"Meşiet-i İlahiye ile vücuda gelen işlerde, 'inşallah, inşallah' yerinde, bilerek 'tabii tabii' demek ne kadar hata..." Günlük hayatta "tabii, tabii" demek mahsurlu mu?
Değerli Kardeşimiz;
"Madem ilm-i İlahiye ve irade-i Rabbaniyeye mevcudat adedince, belki mevcudatın şuunatı adedince delalet ve şehadet vardır. Elbette, bir kısım feylesofların irade-i İlahiyeyi nefiy ve bir kısım ehl-i bidatın kaderi inkâr ve bir kısım ehl-i dalaletin, cüz’iyata adem-i ıttılaını iddia etmeleri ve tabiiyyunun bir kısım mevcudatı tabiat ve esbaba isnad etmeleri, mevcudat adedince muzaaf bir yalancılıktır ve mevcudatın şuunatı adedince muzaaf bir dalalet divaneliğidir. Çünkü hadsiz şehadet-i sadıkayı tekzip eden, hadsiz bir yalancılık işlemiş olur."
"İşte, meşiet-i İlahiye ile vücuda gelen işlerde, 'inşallah, inşallah' yerinde, bilerek 'tabii, tabii' demek ne kadar hata ve muhalif-i hakikat olduğunu kıyas et." (Mektubat, Yirminci Mektup, İkinci Makam.)
Meşiet-i İlahi; Allah’ın dilemesi demektir. Allah dilemedikçe insan hiçbir şey yapamaz, istediği arzusuna nail olamaz. Nitekim bir ayette mealen şöyle buyurulur:
“Allah dilemedikçe siz hiçbir şey dileyemezsiniz...” (İnsan, 76/30)
İnsan yürümeyi dilemezse, yerinden kalkmazsa Allah onu yürütmez. Yürümeye karar verirse, Allah da onu yürütür ve istediği yöne götürür.
Bazı işler de vardır ki, insan bir işi yapmaya niyetlenir ve karar verir, ama Allah küllî iradesiyle ona izin vermez. Mesela İstanbul’a gitmek için bilet alır, ama seyahat edeceği gün rahatsızlanır veya bir yakını vefat eder, o da o menzile varamaz.
İnsanın bir şeyi irade etmesi, o işin mutlaka meydana geleceğini göstermez. Esas olan Allah’ın dilemesidir. O dilerse, kul arzusuna nail olur, dilemezse hiçbir iş vücuda gelmez. Bütün havl ve kuvvet Allah’tandır, her şeyin dizgini O’nun elindedir.
Her gün üzülerek şahid olduğumuz trafik kazaları bunun en açık delilidir. Kaza yapan bir otobüsteki yolcular, otobüse kendi iradeleriyle binmiş ve bir şehre doğru yola çıkmışlardır. Lakin Allah dilemediği için yolcular diledikleri şehre gidememiş, kimisi de Allah’ın dilediği kabir âlemine göçmüştür.
Buradaki “tabii, tabii” ifadesi, tabiatperestlik mânasında kullanılıyor. Yani kişi kâinatta cereyan eden işleri meşiet-i İlahiden değil, tabiattan biliyor ve bunu da "tabii, tabii" şeklinde ifade ediyor. Yoksa mü’minlerin gündelik hayatta kullanmış oldukları "tabi" ifadesi, küfür mânasına gelen tabiatçılık değildir.
Ama usûlen "tabi, tabi" ifadesi yerine ağzımızı "inşallah, inşallah" kelimesine alıştırmamız daha güzel ve daha isabetlidir. Aynı zamanda Allah’ın emridir. Nitekim ayet-i kerimede bu husus peygamberimizin şahsında bütün ümmete bir emr-i ilahî olarak şöyle ifade edilir.
“Hiçbir şey hakkında: 'Ben yarın mutlaka şu işi yapacağım.' deme. Ancak: İnşallah; Allah izin verirse yapacağım.’ de. Bunu söylemeyi unuttuğun zaman Rabbini hatırla ve ‘Umarım ki Rabbim beni bundan daha yakın bir vakitte dosdoğru ve güzel bir muvaffakiyete eriştirir.’ de.” (Kehf, 23-24)
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar