"Korku", "Şüphe", "Vesvese" münasebeti nasıldır?
- Risalelerde vesveseye önem vermemek, modern bilimde ise korkunun üzerine gitmekten bahsediliyor!
Değerli Kardeşimiz;
İnsan olarak imtihanda olduğumuz için; bize ihsan edilen duygu, aza ve mallarımızın hayırlı tarafı olduğu gibi, zararlı ve şer tarafı da mevcuttur. Hayırlı tarafı yaratılışa, şer tarafı da bize ve irademize bakar.
Korku hissi, maddî ve manevî hayatımızı muhafaza etmek için Allah’ın (c.c) ruhumuza taktığı bir histir. Korku, hakikatte olmayan şeyleri varmış gibi kabul edip hayatımızın mahvına da sebep olabilir.
Vesvese ise; lakayt ve ciddiyetsiz vaziyetimizi ciddiyete sevk etmek için, Allah tarafından şeytan vasıtasıyla bize musallat olmaktadır.
Vesvese; şeytanın, insanın kalbine ilka ettiği kuruntu veya aslı olmayan şeyleri varmış gibi göstermesidir.
Vesvese; kelime olarak hışırtı, fısıltı manasında gizli ses demektir. Bu münasebetle gönülde tevali ve tekerrür eden gizli söze “vesvese”; ve bir nefse böyle bir söz ilka etmeğe de, “vesvese vermek” denilir.
Vesvese, ciddiyete sevk etmeye ve tayakkuza vesile olsun diye verilmiş iken, insanın hayatını zehire de çevirebilir.
"İfrata varmamak, hem galebe çalmamak şartıyla, asl-ı vesvese teyakkuza sebebdir, taharriye dâîdir, ciddiyete vesiledir. "(Sözler)
Vesvesenin akla, hayale ve kalbe gelmesi, düşünülüp tasavvur edilmesi bir hüküm ifade etmez. İmana da bir zararı dokunmaz. Vesvesenin asıl zararı, insanın onu kendi kalbinden zannetmesidir.
"Vesvesenin zararı, tevehhüm-ü zarardır." (Sözler)
Tevehhüm; vehmetmek, gerçekte olmayan bir şeyi var gibi görmek demektir. İnsan iradesinin dışında kalbe gelen vesveselerin gerçekte insanın imanına hiçbir zararı olmadığı halde, onları zararlı kabul etmek de bir vehimdir. İşte vesvesenin asıl zararı onu zararlı vehmederek rahatsız olmak, imandaki yakinine zarar verdiğini sanmaktır. Bu yanlışın en güzel reçetesi şu cümlelerdir:
“Hem bununla beraber, o çirkin sözler, senin kalbin sözleri değil. Çünkü senin kalbin, ondan müteessir ve müteessiftir.”
Bu konuda şu güzel misal verilir:
Bir insan hem kendi yüzünü yumrukluyor hem de bağırıp çağırıyorsa, burada bir terslik vardır. Onun ağlaması gösteriyor ki, onun yüzünü yumruklayan kendisi değil, görünmeyen gizli bir eldir.
İşte bu misâl gibi, bir insan da kalbine gelen kötü sözlerden feryat ediyorsa bu sözleri kalbe atan gizli bir el var demektir. Yoksa hem o sözleri kalbe mal etmek hem de kalbin bundan rahatsız olması bir tezattır; aklen mümkün değildir. İşte o gizli el şeytan eli, o sözler de onun vesveseleridir.
İnsan bu gibi düşünce ve vehimleri, ancak kalbi ile tasdik edip savunur bir vaziyete gelirse, o zaman o vehim ve vesvese bir itikat ya da şüphe olmuş olur ve insan o zaman mesul olur. Bunun dışında hiçbir surette akıldan ve hayalden geçen vehim ve vesvese insanı mesul etmez.
Şüphe kalbin itikat hususunda bir tereddüde düşme hali iken, vesveseler ise, akla ve kalbe irade dışı gelen hükümsüz bir vehimdir, şeytanın bir tuzağıdır.
Vesvese teyakkuza, kusurumuzu anlamaya ve terakkiye sebep olduğundan onu tamamen def etmek mümkün değildir.
Bazı korkuların aslı ve hakikati olduğu hâlde, bazıları ise vesveseden kaynaklanmaktadır. Meselâ; Allah’tan, cehennemden, yüksek yerden atlamaktan, tren gibi cesim şeylerin altında kalmaktan korkmak hakiki bir korkudur. Bunların vesvese ile alakaları yoktur. Bunlara karşı tedbir geliştirmekle ve kurtuluş yolu hususunda ilim sahibi olmakla korkumuz geçer. Ama aslı astarı olmayan şeyler hakkında korkunun ilacı ise, vesvese hususunda Üstadımızın bahsettiği gibi lakayt kalmak, büyütmemek ve mahiyetini bilmektir.
˝Ey maraz-ı vesvese ile mübtela! Biliyor musun vesvesen neye benzer? Musibete benzer. Ehemmiyet verdikçe şişer. Ehemmiyet vermezsen söner. Ona büyük nazarıyla baksan büyür. Küçük görsen, küçülür. Korksan ağırlaşır, hasta eder. Havf etmezsen hafif olur, mahfî kalır. Mahiyetini bilmezsen devam eder, yerleşir. Mahiyetini bilsen, onu tanısan gider. Şu vesvese öyle bir şeydir ki, cehil onu davet eder, ilim onu tardeder. Tanımazsan gelir, tanısan gider.˝ (Sözler)
Emerson’un meşhur, “Korkunun kaynağı bilgisizliktir.” ifadesi, insanın bilmediği şeylerin düşmanı olduğunu, bundan dolayı onlardan korktuğunu anlatır. Bu korkuyu, korktuğu şeyi tanımakla atlatabilir.
Benjamin Disraeli’nin, “Başarı, cesaretin çocuğudur.” ifadesi ise, faydalı işleri yapmayı niyet ederken veya düşmanla karşılaşılırken, korku hissi elimizden tutup oturtturur ve başarısızlığa götürür. Cesaret ise işin üzerine gitmeyi sağlayıp başarıyı doğurur. Bu manayı şu ifadeler de desteklemektedir:
“Cesaret insanı zafere, korkaklık ölüme götürür.”(Seneca)
“Cesareti olmayan adamın başarısı olmaz.”(PuldıusCyrus)
“Cesaretle dolu bir insan, inançla dolu bir insandır.”(Çiçero)
“Hata yapmaktan korkan insan, hiçbir şey yapamaz.”(Lincoln)
"Korkunun ecele faydası yoktur." atasözü de gerçek korkudan bahsetmekte ve bir şeyden korkarak değil, üzerine giderek ve tedbirler geliştirerek kurtulabileceğimizi sağlar.
“Kork Allah’tan korkmayandan.” atasözü de bu konuda çok manidardır. Çünkü Allah’a ve âhirete inanmayan insanların, âdeta yaptıklarından hesaba çekilmeyeceklerine olan itikatleri hasebiyle, çok acımasızca kötülük yapabilecekleri vurgulanır. Demek Allah korkusu, öte dünyaya inanan insanları pek çok kötülükten uzak tutar. Çünkü yaptığı kötülüklerin cezasız kalmayacağını bilir ve kolay kolay kötülük yapamaz.
Korkunun vehim ve vesvese kısmının izahını ve şeytanın bir desisesi olduğuna delil sadedinde, bizzat Üstadımızın ifadelerine yer verelim.
“İnsanda en mühim ve esaslı bir his, hiss-i havftır. Dessas zalimler, bu korku damarından çok istifade etmektedirler; onunla korkakları gemlendiriyorlar. Ehl-i dünyanın hafiyeleri ve ehl-i dalâletin propagandacıları, avâmın ve bilhassa ulemanın bu damarından çok istifade ediyorlar, korkutuyorlar, evhamlarını tahrik ediyorlar."
"Meselâ, nasıl ki damda bir adamı tehlikeye atmak için, bir dessas adam, o evhamlının nazarında zararlı görünen birşeyi gösterip, vehmini tahrik edip, kova kova, tâ damın kenarına gelir, baş aşağı düşürür, boynu kırılır. Aynen onun gibi, çok ehemmiyetsiz evhamla çok ehemmiyetli şeyleri feda ettiriyorlar. Hattâ, bir sinek beni ısırmasın diyerek, yılanın ağzına girer."
"Bir zaman Allah rahmet etsin mühim bir zat kayığa binmekten korkuyordu. Onunla beraber bir akşam vakti İstanbul’dan Köprüye geldik. Kayığa binmek lâzım geldi. Araba yok. Sultan Eyüb’e gitmeye mecburuz. Israr ettim."
Dedi: “Korkuyorum; belki batacağız.”
Ona dedim: “Bu Haliç’te tahminen kaç kayık var?”
Dedi: “Belki bin var.”
Dedim: “Senede kaç kayık gark olur?”
Dedi: “Bir iki tane. Bazı sene de hiç batmaz.”
Dedim: “Sene kaç gündür?”
Dedi: “Üç yüz altmış gündür.”
Dedim: “Senin vehmine ilişen ve korkuna dokunan batmak ihtimali, üç yüz altmış bin ihtimalden birtek ihtimaldir. Böyle bir ihtimalden korkan, insan değil, hayvan da olamaz.”
Hem ona dedim: “Acaba kaç sene yaşamayı tahmin ediyorsun?”
Dedi: “Ben ihtiyarım. Belki on sene daha yaşamam ihtimali vardır.”
"Dedim: 'Ecel gizli olduğundan, her bir günde ölmek ihtimali var. Öyle ise, üç bin altı yüz günde her gün vefatın muhtemel. İşte, kayık gibi üç yüz binden bir ihtimal değil, belki üç binden bir ihtimalle bugün ölümün muhtemeldir. Titre ve ağla, vasiyet et.' dedim. Aklı başına geldi, titreyerek kayığa bindirdim. Kayık içinde ona dedim:"
“Cenâb-ı Hak havf damarını hıfz-ı hayat için vermiş, hayatı tahrip için değil. Ve hayatı ağır ve müşkül ve elîm ve azap yapmak için vermemiştir. Havf iki, üç, dört ihtimalden bir olsa, hattâ beş altı ihtimalden bir olsa, ihtiyatkârâne bir havf meşru olabilir. Fakat yirmi, otuz, kırk ihtimalden bir ihtimalle havf etmek evhamdır, hayatı azâba çevirir.”(1)
(1) bk. Mektubat, Yirmi Dokuzuncu Mektup, Altıncı Risale.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar
Ehl-i dünya bir general diyor ki; 'düşmanını tanırsan, günün intizamlı ve nizamlı geçer'. Vesselam
benim de bundan biraz farklı bir durumum var.ben namazdayken küfre sebep olacak bir şey aklıama geliyor.bendeki dürtüsel bir hastalık sonucu o düşünceye meylediyorum.ama bunu bilerek yapmıyorum o dürtüyü kontrol edemiyorum.bu neredeyse her namazda oluyor.Acaba benim bundan sorumluluğum varmı yada eğer böyle bir şeyi yaptığımda namazı tekrarlayayım mı yoksa devam mı edeyim