarak âyet ve hadislerden işari mânâlar çıkarmanın makbul bir yöntem olduğuna dair İslâm âlimlerinden misaller vermiştir. Sikke-i Tasdik-i Gaybî Adlı eserinde; Hz. Ali (r.a.)’nin meşhur Celcelûtiye Kasidesinin ebced ve cifir hesabıyla yazıldığını, Cafer-i Sadık (r.a.) ve Muhyiddin-i Arabî gibi zâtların harflerin sırlarıyla ilgilendiklerini ve ebced hesabını mesleklerinde bir prensip olarak kabul ettiklerini yazar. Ayrıca edebiyatçılar arasında kullanımının âdeta gelenek hâline geldiğini ve san’atı daha güzel göstermek için ebced hesabının kullanıldığını belirtir.
Bediüzzaman Hazretleri, cifir ilminden yararlanarak birçok hesaplama yapmıştır ve Kur’ân âyetlerinden cifir ilmi yardımıyla vakıaya mutabık işaretler çıkararak bu işaretleri Kur’ân’ın bir mucizesi olarak yorumlamıştır. 9. Lem’a’da ise cifir ilmini herkesin bilemeyeceğini, bu yüzden de ehil olmayanların bu ilmi kötüye kullanabileceklerini söyler. İman hizmetinin cifr ilminden yüz derece daha kıymetli olduğunu, cifr ilminin insanı meşgul edip iman hizmetinden uzaklaştırabileceğini anlatır.
Üstad Bediüzzaman’ın dikkat çeken yönlerinden birisi de, eserlerinde cifir ilmine de yer vermesidir. Mazide ve günümüzde cifir ilmi hayli tartışılmıştır ve hâlâ da tartışılmaktadır.
Bu konuda, şu hususlara dikkat çekmekte fayda görüyoruz:
1-Her şey bizim malumatımıza münhasır değildir. Bir ilmi bizim bilmeyişimiz, olmadığına delâlet etmez. “Onlar, ilmen ihata etmedikleri ve te’vili daha kendilerine gelmemiş şeyi yalanladılar” ayetini unutmamak gerekiyor. (Yunus, 39)
Kur’an harflerinin ve kelimelerinin istikbaldeki bir kısım hâdiselere işaretini, çok az müfessirin yazmış olması reddini gerektirmez.
2- Bu ilim, Kur’an’ın nüzulûnden önce de bilinmekteydi. Meselâ, Yahudilerden bir topluluk, Hz. Peygamberden (Elif-Lâm-Mîm) şeklinde huruf-u mukattaayı duyunca, ebced hesabıyla (harflerin rakam değeriyle), O’nun ümmetinin ömrünün az olacağına istidlalde bulunur. Hz. Peygamber, diğer huruf-u mukattaalardan okur. Adamlar, her yeni huruf-u mukattaayı duyunca şaşkına döner, “Biz senin durumundan bir şey anlayamadık” deyip ayrılırlar.
3-Sayıları az da olsa bir kısım âlimler, cifir ilmiyle ayetlerden gaybî istihraçlarda bulunmuşlardır. Molla Cami’nin Beldetüntayyibetün (temiz bir belde) (Sebe, 15) ifadesinin ebced değeriyle, İstanbul’un Hicri 857’de fethine tarih düşmesi meşhurdur.
Meşhur müfessirlerden Alusî’nin tefsirinde kaydettiği şu hâdise de, mevzumuza güzel bir misaldir:
“İbn-i Hallikan tarihinde zikrediyor ki, Selahaddin-i Eyyubî Haleb’i fethettiğinde, Kâdı Muhyiddin güzel bir şiirini okudu. Cümleleri arasında şu ifade de vardı:
“Şehbakal’ayı Safer ayında fethettin,
Recebte de Kudüs’ü fetihle mübeşşersin”
Dediği gibi çıkınca kendisine “Bunu nerden bildin?” diye soruldu. “ İbnu Berrecan’ın Rum Suresi’nin baş kısmını tefsirinden aldım” diye cevap verdi.
Alusî, sözüne devamla İbnu Kemâl’in Enbiya suresi 105. ayetten, Yavuz Sultan Selim’in Mısır’ı fethetmesini istinbat ettiğini anlatır.
Bediüzzaman, cifri kullandığı yerlerde hiç bir zaman “Âyetin açık mânâsı budur” dememiştir. Söylediği şudur: “Ayetin sarîh manasının altında müteaddit tabakalar var. Bir tabakası da, işarî ve remzî manadır. İşârî mana da bir küllîdir; her asırda cüz’iyatları bulunur.”
Bediüzzaman’ın ilm-i cifir hakkındaki şu ifadeleri de çok mühimdir:
“İlm-i cifir, meraklı ve zevkli bir meşgale olduğundan, vazife-i hakîkiyeden alıkoyup meşgul ediyor. Hatta kaç defadır esrar-ı Kur’an’iyeye karşı o anahtar ile bazı sırlar açılıyordu. Kemâl-i iştiyak ve zevk ile müteveccih olduğum vakit kapanıyordu. Bunda iki hikmet buldum:
Birisi: ‘Gaybı ancak Allah bilir' (Neml, 65) yasağına karşı, hılaf-ı edebde bulunmak ihtimali var.
İkincisi: Hakaik-ı esasiye-i imaniye ve Kur’an’iyenin berahin-i kat’iye ile ümmete ders vermek hizmeti ise, ilm-i cifir gibi ulum-u hafiyenin yüz derece fevkinde bir meziyet ve kıymeti vardır. O vazife-i kudsiyede kat’î hüccetler ve muhkem deliller, su-i istimale meydan vermiyorlar. Fakat cifir gibi, muhkem kaidelere merbut olmayan ulum-u hafiyede su-i istimal girip, şarlatanların istifade etmeleri ihtimalidir.”
Görüldüğü gibi, cifir ilmi gizli ilimlerdendir ve çok nadir kimselere hitab etmektedir. İman ve Kur’an hakikatleri ise, herkese seslenmektedir. Hem herkesin onlara ihtiyacı vardır. Bu gibi noktalardan dolayı ve “ Gaybı ancak Allah bilir” yasağına karşı, edebe aykırı harekette bulunmamak için Bediüzzaman, bu ilmin ayrıntılarını eserlerine yansıtmamıştır. Yansıttığı miktar, altı bin küsûr sayfalık tefsirinin içinde az bir bölüm teşkil etmektedir. Bunda asıl maksadı, o günün ağır şartları altında hizmet eden talebelerine bir şevk kaynağı olmasıdır.
Cifr ilmi, İslâm medeniyeti dışında Eski Yunan medeniyetinde, Ortadoğu medeniyetlerinde, Yahudi ve Hıristiyan medeniyetlerinde, Asur, Babil ve Mısır’da da gelecekten haber vermek maksadıyla kullanılmıştır.
İslâmiyette ebced sistemindeki harflere verilen değerler vasıtasıyla bazı âyet ve hadislerdeki sırları ortaya çıkarmak için kullanılmıştır. Meselâ Hz. Ali (r.a.) Kur’ân-ı Kerimdeki bazı mukatta’a harflerinden Sıffin Savaşının tarihini çıkarmıştır.
Hulasa; Ebced hesabı geleceği keşfetmeye yeterli bir kaynak değildir. Gelecek Allah’ın ilminde, irâdesinde ve kudretindedir. Allah bildirmedikçe hiçbir kimse, hiçbir hesaplamayla yarının ne olacağı hakkında bir malumata sahip olmaza veya tahminde bulunamaz.
Dipnotlar:
1. Yazır M.H. Elmalılı Tefsiri, s. 3956.
2. İbn-i Kesîr, Tefsîrü’l-Kur’ani’l-Azîm: 1/38; Tefsîrü’t-Taberî, 1/71-72; Suyûtî, ed-Dürrü’l-Mensûr, 2/22; Şuâlar, s. 613.
3. Sikke-i Tasdik-i Gaybî, s. 63, 101, 125.
4. Ahkaf, 46/23.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü