Kıyamet muğayyebatı hamseden sayılıyor; diğer dördü nedir? Madem muğayyebatı hamsedendir, Muazzez Üstadımızın kıyametle alakalı tespitlerini nasıl anlamalıyız?
Değerli Kardeşimiz;
Lokman suresinin 34. ayetinde geçen beş husus, Hz. Peygamber (asm) tarafından “Gaybın anahtarları” şeklinde tavsif edilmiştir. Alakalı ayetin meali şöyledir:
“Kıyametin ilmi Allah katındadır. Yağmuru o indirir. Rahimlerde olanı bilir. Hiç kimse yarın ne kazanacağını bilmez. Hiç kimse nerede öleceğini de bilmez. Şüphesiz Allah Alîm’dir, Habîr’dir.” (Lokman, 31/34)
Muğayyebat-ı hamse / beş bilinmeyen şey:
1) Kıyametin ilmi,
2) Yağmurun yağışı,
3) Ceninin keyfiyeti,
4) Kişinin yarın ne kazanacağı,
5) Kişinin nerede öleceği.
Bu beş husustan 1., 4. ve 5. maddelerde herhangi bir ihtilaf söz konusu değildir. Hiç kimse, “Bu hususları biz de biliyoruz; öyleyse bunlar gayb değildir.” diyemez.
“Yağmuru o indirir” ve “Rahimlerde olanı bilir” hususları ise “Acaba bunları başka insanlar da bilebilirler mi?” şeklinde değerlendirmelere konu olmaktadırlar.
Bu tartışmaların sebebi, günümüzde hayli gelişen hava tahmin aletleriyle, hava durumunun önceden az- çok tahmin edilmesi; röntgen ışını ve ultrasonla, ana rahmindeki ceninin kız mı yoksa erkek mi olduğunun tesbit edilmesidir. Bu aletler bulunmazdan ve bilinmezden evvel müfessirler, bu iki hususu “mutlak gayb” şümulünde değerlendirirken, günümüzdeyse bazı araştırmacılar “bunların izâfî gayba dâhil olup bilinebileceğini” söylemektedirler.
Bu meselede, şu noktalara temas etmekte fayda mülahaza ediyoruz:
1) “Yağmuru o indirir” ayeti, yağmurun nüzulünü Allah’a nisbet etmektedir. Yoksa ayetin manası “Yağmurun ne zaman yağacağını o bilir.” değildir. Bazı müfessirler ayetin tefsirinde; “Yağmurun ne zaman yağacağını ancak Allah bilir.” demeleri üzerine, bu mana halk arasında şöhret bulmuştur. Demek bu noktada gelen itiraz, ayete değil, ayetin tefsirinedir.
2) Suni bombalarla yağmur yağdırma teşebbüsleri “yağmuru insanlar da yağdırabiliyor” manasına gelmez. Bu nevi teşebbüsler, yağmurun teşekkülü için lüzumlu kanunları bulup, onlardan istifade etmeye çalışmaktan ibarettir. Yoksa hiç yoktan yağmur indirmek değildir. Kaldı ki, bunun büyük bir riski de olduğundan kolay kolay teşebbüs edilememektedir.
3) Meteoroloji uzmanlarının yaptığı, atmosferde meydana gelen şartları tesbit edip tahminde bulunmaktır. Dolayısıyla, bu tesbit gaybda olanı tesbit değil, şehadete çıkmış olanı göstermektir. Bunun bir benzerini romatizmalı kişiler de yapmakta, yağmurun geleceğini bir gün önceden hissedebilmektedirler.
4) Ayet, yağmurun belli bir kanuna bağlanmadığını gösterir. Onun bağlandığı kanuna, her an değişmeye maruz birçok şartlar, müessir amiller iştirak etmektedir. Güneşi belli bir kanunla her gün bizlere gösteren ilahi irade, yağmuru böyle bir kanuna bağlı kılmamıştır. Dilediği yere bol verir, dilediği yere az. Dilediği zaman rahmet olarak indirir, dilediği zaman ise sele çevirir.
5) “Rahimlerde olanı bilir.” ayeti, “Rahimlerde olanın kız mı erkek mi olduğunu ancak Allah bilir.” demek değildir. Fakat bazı müfessirler ayetin tefsirinde bunu da kaydettiklerinden, ayetin manası halk arasında böyle yerleşmiştir.
Tefsircilerin yaptıkları izah, sadece erkeklik-dişilik açısından olmayıp “said mi şaki mi, tek mi çift mi, sağlam mı hasta mı ve bunlar dışındaki diğer durumları Allah bilir” şeklindedir.
Görüldüğü gibi bu hususlar, çocuğun kader programına kadar şümulü olan bir izahı ihtiva etmektedir. Çünkü rahimdeki ceninin kız veya erkek oluşu, onun sadece bir hususiyetidir. Hâlbuki onun kader programı milyarlarca ihtimali bünyesinde barındırmaktadır. Röntgen ve ultrasonla, ceninin yüzünün siması bile bilinemezken, ondaki diğer insanlardan farklılık arzeden kabiliyetlerinin bilinmesi elbette mümkün değildir.
Serdedilen bu mülahazalar ışığında “yağmurun inişi” ve “ceninin keyfiyeti” meselesini gayba dâhil etmekte bir mahzur yoktur.
Sualin diğer kısmına gelince, cifir ve ebced bir ilim dalıdır. Allah’ın gelecek ve geçmişle alakalı koyduğu bazı sırların anlaşılması ve şifrelerin çözülmesi için kullanılmaktadır. Fakat bunlar gaybı bilmek değildir. Sadece okumasını bilmektir.
İşte ebced ve cifir ilmi de Allah’ın geçmişe ve geleceğe yönelik koyduğu bazı şifreleri öğrenme ve okuma sanatıdır.
Bu ilim dalının esasını Hz. Ali (r.a) Peygamber Efendimizden (asm) öğrenmiştir. Bu nedenle bu ilmin kaynağı vahye dayanmaktadır. Hz. Ali (ra) aldığı bu sırları bazı kaide ve düsturlarla tesbit etmiştir. Bilhassa seyyidlerin bildiği söylenen bu kaideleri kemaliyle ahir zamanda geleceği müjdelenen mehdinin bilebileceği söylenmiştir.(1)
Bu ilmin bazı Yahudiler tarafından da bilindiğini gösteren izahlar vardır. Mesela; “elif, lam, mim” ayeti okununca Yahudiler ümmet-i Muhammedin ömrünün az olacağını söylemişler; fakat Peygamber Efendimiz (asm) başka ayetler okuyunca seslerini kesmişlerdir.(2)
Diğer bir misal ise, Kur’an’da geçen “beldetü'n-tayyibetün” ifadesidir. Bu ifade ebced ilmiyle hesab edilince İstanbul'un fetih tarihi çıkmaktadır.(3)
İşte Kur’an ve hadislerde gizlenmiş bu sırları okuma ilmine ebced ve cifir ilmi denilmektedir.
Bu konuda geniş izahlar ve misaller için Abdulkadir BADILLI’nın Envar Neşriyat yayınlarında çıkan “Kudsi Kaynaklar” isimli eserine bakılabilir.
Allah’ın ilmi, ezelden ebede kadar olmuş ve olacak bütün hadiseleri, zamanları ve mekânları ihata etmiştir. O ilmin haricinde hiçbir şey kalamaz ve ondan saklanamaz.
Henüz vukua gelmemiş gaybi hâdiseleri ancak Allah bilir. Allah’tan başkası gaybı bilemez.
İstikbalden haber vermekte kullanılan ilim, cifir ilmi ve ebced hesabıdır. Arapça harflerin her birinin belli bir rakam değeri vardır. Bu ebced hesabı, İslamiyet’ten evvel de bilinmekteydi. Bu hakikati, Üstad Bediüzzaman şöyle teyid eder:
“Bir zaman, Benî-İsrâil âlimlerinden bir kısmı huzur-u peygamberî de surelerin başlarındaki ‘elif-lâm-mim’ gibi harfleri işittikleri vakit, hesab-ı cifrî ile dediler: ‘Ya Muhammed! Senin ümmetinin müddeti pek azdır.’ Onlara dedi: ‘Az değil.’ Sair surelerin başlarındaki mukattaatı (kesik harfleri) okudu ve ferman etti: ‘Daha var.’ Onlar sustular."
“...Hazret-i Ali’nin (r.a) Kaside-i Celcelûtiyesi, baştan nihayete kadar, bir nevî ebced ve cifir hesabı üzerine telif edilmiştir. Hem, Cafer-i Sadık ve Muhyiddin-i Arabî (k.s) gibi gaybi sırlar ile uğraşan zatlar ve harf ilminin sırlarına çalışanlar, bu ebced hesabını gaybi bir düstur ve bir anahtar kabul etmişler.”(4)
İşte, ahir zamandan ve kıyametten haber veren bir hadis-i şerifi, Bediüzzaman Hazretleri ebced ve cifir ilmiyle tahlil etmiş ve bazı tarihler çıkarmıştır.
“Lâ tezâlü tâifetün min ümmetî zâhirine ale’l-hakkı hatta ye’tiyallahü bi emrihî.”
Mealen: “Ümmetimden bir taife Allah’ın emri gelinceye kadar (yani kıyametin kopmasına kadar) hak üzerinde galip olacaktır.”
“Lâ tezâlü tâifetün min ümmetî.” Ebced ve cifir ilmiyle rakam değeri Rûmi tarihle 1542. (miladi 2126)
“Zâhirine ale’l-hak.” Rûmî 1506 (miladi 2090)
“Hattâ ye’tiyallahü bi emrihî.” Rûmi 1545 (miladi 2129)
Risâle-i Nur talebelerinin ne zamana kadar devam edeceğini düşündüğü bir sırada, Ramazan-ı Şerifin onuncu gününün ikinci saatinde birden kalbine bu hadisin ihtar edildiğini söyleyen Bediüzzaman, 1506 tarihine, yani, 2090 miladi tarihine kadar zahir, aşikârâne, belki galibane hizmetler yapılacağını, sonra 1542 tarihine kadar, yani, miladi 2126 yılına kadar, gizli ve mağlûbiyet içinde irşad ve tenvir vazifesini sürdüreceğini; sonra 1545 de, yani miladi 2129 yılında kâfirlerin başında kıyametin kopmasını îma ettiğini ve bunların Allah’ın ilminde olup ve doğrusunun Allah tarafından bilinebileceğini ifâde eder.
Fatiha-i Şerif’de, sırat-ı müstakîm üzerinde olan, yâni doğru yoldan gidenleri tarif eden “Ellezîne en’amte aleyhim” fıkrasının şeddesiz 1506 veya 1507 ederek, “Zâhirine ale’l-hak” fıkrasının rakam değerine aynen denk gelmesi, hadisin imasını teyid edip remz derecesine yükseltmesi de çok manidardır.
Dipnotlar:
1) Kâtip Çelebi, Keşfuzzunun, İlmu Cifir Maddesi.
2) İbn Hacer, Fethu’l-Barî, 11/351.
3) İsmail Hekimoğlu, Yeni Ansiklopedi, Ebced Maddesi.
4) Şuâlar, Birinci Şua.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar