Muallimlerin Allah’tan bahsetmemelerinin sebebi ne olabilir? Onlara bedel, fenlerin dinlenmesi tavsiyesinin hikmeti nedir?
a. Üstad’ımızı ziyaret eden talebelerden bir tanesinin ağabeylerden biri olduğu söyleniyor. Bu hususta malumatınız var mıdır?
b. “Muallimlerin Allah’tan bahsetmemeleri”nin sebebi; ilgisizlikten midir, yoksa dine muhalefetten ve rejimin gayesine hizmet etmelerinden midir?
c. "Muallimlere bedel, fenlerin dinlenmesi" tavsiye ediliyor. Bunun sebebi ve hikmeti nedir?
Değerli Kardeşimiz;
a. Abdullah Yeğin Ağabey Kastamonuludur ve Üstad Kastamonu’ya getirildiğinde lisede talebe imiş. Arkadaşlarıyla birlikte Üstadı ziyaret etmişler ve malum suali sormuşlar.
b. Muallimlerin bir kısmı maksatlı olarak dinden bahsetmese de, büyük ekseriyet maişetinden endişe ile ders kitaplarının haricine çıkmaktan çekinmekte, yazılı müfredata aynen bağlı kalmayı tercih etmektedir.
Üstadımıza bu sualin sorulduğu dönemde, memleketimizde, kendi gençlerimizi, tarafsızlık adına, “gayesiz ve başıboş” yetiştiren bir eğitim anlayışı benimsenmişti. Bu yanlış anlayış, halen varlığını sürdürmektedir. Mesela, tarih kitaplarımız gençlerimize kendi tarihini ve ceddini sevdirmekten çok uzaktır. Maalesef bizde ise, tarihimizin semasında celâdetiyle, irfan ve imanıyla parıldayan nice fazilet güneşleri nisyan bulutlarıyla perdelenmiştir.
Hâlbuki laiklik dersi aldığımız Batı ülkelerinde durum hiç de böyle değildir. Onlar gençlerine dost ve düşmanı çok iyi tanıtırlar. Büyük ekseriyeti ateist olan bugünkü Batı gençliği bile bu eğitimin tesiriyle, İslam âlemine menfi olarak bakmakta, Müslümanlara düşman olmakta, inanmasa bile, Avrupa birliğinin bir Hıristiyan kulübü şeklinde vazife yapmasına taraftar olmaktadır. Bunda, eğitimin büyük tesiri vardır.
Bizdeki idareciler, aynı tarafsızlık mantığını din konusunda da tatbik etmişler, ders kitaplarında Allah’tan bahsetmeyi laik ve tarafsız eğitime zıt görmüşlerdir. Bu mantık, üniversitelerimizde bile, belli dallarda halen hükmetmektedir. Meselâ, botanik dalında ihtisas yapanlar, evrim teorisini bir kanun gibi kabul etmeye zorlanırlar. Bunun neticesi olarak, yaratılış konusunda dinî kaynaklara kesinlikle yer vermemeye büyük hassasiyet gösterirler. Evrimci öğretim üyelerinin kendilerini doktora ve doçentlik safhalarında engelleyeceklerinden korkarlar.
Üstad'ın zamanında ise, dine karşı açıkça bir tavır alınmış, Kur’an okutulmasına izin verilmemiş, ezanın dahi aslî haliyle okunması bir müddet yasaklanmıştır. Demokrat Partinin başa gelmesiyle din ve vicdan hürriyetinde kısmî bir gelişme yaşanmışsa da, birçok müessesede yine muhalif zihniyet hâkim olduğundan, bütün müesseselere kâmil mânada aksedememiştir.
Kastamonu’da Üstad'a bu sual sorulduğunda da Milli Eğitimde tarafsızlık adına dine karşı bir hava hâkimdi. Öğretmenler, dine ve din âlimlerine yapılan baskıları da bizzat gördüklerinden, doğrudan Allah’tan bahsetme cesaretini kendilerinde bulamamışlardır.
c. Fenleri dinlemek, kâinat kitabındaki hikmetleri, mânaları bizzat o kitaptan öğrenmek demektir. Üstad Hazretleri o günkü talebelerin şahsında bütün talebelere şu mesajı vermektedir:
Öğretmenler Allah’tan bahsetmeseler de kâinattaki hikmetleri, mânaları, faydaları, gayeleri anlatmakla, aslında, Allah’ın isimlerinin tecellilerinden söz etmektedirler. Siz, öğretmenleri değil, kitaplardaki bu ibretli ve hikmetli dersleri dinleyiniz. Sıfat mevsufsuz olamayacağından, bu hikmetlerin de bir Hakîm’den, bu mânaların bir Alîm’den, bu faydaların bir Rahmân ve Rahîmden olduğunu düşününüz. Öğretmenleriniz, bu kâinat kitabındaki ince mânaları size ders verdikleri halde, kendileri şu veya bu sebeple Allah’tan bahsetmezlerse, onların verdikleri bilgilerden, iman ve marifet adına, faydalanmaya çalışınız.
“Sani'-i Zülcelal'in âlem-i ekberdeki san'atı o derece manidardır ki; o san'at, bir kitab suretinde tezahür edip, kâinatı bir kitab-ı kebir hükmüne getirdiğinden, akl-ı beşer, hakikî fenn-i hikmet kütübhanesini ondan aldı ve ona göre yazdı.”(1)
Âlem-i ekber olan kâinattaki her şey o kadar mâna ve hikmetle dolu ki, kâinatı bir kitab-ı kebir hükmüne getirmiş. Âlem-i asğar olan insan ise kendisine ihsan edilen o yüksek istidadıyla bu âlemdeki büyük-küçük her varlığı tefekkür etmekte ve aklına görünen mânaları kaleme alarak fennî makaleler, kitaplar yazmaktadır. Kâinattaki her şey o kadar çok ve derin mânalar taşıyor ki, bir insanın aklı bu kitabın tamamını incelemeye kâfi gelmediğinden, her bir ilim dalı kâinat kitabının bir harfini, bir kelimesini yahut bir cümlesini esas alarak onun taşıdığı mânaları ve hikmetleri anlamaya çalıyor. Astronomiden, anatomiye, hücrelerden genlere kadar her sahada araştırmalar yapılmış ve eserler ortaya konulmuştur. Üstadımız bu ilmî eserlerin tümüne “fenn-i hikmet kütüphanesi” diyor ve başına da “hakikî” kaydını koyuyor. Kâinat kitabı Allah’ın eseri, O’nun esmâ ve sıfatlarının ayinesi olarak kabul edildiği takdirde, onunla alâkalı bütün çalışmalar hakikî olur. On İkinci Söz’deki harika misali hatırlayalım; bu mânadan uzak araştırmalar Kur’ânın Allah kelamı olduğunu bilmeden ondaki harflerin nakışları üzerinde çalışmalar yapmaya benzer ki, böyle bir insan kâinat kitabı hakkında ne yazsa ve ne söylese hakikate nüfuz etmiş sayılmaz.
(1) bk. Mektûbat, Yirminci Mektup.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü