Risale-i Nur’da geçen tesbih ve zikirler nelerdir?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

Risale-i Nur, bir kitab-ı zikir olduğu için zikirlerle ve tesbihlerle doludur. Bu tesbihler, hakikatları ve hikmetleri bize anlatmaktadır. Ayrıca bu tesbih ve zikirlerin, kendi hususi ettiğimiz dualarda ve münacaatlarda kullanılması çok güzeldir. Hatta günlük hayatın içinde sürekli kullanılması hem sünnet hem bir ubudiyettir.

"Risale-i Nur Şems-i Kur'an-ı Mu'cizü'l-Beyan'ın elvan-ı sebası, Risale-i Nur'un menşur-u hakikatinde tam tecelli ettiğinden, hem bir kitab-ı şeriat, hem bir kitab-ı dua, hem bir kitab-ı hikmet, hem bir kitab-ı ubudiyet, hem bir kitab-ı emr ü davet, hem bir kitab-ı zikir, hem bir kitab-ı fikir, hem bir kitab-ı hakikat, hem bir kitab-ı tasavvuf, hem bir kitab-ı mantık, hem bir kitab-ı İlm-i Kelâm, hem bir kitab-ı İlm-i İlahiyat, hem bir kitab-ı teşvik-i sanat, hem bir kitab-ı belagat, hem bir kitab-ı isbat-ı vahdaniyet; muarızlarına bir kitab-ı ilzam ve iskâttır." (Emirdağ Lahikası-I, 60. Mektup)

Bir de Üstad Hazretleri bu tesbihlerin tefekkürde nasıl kullanılması gerektiğini de bize öğretiyor. Mesela, bir mananın açılması için getirdiği besmele çok manidardır.

"Mahşer-i acaib ve mecma-ı garaib olan bu üçüncü menzilin kapısını istirhamla çaldı, Bismillahi'l-Fettah ile açtı..." (Şualar, Yedinci Şua)

Ayrıca makbul zatların tesbihlerinin kendi dualarımızda ve ibadetlerimizde kullanılması onların makbul olmasına vesile olabilmektedir.

"Yâ Rab! Nasıl büyük bir sarayın kapısını çalan bir adam, açılmadığı vakit, o sarayın kapısını, diğer makbul bir zatın sarayca menus sadasıyla çalar; ta ona açılsın. Öyle de biçare ben dahi, senin dergâh-ı rahmetini, mahbub abdin olan Üveyse'l-Karanî'nin nidasıyla ve münacatıyla şöyle çalıyorum.O dergâhını ona açtığın gibi, rahmetinle bana da aç." (Sözler, Otuz İkinci Söz, Üçüncü Mevkıf)

Hizbu'l-Hakaik-i Nuriye / Büyük Cevşen'de bu tesbihlerin bazıları geçmektedir.

SÖZLER

اَشْهَدُ اَنْ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ Yani, "Hâlık ve Rezzak Ondan başka yoktur. Zarar ve menfaat Onun elindedir. O hem Hakîmdir, abes iş yapmaz; hem Rahîmdir, ihsanı, merhameti çoktur." diye itikad ettiğinden, her şeyde bir hazine-i rahmet kapısını bulur, dua ile çalar... (Sözler, Üçüncü Söz)

***

اَللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ الْحَىُّ الْقَيُّومُ

يَٓا اَللّٰهُ ve لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ

تَوَكَّلْتُ عَلَى اللّٰهِ (bk. age., Sekizinci Söz)

***

سُبْحَانَ رَبِّىَ الْعَظ۪يمِ Sözler (Büyük ve yüce olan Rabbimi her türlü noksandan tenzih ederim.)

سُبْحَانَ رَبِّىَ الْاَعْلٰى (En yüce olan Rabbimi her türlü noksandan tenzih ederim.).(bk. age., Dokuzuncu Söz)

***

" اٰمَنْتُ بِاللّٰهِ وَ مَلٰٓئِكَتِه۪ وَ كُتُبِه۪ وَ رُسُلِه۪ وَ الْيَوْمِ الْاٰخِرِ وَ بِالْقَدَرِ خَيْرِه۪ وَ شَرِّه۪ مِنَ اللّٰهِ تَعَالٰى وَ الْبَعْثُ بَعْدَ الْمَوْتِ حَقٌّ وَ اَنَّ الْجَنَّةَ حَقٌّ وَ النَّارَ حَقٌّ وَ اَنَّ الشَّفَاعَةَ حَقٌّ وَ اَنَّ مُنْكَرًا وَ نَك۪يرًا حَقٌّ وَ اَنَّ اللّٰهَ يَبْعَثُ مَنْ فِى الْقُبُورِ اَشْهَدُ اَنْ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ وَ اَشْهَدُ اَنَّ مُحَمَّدًا رَسُولُ اللّٰهِ "

(Meali: Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe, kadere, hayır ve şerrin Allah Teâlâdan geldiğine, ölümden sonra dirilişin hak olduğuna, cennetin hak olduğuna, cehennem ateşinin hak olduğuna, şefaatin hak olduğuna, Münker ve Nekir’in hak olduğuna, Allah’ın kabirlerdeki ölüleri tekrar dirilteceğine iman ettim. Allah’tan başka ibadete layık hiçbir ilah bulunmadığına ve Muhammed’in Allah resulü olduğuna şehadet ederim.) (bk. age., Onuncu Söz, Hatime)

***

سُبْحَانَكَ مَا عَرَفْنَاكَ حَقَّ مَعْرِفَتِكَ [ “Ey Rabbimiz! Seni bütün noksan sıfatlardan tenzih ederiz. Seni hakkıyla tanıyamadık.” (El-Münâvî, Feyzu’l-Kadîr 2:410; Mer’î b. Yûsuf; Ekâvîlü’s-Sikât s. 45).]

سُبْحَانَكَ وَبِحَمْدِكَ ["Sana hamd ederek, seni her türlü kusur ve noksandan tenzih ederiz." Bu ifade pekçok hadiste geçmektedir: (bk. Müslim, Salât 218; Ebû Dâvûd, Edeb 98; Nesâî, İftitâh 17; Müsned 6:77, 151).]

"...Sâni’-i Zülcelal’in kendi sanatının latîflerini, hârikalarını, antikalarını, sergilerle teşhirgâh-ı enamda neşrine karşı مَاشَاءَ اللّٰهُ deyip takdir ederek 'Ne güzel yapılmış!' deyip istihsan ederek بَارَكَ اللّٰهُ deyip müşahede etmek,.." (bk. age., On Birinci Söz)

***

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَمْدِه۪ [Her türlü noksan sıfatlardan yüce olan Allah’ın adıyla. “Hiçbir şey yoktur ki Allah’ı hamd ile tesbih etmesin.” (İsrâ, 17/44).] (bk. age., On Üçüncü Söz, İkinci Makam).

***

سُبْحَانَ مَنْ جَعَلَ خَزَائِنُهُ بَيْنَ الْكَافِ وَ النُّونِ (Kudretinin hazinelerini bir “Ol” emriyle var eden Zât-ı Zülcelâl her türlü kusurdan münezzehtir.) (bk. age., On Altıncı Söz, Dördüncü Şua)

***

سُبْحَانَ مَنْ بَسَطَ الْاَرْضَ عَلٰى مَٓاءٍ جَمَدْ ["Arzı, donmuş bir çeşit suyun üzerinde yayan zatı her türlü noksan sıfatlardan tenzih ederim." (Mecmuatü'l-Ahzab, 1:304; 2:554).] (bk. age., Yirminci Söz, Birinci Makam) -

***

وَ مِنَ اللّٰهِ التَّوْف۪يقُ وَ الْهِدَايَةُ (Tevfik ve hidayet ancak Allah’tandır.) (bk. age., Yirmi İkinci Söz, Birinci Makam) -

سُبْحَانَ مَنِ اخْتَفٰى بِشِدَّةِ الظُّهُورِ (Her türlü kusurdan münezzehtir o Zat ki, şiddet-i zuhurundan gizlenmiştir.) (bk. age., İkinci Makam)

سُبْحَانَ مَنْ تَحَيَّرَ ف۪ى صُنْعِهِ الْعُقُولُ [ “İşlerinde akılların hayrette kaldığı o Zât her türlü kusurdan nihayet derecede münezzehtir.” (Nevevî, el-Ezkar s. 292; İmam Ali [r.a.], Nehcu’l-Belâğa, s. 428).] (bk. age., İkinci Makam)

لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ (bk. age.)

اَشْهَدُ اَنْ لَٓا اِلٰهَ اِلَّٓا اَنْتَ وَحْدَكَ لَا شَر۪يكَ لَكَ (Senden başka hak mâbud olmadığına şehadet ederim. Sen birsin ve Senin hiçbir şerikin yoktur.)

لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ وَحْدَهُ لَا شَر۪يكَ لَهُ لَهُ الْمُلْكُ وَ لَهُ الْحَمْدُ يُحْي۪ى وَ يُم۪يتُ وَ هُوَ حَىٌّ لَا يَمُوتُ بِيَدِهِ الْخَيْرُ وَ هُوَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ

["Allah’tan başka ibadete lâyık hiçbir ilah yoktur. O birdir. Onun hiçbir ortağı yoktur. Mülk onundur. Her türlü hamd ve övgü de ona aittir. Hayatı veren de ölümü veren de odur. O, kendisine ölümün hiçbir çeşidi hiçbir zaman ârız olmayan ezelî hayat sahibidir. Her hayır onun elindedir. Onun kudreti her şeye yeter." (Buharî, Ezân: 155; Teheccüd: 21; Müslim, Zikir: 28,...; Tirmizî, Mevâkıt: 108; ...).] (bk. age., Yirmi İkinci Söz, Hatime)

***

حَسْبُنَا اللّٰهُ وَنِعْمَ الْوَك۪يلُ [“Allah bize yeter. O ne güzel Vekîl’dir.” (Âl-i İmrân, 3/173).]

"...O da ona mukabil, 'Mâşâallah' diyerek takdir ile 'Bârekellah' diyerek tahsin ile 'Sübhanallah' diyerek hayret ile 'Allahu Ekber' diyerek istihsan ile mukabele eder." (bk. age., Yirmi Üçüncü Söz, İkinci Mebhas)

***

سُبْحَانَكَ وَ بِحَمْدِكَ عَدَدَ خَلْقِكَ وَ رِضَاءَ نَفْسِكَ وَ زِنَةِ عَرْشِكَ وَ مِدَادِ كَلِمَاتِكَ وَ نُسَبِّحُكَ بِجَم۪يعِ تَسْب۪يحَاتِ اَنْبِيَائِكَ وَ اَوْلِيَائِكَ وَ مَلٰئِكَتِكَ

(Meali: “Mahlûkatının sayısınca, Zatına layık şekilde, Arşının ağırlığınca ve kelimelerinin mürekkebi miktarınca hamdinle seni her türlü noksandan tenzih ederiz.” (Müslim, Zikir: 79; Ebû Dâvud, Vitir: 24; Tirmizi, Daavât: 103; Nesâî, Sehv: 94; Müsned, 1:258, 353, 6:325, 430.) Bütün peygamberlerinin, evliyalarının ve meleklerinin tesbihatlarıyla seni kusurdan tenzih ederiz."

(...)

سُبْحَانَكَ بِجَم۪يعِ تَسْبِيحَاتِ جَم۪يعِ مَخْلُوقَاتِكَ وَ بِاَلْسِنَةِ جَم۪يعِ مَصْنُوعَاتِكَ (Bütün mahlukatının bütün tesbihatlarıyla ve bütün masnuatının lisanlarıyla Seni tesbih eder, kusurdan tenzih ederiz.) (Sözler, Yirmi Dördüncü Söz, Beşinci Dal)

***

سُبْحَانَكَ مَا اَعْظَمَ شَانُكَ (Sen her türlü kusur ve noksandan münezzehsin. Ne yücedir Senin şânın!) (bk. age., Yirmi Beşinci Söz, Birinci Şule)
(...)

اٰمَنْتُ بِاللّٰهِ الْوَاحِدِ الْاَحَدِ (Zatında, sıfatlarında tek ve bir olan Allah'a iman ettim.)
(...)

اَلْعَظَمَةُ لِلّٰهِ وَ الْقُدْرَةُ لِلّٰهِ (Büyüklük ve kudret Allah’ındır.)
(...)

اَىْ لَا رَزَّاقَ اِلَّا هُوَ ٭ لَا خَالِقَ اِلَّا هُوَ ٭ لَا رَحْمٰنَ اِلَّا هُوَ (Yani, Ondan başka Rezzâk yoktur. Ondan başka Hâlık yoktur. Ondan başka Rahmân yoktur.)

فَاعْلَمْ اَنَّهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ وَاسْتَغْفِرْ لِذَنْبِكَ [“Bil ki, Allah’tan başka ilah yoktur. Günahın için istiğfar et.” (Muhammed, 47/19).]

(...)

بَارَكَ اللّٰهُ ٭ مَاشَٓاءَ اللّٰهُ ٭ فَتَبَارَكَ اللّٰهُ رَبُّ الْعَالَم۪ينَ demeye hâhişger olur. Demek تَبَارَكَ اللّٰهُ رَبُّ الْعَالَم۪ينَ sâbıkın hülasası, çekirdeği, meyvesi ve âb-ı hayatı hükmüne geçer." (bk. age., Yirmi Beşinci Söz, İkinci Şule)

***

لَهُ الْمُلْكُ وَ لَهُ الْحَمْدُ وَ لَهُ الْحُكْمُ وَ اِلَيْهِ تُرْجَعُونَ (Mülk Ona, hamd Ona, hüküm Ona aittir; siz de Ona döndürüleceksiniz.) (bk. age., Otuzuncu Söz, Birinci Maksat)

***

فَسُبْحَانَ مَنْ تَحَيَّرَ ف۪ى صُنْعِهِ الْعُقُولُ (Sanatında akılların hayrete düştüğü Allah, her türlü kusur ve noksandan uzaktır.) (bk. age., Otuz İkinci Söz, Birinci Mevkıf, Haşiye)
(...)

اَحْسَنُ الْخَالِق۪ينَ * [Yanlış anlaşılan zahiri mana: “Merhametlilerin en merhametlisi.” (A’râf, 7/151; Yusuf, 12/64).] * اَرْحَمُ الرَّاحِم۪ينَ [Yanlış anlaşılan zahiri mana: “Yaratıcıların en güzeli.” (Mü’minûn, 23/14; Sâffât, 37/125)].
(...)

اَحْسَنُ الْخَالِق۪ينَ* اَللّٰهُ اَكْبَرُ* خَيْرُ الْفَاصِل۪ينَ* خَيْرُ الْمُحْسِن۪ينَ (Yanlış anlaşılan zahiri mana: “Yaratıcıların en güzeli.” * “Allah en büyüktür.” * “Ayırt edenlerin en hayırlısı.” * “İhsan edenlerin en hayırlısı.”) (bk. age., İkinci Mevkıf)
(...)

سُبْحَانَ مَنِ اخْتَفٰى بِشِدَّةِ ظُهُورِه۪ (Şiddet-i zuhurundan gizlenmiş olan Zat her türlü noksandan münezzehtir.) (bk. age., Üçüncü Mevkıf)

***

سُبْحَانَ مَنْ تُسَبِّحُ لَهُ السَّمٰوَاتُ السَّبْعُ وَالْاَرْضُ وَمَنْ ف۪يهِنَّ (Yedi gök ve yer ve onların içinde bulunanlar tarafından Kendisi tesbih edilen Zât, her türlü kusurdan münezzehtir.). (bk. age., Otuz Üçüncü Söz, Yirminci Pencere)
(…)

اٰمَنْتُ بِاللّٰهِ الَّذ۪ى بِيَدِه۪ مَلَكُوتُ كُلِّ شَيْءٍ (Her şeyin hüküm ve tasarrufu elinde bulunan Zâta iman ettim.) (bk. age., Yirmi İkinci Pencere)

***

سُبْحَانَكَ لَا قُدْرَةَ ف۪ينَا رَبَّنَا اَنْتَ الْقَد۪يرُ الْاَزَلِىُّ ذُو الْجَلَالِ (Seni her türlü noksan sıfattan tenzih ederiz, ey Rabbimiz! Sen ezelî Kadîrsin ve celâl sahibisin.) (bk. age., Lemeât)

Ağaç ve nebatat ve çiçekleri مَا شَاءَ اللّٰهُ * بَارَكَ اللّٰهُ * فَتَبَارَكَ اللّٰهُ اَحْسَنُ الْخَالِقٖينَ “Ne güzel yaratılmışlar.” diyerek ibret nazarıyla onları seyreder, kâinat kitabını okur. (bk. age.)

***

كَمَا اَنَّ ف۪ى كُلِّ ذَرَّةٍ شَاهِدَانِ عَلٰى اَنَّهُ وَاجِبٌ وَاحِدٌ كَذٰلِكَ ف۪ى كُلِّ حَىٍّ لَهُ اٰيَتَانِ عَلٰى اَنَّهُ اَحَدٌ صَمَدٌ (Her bir zerrede, onun Vâcibü’l-Vücud ve Vâhid olduğuna iki şahit bulunduğu gibi; her bir zihayatta da onun Ehad ve Samed olduğuna dair iki âyet vardır.)
(...)
نَعَمْ يَكْف۪ى لِكُلِّ شَيْءٍ شَيْءٌ عَنْ كُلِّ شَيْءٍ وَ لَا يَكْف۪ى عَنْهُ كُلُّ شَيْءٍ وَ لَوْ لِشَيْءٍ وَاحِدٍ (Evet, her şeye karşı her şey için bir şey yeter. Fakat tek bir şey için de olsa, bütün eşya o tek şey için kâfi değildir.)

Yani “o hâl gösteriyor ki, onun öyle bir Rabbi var ki, ona, her şeye bedel bir teveccühü var ve bütün eşyanın yerini tutar bir nazarı var; bütün eşya onun bir teveccühünün yerini tutamaz.” (bk. age., Yirmi İkinci Söz, İkinci Makam)

***

اَللّٰهُ اَكْبَرُ اِذْ هُوَ الْقَد۪يرُ الْعَل۪يمُ الْحَك۪يمُ الْكَر۪يمُ الرَّح۪يمُ الْجَم۪يلُ النَّقَّاشُ الْاَزَلِىُّ الَّذ۪ى مَا حَق۪يقَةُ هٰذِهِ الْكَائِنَاتِ كُلًّا وَ جُزْءً وَ صَحَائِفَ وَ طَبَقَاتٍ وَ مَا حَقَائِقُ هٰذِهِ الْمَوْجُودَاتِ كُلِّيًًّا وَ جُزْئِيًّا وَ وُجُودًا وَ بَقَاءً اِلَّا خُطُوطُ قَلَمِ قَضَائِهِ وَ قَدَرِهِ وَ تَنْظ۪يمِهِ وَ تَقْد۪يرِهِ بِعِلْمٍ وَ حِكْمَةٍ وَ نُقُوشُ پَرْكَارِ عِلْمِهِ وَ حِكْمَتِهِ وَ تَصْو۪يرِهِ وَ تَدْبِيرِهِ بِصُنْعٍ وَ عِنَايَةٍ وَ تَزْي۪ينَاتُ يَدِ بَيْضَاءِ صُنْعِهِ وَ عِنَايَتِهِ وَ تَزْيِينِهِ وَ تَنْوِيرِهِ بِلُطْفٍ وَ كَرَمٍ وَ اَزَاه۪يرُ لَطَائِفِ لُطْفِهِ وَ كَرَمِهِ وَ تَوَدُّدِهِ وَ تَعَرُّفِهِ بِرَحْمَةٍ وَ نِعْمَةٍ وَ ثَمَرَاتُ فَيَّاضِ رَحْمَتِهِ وَ نِعْمَتِهِ وَ تَرَحُّمِهِ وَ تَحَنُّنِهِ بِجَمَالِ وَ كَمَالِ وَ لَمَعَاتِ تَجَلِّيَاتِ جَمَالِهِ وَ كَمَالِهِ بِشَهَادَةِ تَفَانِيَةِ الْمَرَايَا وَ سَيَّالِيَّةِ الْمَظَاهِرِ مَعَ بَقَاءِ الْجَمَالِ الْمُجَرَّدِ السَّرْمَدِىِّ الدَّائِمِ التَّجَلّ۪ى وَ الظُّهُورِ عَلٰى مَرِّ الْفُصُولِ وَ الْعُصُورِ وَ الدُّهُورِ وَ الدَّائِمِ الْاِنْعَامِ عَلٰى مَرِّ الْاَنَامِ وَ الْاَيَّامِ وَ الْاَعْوَامِ نَعَمْ فَالْاَثَرُ الْمُكَمَّلُ يَدُلُّ لِذ۪ى عَقْلٍ عَلَى الْفِعْلِ الْمُكَمَّلِ ثُمَّ الْفِعْلُ الْمُكَمَّلُ يَدُلُّ لِذ۪ى فَهْمٍ عَلَى الْاِسْمِ الْمُكَمَّلِ ثُمَّ الْاِسْمُ الْمُكَمَّلُ يَدُلُّ بِالْبَدَاهَةِ عَلَى الْوَصْفِ الْمُكَمَّلِ ثُمَّ الْوَصْفُ الْمُكَمَّلُ يَدُلُّ بِالضَّرُورَةِ عَلَى الشَّاْنِ الْمُكَمَّلِ ثُمَّ الشَّاْنُ الْمُكَمَّلُ يَدُلُّ بِالْيَق۪ينِ عَلٰى كَمَالِ الذَّاتِ بِمَا يَل۪يقُ بِالذَّاتِ وَ هُوَ الْحَقُّ الْيَق۪ينُ.

نَعَمْ تَفَانِى الْمِرْاٰةِ زَوَالُ الْمَوْجُودَاتِ مَعَ التَّجَلِّى الدَّائِمِ مَعَ الْفَيْضِ الْمُلَازِمِ مِنْ اَظْهَرِ الظَّوَاهِرِ اَنَّ الْجَمَالَ الظَّاهِرَ لَيْسَ مُلْكَ الْمَظَاهِرِ مِنْ اَفْصَحِ تِبْيَانٍ مِنْ اَوْضَحِ بُرْهَانٍ لِلْجَمَالِ الْمُجَرَّدِ لِْلِاحْسَانِ الْمُجَدَّدِ لِلْوَاجِبِ الْوُجُودِ لِلْبَاقِى الْوَدُودِ..

Meali:

Allah en büyüktür, o Kadîr, Alîm, Hakîm, Kerîm, Rahîm, Cemîl olan Ezelî Nakkaş’tır ki, bu kâinatın sayfaları ve tabakalarıyla, küll ve cüz olarak hakikati ve bu mevcudatın külliyet ve cüz’iyet ve vücut ve bekà itibarıyla hakikati, Onun kazâ ve kader kaleminin ilim ve hikmetle tanzim ve takdir ettiği hatları; ilim ve hikmet pergelinin sun’ ve inâyetle tasvir ve tedbir ettiği nakışları; sun’ ve inâyetinin yed-i beyzâsının lütuf ve keremle süsleyip aydınlattığı zinetleri, tezyinatı, lütuf ve kereminin ve teveddüd ve taarrüfünün lâtifelerinden rahmet ve nimetle açan çiçekleri; rahmet ve nimetinin ve terahhum ve tahannününün feyzinden cemâl ve kemâl ile çıkan meyveleri; ve, aynaların fâniliği ve mazharların seyyâliyetiyle beraber, onlarda tecellî eden o mücerred ve sermedî cemâlin bâki kalarak, gelip geçen mevsimler ve asırlar ve dehirler üzerinde tecelliyat ve zuhurâtının ve gelip geçen mahlûkat ve günler ve seneler üzerindeki in’âmâtının devam etmesinin şehâdetiyle, Onun cemâl ve kemâlinin tecelliyat ve lemeâtından başka birşey değildir.

Evet, eserin mükemmelliği, akıl sahipleri için, fiilin mükemmelliğine delâlet eder. Mükemmel fiil ise, fehim sahipleri için, ismin mükemmelliğine delâlet eder. İsmin mükemmelliği, bilbedâhe sıfâtın mükemmelliğine; sıfâtın mükemmelliği ise, bizzarure şe’nin mükemmelliğine; şe’nin mükemmelliği ise, hakkalyakîn derecesinde bir kat’iyetle ve o zâta lâyık bir şekilde, zâtın mükemmelliğine delâlet eder.

Evet, aynaların fâniliği ve mevcudatın zevâliyle beraber tecelliyâtın ve füyuzâtın devam etmesi, bütün zuhurattan daha zâhir bir surette, onlarda görünen cemâlin mazharlara ait olmadığına delâlet eder ve en fasih bir lisanla ve en vâzıh bir burhanla gösterir ki, o tecelliyat, Vâcibü’l-Vücudun ve Bâkî-i Vedûdun mücerred cemâlinin ve mazharlar üzerinde daimî yenilenen ihsânâtının cilveleridir.(bk. age., Yirmi Altıncı Söz, Hatime)

MEKTUBAT

سُبْحَانَ مَنْ تَحَيَّرَ ف۪ى صُنْعِهِ الْعُقُولُ / “İşlerinde, akılların hayrette kaldığı Zât, her türlü kusurdan münezzehtir.” - 16
(...)

سُبْحَانَ الَّذ۪ى سَخَّرَ لَنَا هٰذَا وَمَا كُنَّا لَهُ مُقْرِن۪ينَ / “...Her türlü kusurdan münezzehtir o Allah ki, bunu bizim hizmetimize verdi. Yoksa bizim buna gücümüz yetmezdi.” (Zuhruf, 43/13) (Mektubat, Üçüncü Mektup)

***

... سُبْحَانَ مَنْ شَهِدَ عَلٰى وَحْدَانِيَّتِه۪ (bk. age., On Dokuzuncu Mektup, On Sekizinci İşaret)
(...)

فَاعْلَمْ اَنَّهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ / “Bil ki Allah’tan başka ilah yoktur...” (Muhammed, 47/19) (bk. age.)

***

اَلْبَاق۪ى هُوَ الْبَاق۪ى / Baki olan sadece odur. (bk. age., Yirmi Üçüncü Mektup)

***

Ve bağırarak derim:

لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ الْمَلِكُ الْحَقُّ الْمُب۪ينُ مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللّٰهِ صَادِقُ الْوَعْدِ الْاَم۪ينُ / "Melik, Hak ve Mübîn olan Allah’tan başka ibadete layık hiçbir ilah yoktur. Emin ve vaadinde sadık olan Muhammed onun Resulüdür."

Ve iman ederek isbat ederim:

اِنَّ الْبَعْثَ بَعْدَ الْمَوْتِ حَقٌّ وَ الْجَنَّةَ حَقٌّ وَ النَّارَ حَقٌّ وَ اِنَّ السَّعَادَةَ الْاَبَدِيَّةَ حَقٌّ وَ اِنَّ اللّٰهَ رَح۪يمٌ حَك۪يمٌ وَدُودٌ وَ اِنَّ الرَّحْمَةَ وَ الْحِكْمَةَ وَ الْمَحَبَّةَ مُح۪يطَةٌ بِجَم۪يعِ الْاَشْيَٓاءِ وَ شُؤُنَاتِهَا

Meali: Şüphesiz, ölümden sonra diriliş haktır. Cennet haktır. Cehennem ateşi haktır. Saadet-i ebediye haktır. Şüphesiz ki Allah çok merhametli ve çok hikmetlidir; O mahlukatını çok sever ve nihayetsiz bir muhabbetle sevilmeye layıktır. Ve şüphesiz ki onun rahmeti, hikmeti ve muhabbeti, bütün eşyayı bütün şuunatıyla kuşatır.
(...)

سُبْحَانَ مَنْ جَعَلَ حَد۪يقَةَ اَرْضِه۪ ٭ مَشْهَرَ صَنْعَتِه۪ ٭ مَحْشَرَ خِلْقَتِه۪ ٭ مَظْهَرَ قُدْرَتِه۪ ٭ مَدَارَ حِكْمَتِه۪ ٭ مَزْهَرَ رَحْمَتِه۪ ٭ مَزْرَعَ جَنَّتِه۪ ٭ مَمَرَّ الْمَخْلُوقَاتِ ٭ مَس۪يلَ الْمَوْجُودَاتِ ٭ مَك۪يلَ الْمَصْنُوعَاتِ ٭ فَمُزَيَّنُ الْحَيْوَانَاتِ ٭ مُنَقَّشُ الطُّيُورَاتِ ٭ مُثَمَّرُ الشَّجَرَاتِ ٭ مُزَهَّرُ النَّبَاتَاتِ ٭ مُعْجِزَاتُ عِلْمِه۪ خَوَارِقُ صُنْعِه۪ ٭ هَدَايَٓاءُ جُودِه۪ ٭ بَرَاهِينُ لُطْفِه۪ ٭ دَلَٓائِلُ الْوَحْدَةِ ٭ لَطَٓائِفُ الْحِكْمَةِ ٭ شَوَاهِدُ الرَّحْمَةِ ٭ تَبَسُّمُ الْاَزْهَارِ مِنْ ز۪ينَةِ الْاَثْمَارِ ٭ تَسَجُّعُ الْاَطْيَارِ ف۪ى نَسْمَةِ الْاَسْحَارِ ٭ تَهَزُّجُ الْاَمْطَارِ عَلٰى خُدُودِ الْاَزْهَارِ ٭ تَزَيُّنُ الْاَزْهَارِ ٭ تَبَرُّجُ الْاَثْمَارِ ف۪ى هٰذِهِ الْجِنَانِ ٭ تَرَحُّمُ الْوَالِدَاتِ عَلَى الْاَطْفَالِ الصِّغَارِ ف۪ى كُلِّ الْحَيْوَانَاتِ وَ الْاِنْسَانِ ٭ تَعَرُّفُ وَدُودٍ ٭ تَوَدُّدُ رَحْمَانٍ ٭ تَرَحُّمُ حَنَّانٍ تَحَنُّنُ مَنَّانٍ لِلْجِنِّ وَ الْاِنْسَانِ وَ الرُّوحِ وَ الْحَيْوَانِ وَ الْمَلَكِ وَ الْجَانِّ

Meali: ... Her türlü noksandan ve kusurdan münezzehtir o Zât ki, ilminin mucizeleri, san’atının harikaları, cûd ve sehâsının hediyeleri, lütfunun burhanları, vahdetinin delilleri, hikmetinin lâtifeleri, rahmetinin şahitleri olan müzeyyen hayvânâtı, münakkaş kuşları, meyveli ağaçları ve çiçekli nebâtâtı ile yeryüzü bahçesini sanatının meşheri, mahlûkatının mahşeri, kudretinin mazharı, hikmetinin medarı, rahmetinin çiçekliği, cennetinin tarlası, mahlukatının resmî geçit meydanı, mevcudatının seyelângâhı, masnuatının ölçeği yapmıştır. Bu yeryüzü bahçelerinde, meyvelerin ziynetiyle gülen çiçeklerin tebessümü, seher yeliyle şakıyan kuşların sec’aları, çiçeklerin yaprakçıklarındaki damlaların şıpıltısı, çiçeklerin süslenmesi, meyvelerin açılıp saçılması, bütün hayvânat ve insan validelerinin küçük yavrulara terahhumu, cin ve insana ve hayvânâta ve ruhaniyat ve melâikeye bir Vedûd’un kendisini tanıttırması, bir Rahmân’ın kendini sevdirmesi, bir Hannân’ın terahhumu, bir Mennân’ın en lâtif rahmet cilvelerini izhar etmesidir.
(bk. age., Yirmi Dördüncü Mektup, İkinci Makam)

***

سُبْحَانَكَ لَا قُدْرَةَ لَنَٓا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ / Sen her türlü kusurdan münezzehsin. Bizim hiçbir kudretimiz yok; nihayetsiz izzet ve hikmet sahibi olan muhakkak sensin.(bk. age., Hakikat Çekirdekleri: 7)

LEM'ALAR

"Lisanı يَا بَاقٖى اَنْتَ الْبَاقٖى (Baki kalan ancak sensin, ey Baki.) dediği gibi kalbi, ruhu, aklı, bütün letaifi هُوَ الْبَاقٖى، هُوَ الْاَزَلِىُّ الْاَبَدِىُّ، هُوَ السَّرْمَدِىُّ، هُوَ الدَّائِمُ، هُوَ الْمَطْلُوبُ، هُوَ الْمَحْبُوبُ، هُوَ الْمَقْصُودُ، هُوَ الْمَعْبُودُ (Varlığı sonsuza kadar devam eden Bâkî Odur; başlangıcı olmayan Ezelî ve sonu olmayan Ebedî Odur; Varlığı sürekli olan Daimî ve rızasına kavuşmak istenen Matlup Odur; sevilen Mahbub Odur; cemâliyle ve rızasıyla müşerref olunmak en büyük gaye olan Maksûd Odur; Kendisine ibadet ve mânevî kulluk hediyeleri takdim edilen Mâbûd Odur.) demeli." (Lem'alar, Üçüncü Lem'a) - 22

***

حَسْبُنَا اللّٰهُ وَنِعْمَ الْوَك۪يلُ * لَا حَوْلَ وَلَا قُوَّةَ اِلَّا بِاللّٰهِ الْعَلِىِّ الْعَظ۪يمِ

“Yüce ve büyük olan Allah’ın kudret ve gücünden başka kudret ve güç yoktur.”

[حَسْبُنَا... ve لاَحَوْلَ...cümleleri] Hazret-i Üstadımız, Yirmi Dokuzuncu Arabî Lem’anın Altıncı Babının haşiyesinde, bu iki cümle hakkında, “Bu iki mübarek kelâmın merâtibi, ilimden ziyade fikir ve zikir olduğundan, Arabî zikredildi.” diye beyanda bulunmaktadır.(Hz. Üstad'ın Hizmetkârları)

حَسْبُنَا اللّٰهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ “Allah bize yeter; o ne güzel vekildir.” (Âl-i İmrân, 3/173) ayetinin hakikatine dair Dördüncü Şua olarak Hasbiye Risalesi namıyla sonradan Türkçe telif edilmiştir. (bk. age., Beşinci ve Altıncı Lem'alar)

***

سُبْحَانَ مَنْ تَقَدَّسَ عَنِ الْاَشْبَاهِ ذَاتُهُ وَتَنَزَّهَتْ عَنْ مُشَابَهَةِ الْاَمْثَالِ صِفَاتُهُ وَشَهِدَ عَلٰى رُبُوبِيَّتِهِ اٰيَاتُهُ جَلَّ جَلَالُهُ وَلَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ

(Meali: Zâtında şebihten mukaddes ve sıfâtında misillerin benzemesinden münezzeh olan, ayetleri onun rububiyetine delâlet eden, celâli nihayet derecede yüce olan ve ondan başka hiçbir ilah bulunmayan Zâtı her türlü kusurdan tenzih ederiz.) (bk. age., Yirmi Sekizinci Lem'a, İkinci Nükte)

***

Yirmi Dokuzuncu Lem'anın;

Birinci babı süphanallah,
İkinci babı elhamdülillah,
Üçüncü babı Allahü ekber,
Dördüncü babı la ilahe illallah,
Beşinci babı hasbunalllah ve nimel vekil,
Altıncı babı la havle vela kuvvete illa billah,
Yedinci babı kelime-i şehadet ve hamd hakkındadır.

Bunlardan Üçüncü Bab Türkçede diğerleri teksir Osmanlıcada geçmektedir. Bu bölümlerden İkinci ve Yedinci babı hamd hakkındadır. Bazı tesbihler ve hamdlar bulunur. İsteyen oraya müracaat edebilir. (bk. age., Yirmi Dokuzuncu Lem'a)

يَا حَىُّ قَبْلَ كُلِّ حَىٍّ ٭ يَا حَىُّ بَعْدَ كُلِّ حَىٍّ ٭ يَا حَىُّ الَّذ۪ى لَيْسَ كَمِثْلِهِ حَىٌّ ٭ يَا حَىُّ الَّذ۪ى لَا يُشْبِهُهُ شَيْءٌ ٭ يَا حَىُّ الَّذ۪ى لَا يَحْتَاجُ اِلٰى حَىٍّ ٭ يَا حَىُّ الَّذ۪ى لَا يُشَارِكُهُ حَىٌّ ٭ يَا حَىُّ الَّذ۪ى يُم۪يتُ كُلَّ حَىٍّ ٭ يَا حَىُّ الَّذ۪ى يَرْزُقُ كُلَّ حَىٍّ ٭ يَا حَىُّ الَّذ۪ى يُحْيِى الْمَوْتٰى ٭ يَا حَىُّ الَّذ۪ى لَا يَمُوتُ ٭ سُبْحَانَكَ يَا لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اَنْتَ الْاَمَانُ الْاَمَانُ نَجِّنَا مِنَ النَّارِ اٰم۪ينَ

(Meali: Ey her zîhayattan önce var olan Hayy, Ey her zîhayattan sonra bâkî olan Hayy, Ey kendisine benzer hiçbir şey bulunmayan Hayy, Ey kendisi gibi hiç hayat sahibi bulunmayan Hayy, Ey hiçbir şeriki bulunmayan Hayy, Ey hiçbir hayat sahibine hiçbir vecihle muhtaç olmayan Hayy, Ey bütün canlılara ölümü veren Hayy, Ey bütün canlıları rızıklandıran Hayy, Ey ölüleri dirilten Hayy, Ey kendisine asla ölüm ârız olmayan Hayy,

Sen aczden ve şerikten münezzeh ve mukaddessin. Senden başka ilah yok ki bize imdad etsin. El-aman, el-aman, bizi azap ateşinden ve Cehennemden kurtar. Âmin.).(bk. age., Otuzuncu Lem'a, Beşinci Nükte, Hatime)
(...)

"FESÜBHANALLAH! İnsanlarda bu derece hadsiz cehalet olabilir mi ki, ..." (bk. age., Altıncı Nükte)

ŞUALAR

"Kâinat bütün hakaikıyla bağırarak diyor:

اٰمَنْتُ بِاللّٰهِ وَ مَلٰٓئِكَتِه۪ وَ كُتُبِه۪ وَ رُسُلِه۪ وَبِالْيَوْمِ الْاٰخِرِ وَ بِالْقَدَرِ خَيْرِه۪ وَ شَرِّه۪ مِنَ اللّٰهِ تَعَالٰى وَ الْبَعْثُ بَعْدَ الْمَوْتِ حَقٌّ اَشْهَدُ اَنْ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ وَ اَشْهَدُ اَنَّ مُحَمَّدًا رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَ عَلٰٓى اٰلِه۪ وَ صَحْبِه۪ وَ اِخْوَانِه۪ وَ سَلَّمَ اٰم۪ينَ "

Meali: “Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe, kadere ve hayrın da, şerrin de Allah Teâlâdan geldiğine, ölümden sonra dirilişin hak olduğuna iman ettim. Şehadet ederim ki Allah’tan başka ibadete lâyık hiçbir ilah yoktur. Yine şehadet ederim ki, Muhammed -Allah ona, âline, ashabına ihvânına salât ve selâm etsin, âmin- Allah’ın resulüdür.” (Şualar, İkinci Şua, Hatime)

***

سُبْحَانَكَ يَا مَنْ جَعَلَ مِنَ الْمَٓاءِ كُلَّ شَيْءٍ حَىٍّ / “Ey su ile herşeyi canlandıran Zât-ı Akdes, Seni her türlü noksanlıktan tenzih ederim.”
(...)

سُبْحَانَهُ وَ تَعَالٰى عَمَّا يَقُولُونَ عُلُوًّا كَب۪يرًا [ “Allah, onların söyledikleri şeylerden pek münezzehtir ve pek büyük bir yücelikle yücedir.” (İsrâ, 17/43).] (bk. age., Üçüncü Şua / Münacat)

***

حَسْبِى مِنَ الْبَقَاءِ لَذَّةً وَ سَعَادَةً اِيمَانِى وَ شُعُورِى وَ اِذْعَانِى بِاَنَّهُ هُوَ اِلٰهِىَ الْبَاقِى حَسْبُنَا اللّٰهُ وَنِعْمَ الْوَك۪يلُ (bk. age., Dördüncü Şua, Birinci Mertebe-i Nuriye-i Hasbiye)

***

اَلتَّحِيَّاتُ اَلْمُبَارَكَاتُ اَلصَّلَوَاتُ اَلطَّيِّبَاتُ لِلّٰهِ [ “Bütün tahiyyeler, bütün mübarek şeyler, bütün salâvat ve duâlar ve bütün kelimat-ı tayyibe Allah’a mahsustur.” (Buhari, Ezân: 148, 150, el-Amel Fi’s-Salât: 4, İsti’zân: 3, 28, Da’avât: 16, Tevhîd: 5; Müslim, Salât: 56, 60, 62; Ebû Dâvud, Salât: 178; Tirmizî, Salât: 100, Nikâh: 17; ...).]
(...)

اَشْهَدُ اَنْ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ وَ اَشْهَدُ اَنَّ مُحَمَّدًا رَسُولُ اللّٰهِ ["Allah’tan başka hiçbir ilah olmadığına şehadet ederim. Ve Muhammed’in (a.s.m.), Allah’ın elçisi olduğuna da şehadet ederim."] (bk. age., Altıncı Şua)

***

"Bütün kuvvetiyle لَا إِلٰهَ اِلاَّ اللّٰهُ وَحْدَهُ لاَ شَرِيكَ لَهُ / “Allah’tan başka ilah yoktur. O tektir ve onun ortağı yoktur.” dedi..."
(...)

‌‌لَا اِلٰهَ اِلَّاهُوَ / Allah'tan başka ilah yoktur. (bk. age., Yedinci Şua, İkinci Bab)

***

YEDİNCİ ŞUA OLAN AYETÜ'L-KÜBRA'DAN

Birinci Makamın Birinci Basamağında

لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ الْوَاجِبُ الْوُجُودِ الَّذ۪ى دَلَّ عَلٰى وُجُوبِ وُجُودِهِ ف۪ى وَحْدَتِهِ السَّمٰوَاتُ بِجَم۪يعِ مَا ف۪يهَا بِشَهَادَةِ عَظَمَةِ اِحَاطَةِ حَق۪يقَةِ التَّسْخ۪يرِ وَ التَّدْب۪يرِ وَ denilmiştir. التَّدْو۪يرِ وَ التَّنْظ۪يمِ وَ التَّنْظ۪يفِ وَ التَّوْظ۪يفِ الْوَاسِعَةِ الْمُكَمَّلَةِ بِالْمُشَاهَدَةِ

Meali: Allah’tan başka ilah yoktur. O Vâcibü’l-Vücud ki, vüs’at ve mükemmeliyeti bilmüşahede görünen teshir ve tedbir ve tedvir (döndürme) ve tanzim ve tanzif ve tavzif hakikatlerinin azamet-i ihatasının şehadetiyle, semâvât bütün içindekilerle beraber onun vahdet içindeki vücub-u vücuduna delâlet eder. (bk. age., Yedinci Şua, Birinci Bab)

(...)

Birinci Makamın İkinci Mertebesinde

لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ الْوَاجِبُ الْوُجُودِ الَّذ۪ى دَلَّ عَلٰى وُجُوبِ وُجُودِهِ الْجَوُّ بِجَم۪يعِ مَا ف۪يهِ بِشَهَادَةِ عَظَمَةِ اِحَاطَةِ حَق۪يقَةِ التَّسْخ۪يرِ وَالتَّصْر۪يفِ وَ التَّنْز۪يلِ وَ التَّدْب۪يرِ الْوَاسِعَةِ الْمُكَمَّلَةِ بِالْمُشَاهَدَةِ

Meali: Allah’tan başka ilah yoktur. O Vâcibü’l-Vücud ki, vüs’at ve mükemmeliyeti bilmüşahede görünen teshir ve tasrif ve tenzil ve tedbir hakikatlerinin azamet-i ihatasının şehadetiyle, cevv-i semâ bütün içindekilerle beraber Onun vücub-u vücuduna delâlet eder.(bk. age.)

(...)

Birinci Makamın Üçüncü Mertebesinde böyle denilmiş:

ا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ الْوَاجِبُ الْوُجُودِ الَّذ۪ى دَلَّ عَلٰى وُجُوبِ وُجُودِهِ ف۪ى وَحْدَتِهِ الْاَرْضُ بِجَم۪يعِ مَا ف۪يهَا وَ مَا عَلَيْهَا بِشَهَادَةِ عَظَمَةِ اِحَاطَةِ حَق۪يقَةِ التَّسْخ۪يرِ وَ التَّدْب۪يرِ وَ التَّرْبِيَةِ وَ الْفَتَّاحِيَّةِ وَ تَوْز۪يعِ الْبُذُورِ وَ الْمُحَافَظَةِ وَ الْاِدَارَةِ وَ الْاِعَاشَةِ لِجَم۪يعِ ذَوِى الْحَيَاةِ وَ الرَّحْمَانِيَّةِ وَ الرَّح۪يمِيَّةِ الْعَامَّةِ الشَّامِلَةِ الْمُكَمَّلَةِ بِالْمُشَاهَدَةِ

Meali: Allah’tan başka ilah yoktur. O Vâcibü’l-Vücud ki, umumiyet ve şümul ve mükemmeliyeti bilmüşahede görünen, bütün zevilhayatın iaşesi için tohumların teshir ve tedbir ve terbiye ve feth ve tevzi ve muhafaza ve idaresi ve Rahmâniyet ve Rahîmiyet hakikatlerinin azamet-i ihatasının şehadetiyle, arz bütün içindekiler ve üzerindekilerle Onun vahdet içindeki vücub-u vücuduna delâlet eder.(bk. age.)

(...)

Birinci Makamın Dördüncü Mertebesinde,

لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ الْوَاجِبُ الْوُجُودِ الَّذ۪ى دَلَّ عَلٰى وُجُوبِ وُجُودِهِ ف۪ى وَحْدَتِهِ جَم۪يعُ الْبِحَارِ وَ الْاَنْهَارِ بِجَم۪يعِ مَا ف۪يهَا بِشَهَادَةِ عَظَمَةِ اِحَاطَةِ حَق۪يقَةِ التَّسْخ۪يرِ وَ denilmiş. الْمُحَافَظَةِ وَ الْاِدِّخَارِ وَ الْاِدَارَةِ الْوَاسِعَةِ الْمُنْتَظَمَةِ بِالْمُشَاهَدَةِ

Meali: Allah’tan başka ilah yoktur. O Vâcibü’l-Vücud ki, genişlik ve intizamı gözle görünen teshir ve muhafaza ve iddihar ve idare hakikatlerindeki ihatanın büyüklüğünün şehadetiyle, denizler ve nehirler bütün içindekilerle beraber Onun birlik içindeki vücub-u vücuduna delâlet eder.(bk. age.)

(...)

İşte bu manayı ifade için, Birinci Makamın Beşinci Mertebesinde,

لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ الْوَاجِبُ الْوُجُودِ الَّذ۪ى دَلَّ عَلٰى وُجُوبِ وُجُودِه۪ ف۪ى وَحْدَتِه۪ اِجْمَاعُ جَم۪يعِ اَنْوَاعِ الْاَشْجَارِ وَ النَّبَاتَاتِ الْمُسَبِّحَاتِ النَّاطِقَاتِ بِكَلِمَاتِ اَوْرَاقِهَا الْمَوْزُونَاتِ الْفَص۪يحَاتِ وَ اَزْهَارِهَا الْمُزَيَّنَاتِ الْجَز۪يلَاتِ وَ اَثْمَارِهَا الْمُنْتَظَمَاتِ الْبَل۪يغَاتِ بِشَهَادَةِ عَظَمَةِ اِحَاطَةِ حَق۪يقَةِ الْاِنْعَامِ وَ الْاِكْرَامِ وَ الْاِحْسَانِ بِقَصْدٍ وَ رَحْمَةٍ وَ حَق۪يقَةِ التَّمْي۪يزِ وَ التَّزْي۪ينِ وَ التَّصْو۪يرِ بِاِرَادَةٍ وَ حِكْمَةٍ مَعَ قَطْعِيَّةِ دَلَالَةِ حَق۪يقَةِ فَتْحِ جَم۪يعِ صُوَرِهَا الْمَوْزُونَاتِ الْمُزَيَّنَاتِ الْمُتَبَايِنَةِ الْمُتَنَوِّعَةِ denilmş. الْغَيْرِ الْمَحْدُودَةِ مِنْ نُوَاتَاتٍ وَ حَبَّاتٍ مُتَمَاثِلَةٍ مُتَشَابِهَةٍ مَحْصُورَةٍ مَعْدُودَةٍ

Meali: Allah’tan başka ilah yoktur. O Vâcibü’l-Vücud ki, Rabbânî ihtiyat maddelerinin bilmüşahede vâsi ve âmm ve muntazam ve mükemmel iddihar ve idare ve muhafaza ve tedbiri ve tohumların neşri hakikatlerinin azamet-i ihatasının şehadetiyle, bütün dağlar ve sahrâlar bütün içindekiler ve üzerindekilerle beraber Onun vücub-u vücuduna delâlet eder.(bk. age.)

(...)

İşte bu mezkûr hakikatleri ve şehadetleri ifade mânâsıyla, Birinci Makamın Altıncı Mertebesinde,

لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ الْوَاجِبُ الْوُجُودِ الَّذ۪ى دَلَّ عَلٰى وُجُوبِ وُجُودِهِ ف۪ى وَحْدَتِهِ اِتِّفَاقُ جَم۪يعِ اَنْوَاعِ الْحَيَوَانَاتِ وَ الطُّيُورِ الْحَامِدَاتِ الشَّاهِدَاتِ بِكَلِمَاتِ حَوَاسِّهَا وَ قُوَاهَا وَ حِسِّيَّاتِهَا وَ لَطَٓائِفِهَا الْمَوْزُونَاتِ الْمُنْتَظَمَاتِ الْفَص۪يحَاتِ وَ بِكَلِمَاتِ جِهَازَاتِهَا وَ جَوَارِحِهَا وَ اَعْضَائِهَا وَاٰلَاتِهَا الْمُكَمَّلَةِ الْبَل۪يغَاتِ بِشَهَادَةِ عَظَمَةِ اِحَاطَةِ حَق۪يقَةِ الْا۪يجَادِ وَ الصُّنْعِ وَ الْاِبْدَاعِ بِالْاِرَادَةِ وَ حَق۪يقَةِ التَّمْي۪يزِ وَ التَّزْي۪ينِ بِالْقَصْدِ وَ حَق۪يقَةِ التَّقْد۪يرِ وَ التَّصْو۪يرِ بِالْحِكْمَةِ مَعَ قَطْعِيَّةِ دَلَالَةِ حَق۪يقَةِ فَتْحِ denilmiş. جَم۪يعِ صُوَرِهَا الْمُنْتَظَمَةِ الْمُتَخَالِفَةِ الْمُتَنَوِّعَةِ الْغَيْرِ الْمَحْصُورَةِ مِنْ بَيْضَاتٍ وَ قَطَرَاتٍ مُتَمَاثِلَةٍ مُتَشَابِهَةٍ مَحْصُورَةٍ مَحْدُودَةٍ

Meali: Allah’tan başka ilah yoktur. O Vâcibü’l-Vücud ki, mizanlı ve fesahatli yapraklarının ve süslü ve cezaletli çiçeklerinin ve intizamlı ve belâğatli meyvelerinin kelimeleriyle konuşan ve tesbih eden bütün ağaç ve nebat nevilerinin icmâı, birbirinin misli ve benzeri olan mahdut çekirdek ve habbeciklerden süslü ve birbirinden farklı ve mütenevvi, gayr-ı mahdut suretlerinin hepsinin birden fethi hakikatinin kat’î delâletiyle beraber, kasdî ve rahmetli in’âm ve ikram ve ihsan hakikatinin ve iradeli ve hikmetli temyiz ve tezyin ve tasvir hakikatinin azamet-i ihatasının şehadetiyle, icmâ ile Onun vahdet içindeki vücub-u vücuduna delâlet eder.(bk. age.)

(...)

Birinci Makamın Yedinci Mertebesinde bu mezkûr hakikatleri ifade manasıyla,

لاَۤ إِلٰهَ إِلاَّ اللّٰهُ الْوَاجِبُ الْوُجُودِ الَّذِى دَلَّ عَلٰى وُجُوبِ وُجُودِهِ فِى وَحْدَتِهِ: إِتِّفَاقُ جَمِيعِ أَنَوَاعِ الْحَيَوَانَاتِ، وَالطُّيُورِ الْحَامِدَاتِ الشَّاهِدَاتِ بِكَلِمَاتِ حَوَاسِّهَا، وَقُوَاهَا وَحِسِّيَاتِهَا وَلَطَاۤئِفِهَا الْمَوْزُونَاتِ الْمُنْتَظَمَاتِ الْفَصِيحَاتِ وَبِكَلِمَاتِ اَجْهِزَتِهَا وَجَوَارِحِهَا وَاَعْضَاۤئِهَا وَآلاَتِهَا الْمُكَمَّلَةِ الْبَلِيغَاتِ، بِشَهَادَةِ عَظَمَةِ إِحَاطَةِ حَقِيقَةِ اْلاِيجَادِ وَالصُّنْعِ، وَاْلاِبْدَاعِ، بِاْلاِرَادَةِ، وَحَقِيقَةِ: اَلتَّمْيِيزِ وَالتَّزْيِينِ، بِالْقَصْدِ. وَحَقِيقَةِ: اَلتَّقْدِيرِ وَالتَّصْوِيرِ، بِالْحِكْمَةِ مَعَ قَطْعِيَّةِ دَلاَلَةِ حَقِيقَةِ: denilmiştir. فَتْحِ جَمِيعِ صُوَرِهَا الْمُنْتَظَمَةِ الْمُتَخَالِفَةِ الْمُتَنَوِّعَةِ غَيْرِ الْمَحْصُورَةِ مِنْ بَيْضَاتٍ وَقَطَرَاتٍ مُتَمَاثِلَةٍ مُتَشَابِهَةٍ مَحْصُورَةٍ مَحْدُودَةٍ

Meali: Allah’tan başka ilah yoktur. O Vâcibü’l-Vücud ki, mevzun ve muntazam ve fasih hasselerinin ve kuvvelerinin ve hissiyat ve lâtifelerinin kelimeleriyle ve mükemmel ve beliğ cihazat ve cevarih ve âlât ve âzâlarının kelimeleriyle hamd ve şehadet eden bütün hayvanat ve tuyur nevilerinin ittifakı, birbirinin misli ve benzeri, mahsur ve mahdut sayıda yumurta ve katrelerden muntazam, muhtelif, mütenevvi ve gayr-ı mahsur suretlerinin fethi hakikatinin kat’î delâletiyle beraber, iradeli icad ve sun’ ve ibdâ’ hakikatinin ve kasdî temyiz ve tezyin hakikatinin ve hikmetli takdir ve tasvir hakikatinin azamet-i ihatasının şehadetiyle, Onun vahdet içindeki vücub-u vücuduna delâlet eder. (bk. age.)

(...)

İşte, bu yolcunun mezkûr dersini ifade manasında, Birinci Makamın Sekizinci Mertebesinde,

denilmiş. لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ الَّذ۪ى دَلَّ عَلٰى وُجُوبِ وُجُودِهِ ف۪ى وَحْدَتِهِ اِجْمَاعُ جَم۪يعِ الْاَنْبِيَٓاءِ بِقُوَّةِ مُعْجِزَاتِهِمُ الْبَاهِرَةِ الْمُصَدِّقَةِ الْمُصَدَّقَةِ

Meali: Allah’tan başka ilah yoktur. O Allah ki, bütün enbiyanın, tasdik edici ve tasdike mazhar mu’cizât-ı bâhirelerinin kuvvetiyle ittifakları, onun vahdet içindeki vücub-u vücuduna delâlet eder.(bk. age.)

(...)

İşte bu yolcunun bu dershaneden aldığı derse bir kısa işaret olarak Birinci Makamın Dokuzuncu Mertebesinde,

denilmiş. لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ الَّذ۪ى دَلَّ عَلٰى وُجُوبِ وُجُودِهِ ف۪ى وَحْدَتِهِ اِتِّفَاقُ جَم۪يعِ الْاَصْفِيَٓاءِ بِقُوَّةِ بَرَاه۪ينِهِمُ الظَّاهِرَةِ الْمُحَقَّقَةِ الْمُتَّفِقَةِ

Meali: Allah’tan başka ilah yoktur. O Allah ki, bütün asfiyanın, muhakkak ve müttefik ve parlak burhanlarının kuvvetiyle ittifakları, Onun vahdet içindeki vücub-u vücuduna delâlet eder. (bk. age.)

(...)

İşte, bu misafirin tekyeden aldığı feyze kısa bir işaret olarak, Birinci Makamın Onuncu Mertebesinde,

denilmiş. لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ الَّذ۪ى دَلَّ عَلٰى وُجُوبِ وُجُودِهِ ف۪ى وَحْدَتِهِ اِجْمَاعُ الْاَوْلِيَٓاءِ بِكَشْفِيَّاتِهِمْ وَكَرَامَاتِهِمُ الظَّاهِرَةِ الْمُحَقَّقَةِ الْمُصَدَّقَةِ

Meali: Allah’tan başka ilâh yoktur. O Vâcibü’l-Vücud ki, bütün evliyanın, muhakkak ve musaddak ve zahir keşif ve kerametlerinin icmâı, onun vahdet içindeki vücub-u vücuduna delâlet eder.(bk. age.)

(...)

İşte, bu yolcunun melâikeden aldığı derse kısa bir işaret olarak, Birinci Makamın On Birinci Mertebesinde,

لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ الْوَاجِبُ الْوُجُودِ الَّذ۪ى دَلَّ عَلٰى وُجُوبِ وُجُودِهِ ف۪ى وَحْدَتِهِ اِتِّفَاقُ الْمَلٰئِكَةِ الْمُتَمَثِّل۪ينَ لِاَنْظَارِ النَّاسِ وَ الْمُتَكَلِّم۪ينَ مَعَ خَوَاصِّ الْبَشَرِ denilmiştir. بِاِخْبَارَاتِهِمُ الْمُتَطَابِقَةِ الْمُتَوَافِقَةِ

Meali: Allah’tan başka ilâh yoktur. O Allah ki, insanların nazarına temessül eden ve beşerin havas kısmıyla konuşan melâikenin ittifakı, birbirine tetabuk ve tevafuk eden ihbaratıyla, onun vahdet içindeki vücub-u vücuduna delalet eder. (bk. age.)

(...)

İşte, bu yolcunun müstakîm akıllardan ve münevver kalblerden istifade ettiği mârifet-i imaniyeye kısa bir işaret olarak, Birinci Makamın On İkinci ve On Üçüncü Mertebelerinde,

لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ الْوَاجِبُ الْوُجُودِ الَّذ۪ى دَلَّ عَلٰى وُجُوبِ وُجُودِهِ ف۪ى وَحْدَتِهِ اِجْمَاعُ الْعُقُولِ الْمُسْتَق۪يمَةِ الْمُنَوَّرَةِ بِاِعْتِقَادَاتِهَا الْمُتَوَافِقَةِ وَ بِقَنَاعَاتِهَا وَ يَق۪ينِيَّاتِهَا الْمُتَطَابِقَةِ مَعَ تَخَالُفِ الْاِسْتِعْدَادَاتِ وَ الْمَذَاهِبِ وَ كَذَا دَلَّ عَلٰى وُجُوبِ وُجُودِهِ ف۪ى وَحْدَتِهِ اِتِّفَاقُ الْقُلُوبِ السَّل۪يمَةِ النُّورَانِيَّةِ بِكَشْفِيَّاتِهَا الْمُتَطَابِقَةِ وَ denilmiş. بِمُشَاهَدَاتِهَا الْمُتَوَافِقَةِ مَعَ تَبَايُنِ الْمَسَالِكِ وَ الْمَشَارِبِ

Meali: Allah’tan başka ilah yoktur. O Vâcibü’l-Vücud ki, istidat ve mezheplerinin farklılığıyla beraber bütün münevver ve müstakim akıl sahiplerinin birbirine tetabuk eden kanaat ve yakînleri, onun vahdet içindeki vücub-u vücuduna delalet eder. Keza, birbirine mütebayin meslek ve meşreplerine rağmen bütün selim ve nuranî kalp sahiplerinin birbirine tetabuk eden keşifleri ve birbirine tevafuk eden müşahedeleri de onun vahdet içindeki vücub-u vücuduna delalet eder. (bk. age.)

(...)

İşte, bu meraklı misafirin âlem-i gaybdan aldığı ders-i marifetine kısa bir işaret olarak, Birinci Makamın On Dördüncü ve On beşinci Mertebelerinde,

لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ الْوَاجِبُ الْوُجُودِ اَلْوَاحِدُ الْاَحَدُ الَّذ۪ى دَلَّ عَلٰى وُجُوبِ وُجُودِهِ ف۪ى وَحْدَتِهِ اِجْمَاعُ جَم۪يعِ الْوَحْيَاتِ الْحَقَّةِ الْمُتَضَمِّنَةِ لِلتَّنَزُّلَاتِ الْاِلٰهِيَّةِ وَ لِلْمُكَالَمَاتِ السُّبْحَانِيَّةِ وَ لِلتَّعَرُّفَاتِ الرَّبَّانِيَّةِ وَ لِلْمُقَابَلَاتِ الرَّحْمَانِيَّةِ عِنْدَ مُنَاجَاةِ عِبَادِهِ وَ لِـلْاِشْعَارَاتِ الصَّمَدَانِيَّةِ لِوُجُودِهِ لِمَخْلُوقَاتِهِ وَ كَذَا دَلَّ عَلٰى وُجُوبِ وُجُودِهِ ف۪ى وَحْدَتِهِ اِتِّفَاقُ الْاِلْهَامَاتِ الصَّادِقَةِ الْمُتَضَمِّنَةِ لِلتَّوَدُّدَاتِ الْاِلٰهِيَّةِ وَ لِـلْاِجَابَاتِ الرَّحْمَانِيَّةِ لِدَعَوَاتِ مَخْلُوقَاتِهِ وَ لِـلْاِمْدَادَاتِ الرَّبَّانِيَّةِ لِاِسْتِغَاثَاتِ denilmiştir. عِبَادِهِ وَ لِـلْاِحْسَاسَاتِ السُّبْحَانِيَّةِ لِوُجُودِهِ لِمَصْنُوعَاتِهِ

Meali: Allah’tan başka ilah yoktur. O Vâcibü’l-Vücud ve Vâhid-i Ehad ki, tenezzülât-ı İlahiyeyi ve mükâlemât-ı Sübhâniyeyi ve taarrüfât-ı Rabbâniyeyi ve kullarının münâcâtına mukabelât-ı Rahmâniyeyi ve mahlukatına vücudunu ihsas eden iş’ârât-ı Samedâniyeyi mutazammın bütün hak vahiylerin icmâı, onun vahdet içindeki vücub-u vücuduna delalet eder. Keza, teveddüd-ü İlahiyeyi ve mahlukatının dualarına icâbât-ı Rahmâniyeyi ve kullarının istiğaselerine imdadat-ı Rabbâniyeyi ve masnuatına vücudunu bildiren ihsasat-ı Sübhâniyeyi mutazammın sadık ilhamların ittifakı, onun vahdet içindeki vücub-u vücuduna delalet eder.(bk. age.)

(...)

İşte, Asr-ı Saadette aklıyla beraber seyahat eden dünya misafiri ve hayat yolcusunun o medrese-i nuraniyeden aldığı derse kısa bir işaret olarak, Birinci Makamın On Altıncı Mertebesinde, böyle

لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ الْوَاجِبُ الْوُجُودِ اَلْوَاحِدُ الْاَحَدُ الَّذ۪ى دَلَّ عَلٰى وُجُوبِ وُجُودِهِ ف۪ى وَحْدَتِهِ فَخْرُ الْعَالَمِ وَ شَرَفُ نَوْعِ بَن۪ى اٰدَمَ بِعَظَمَةِ سَلْطَنَةِ قُرْاٰنِهِ وَ حَشْمَةِ وُسْعَةِ د۪ينِهِ وَ كَثْرَةِ كَمَالَاتِهِ وَ عُلْوِيَّةِ اَخْلَاقِهِ حَتّٰى بِتَصْد۪يقِ اَعْدَائِهِ وَ كَذَا شَهِدَ وَ بَرْهَنَ بِقُوَّةِ مِاٰتِ مُعْجِزَاتِهِ الظَّاهِرَةِ الْبَاهِرَةِ الْمُصَدِّقَةِ الْمُصَدَّقَةِ وَ بِقُوَّةِ اٰلَافِ حَقَائِقِ د۪ينِهِ السَّاطِعَةِ الْقَاطِعَةِ بِاِجْمَاعِ اٰلِهِ ذَوِى الْاَنْوَارِ وَ بِاِتِّفَاقِ اَصْحَابِهِ ذَوِى الْاَبْصَارِ وَ بِتَوَافُقِ مُحَقِّق۪ى اُمَّتِهِ ذَوِى الْبَرَاهِينِ وَ الْبَصَائِرِ denilmiştir. النَّوَّارَةِ

Meali: Allah’tan başka ilâh yoktur. O Vâcibü’l-Vücud ve Vâhid-i Ehad ki, Kur’ân’ının azamet-i saltanatı ve dininin haşmet-i vüs’ati ve kemâlâtının kesreti ve hatta düşmanlarının tasdikiyle dahi ahlakının ulviyetiyle, fahr-i âlem ve şeref-i nev-i beniâdem olan Zat (a.s.m.), onun vahdet içindeki vücub-u vücuduna delalet eder. Kezâ, o Zat (a.s.m.), zâhir ve bâhir ve musaddık ve musaddak yüzlerce mucizâtının kuvvetiyle ve dininin sâti’ ve kati binlerce hakaik-i diniyesinin kuvvetiyle ve Ehl-i Beytinin icmâıyla ve basar sahibi Ashabının ittifakıyla ve ümmetinden burhan ve nuranî basiret sahibi muhakkiklerin tevafukuyla, onun vahdet içindeki vücub-u vücuduna şehadet ve onu ispat eder.(bk. age.)

(...)

İşte, bu yolcunun, Kur’ân’dan aldığı ders-i tevhid ve imana kısa bir işaret olarak, Birinci Makamın On Yedinci Mertebesinde böyle,

لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ الْوَاجِبُ الْوُجُودِ اَلْوَاحِدُ الْاَحَدُ الَّذ۪ى دَلَّ عَلٰى وُجُوبِ وُجُودِهِ ف۪ى وَحْدَتِهِ الْقُرْاٰنُ الْمُعْجِزُ الْبَيَانِ اَلْمَقْبُولُ الْمَرْغُوبُ لِاَجْنَاسِ الْمَلَكِ وَ الْاِنْسِ وَ الْجَٓانِّ اَلْمَقْرُوءُ كُلُّ اٰيَاتِهِ ف۪ى كُلِّ دَق۪يقَةٍ بِكَمَالِ الْاِحْتِرَامِ بِاَلْسِنَةِ مِاٰتِ مِلْيُونٍ مِنْ نَوْعِ الْاِنْسَانِ الدَّائِمُ سَلْطَنَتُهُ الْقُدْسِيَّةُ عَلٰى اَقْطَارِ الْاَرْضِ وَ الْاَكْوَانِ وَ عَلٰى وُجُوهِ الْاَعْصَارِ وَ الزَّمَانِ وَ الْجَار۪ى حَاكِمِيَّتُهُ الْمَعْنَوِيَّةُ النُّورَانِيَّةُ عَلٰى نِصْفِ الْاَرْضِ وَ خُمُسِ الْبَشَرِ ف۪ى اَرْبَعَةَ عَشَرَ عَصْرًا بِكَمَالِ الْاِحْتِشَامِ ..
وَ كَذَا شَهِدَ وَ بَرْهَنَ بِاِجْمَاعِ سُوَرِهِ الْقُدْسِيَّةِ السَّمَاوِيَّةِ وَ بِاِتِّفَاقِ اٰيَاتِهِ النُّورَانِيَّةِ الْاِلٰهِيَّةِ وَ بِتَوَافُقِ اَسْرَارِهِ وَ اَنْوَارِهِ وَ بِتَطَابُقِ حَقَائِقِهِ وَ ثَمَرَاتِهِ وَ اٰثَارِهِ
denilmiştir. بِالْمُشَاهَدَةِ وَ الْعَيَانِ

Meali: Allah’tan başka ilah yoktur. O Vâcibü’l-Vücud ve Vâhid-i Ehad ki, melek ve ins ve cin ecnâsının makbulü ve mergubu olan, her dakikada bütün ayetleri nev-i insandan yüz milyonların lisanında kemal-i ihtiramla okunan, saltanat-ı kudsiyesi arzın ve âlemlerin aktarında ve zamanın ve asırların yüzlerinde devam eden, nuranî hâkimiyet-i maneviyesi arzın yarısında ve beşerin beşte birinde on dört asırdır kemal-i ihtişamla cârî olan Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan, onun vahdet içindeki vücub-u vücuduna delalet eder. Keza, Kur’ân, müşahede ve ayân ile kudsî ve semavi surelerinin icmâı ve nurani ve ilahi ayetlerinin ittifakı ve esrar ve envârının tevafuku ve hakaik ve semerât ve âsârının tetabukuyla onun vahdet içindeki vücub-u vücuduna şehadet ve onu ispat eder.(bk. age.)

(...)

İşte, dünya seyyahının kâinattan aldığı ders-i imanîye kısa bir işaret olarak, Birinci Makamın On Sekizinci Mertebesinde böyle

لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ الْوَاجِبُ الْوُجُودِ الْمُمْتَنِعُ نَظ۪يرُهُ اَلْمُمْكِنُ كُلُّ مَاسِوَاهُ الْوَاحِدُ الْاَحَدُ الَّذ۪ى دَلَّ عَلٰى وُجُوبِ وُجُودِهِ ف۪ى وَحْدَتِهِ هٰذِهِ الْكَٓائِنَاتُ الْكِتَابُ
الْكَب۪يرُ الْمُجَسَّمُ وَ الْقُرْاٰنُ الْجِسْمَانِىُّ الْمُعَظَّمُ وَ الْقَصْرُ الْمُزَيَّنُ الْمُنَظَّمُ وَ الْبَلَدُ الْمُحْتَشَمُ الْمُنْتَظَمُ بِاِجْمَاعِ سُوَرِهِ وَ اٰيَاتِهِ وَ كَلِمَاتِهِ وَ حُرُوفِهِ وَ اَبْوَابِهِ و فُصُولِهِ وَ صُحُفِهِ وَ سُطُورِهِ وَ اِتِّفَاقِ اَرْكَانِهِ وَ اَنْوَاعِهِ وَ اَجْزَٓائِهِ وَ جُزْئِيَّاتِهِ وَ سَكَنَتِهِ وَ مُشْتَمِلَاتِهِ وَ وَارِدَاتِهِ وَ مَصَارِفِهِ بِشَهَادَةِ عَظَمَةِ اِحَاطَةِ حَق۪يقَةِ الْحُدُوثِ وَ التَّغَيُّرِ وَ الْاِمْكَانِ بِاِجْمَاعِ جَم۪يعِ عُلَمَٓاءِ عِلْمِ الْكَلَامِ وَ بِشَهَادَةِ حَق۪يقَةِ تَبْد۪يلِ صُورَتِهِ وَ مُشْتَمِلَاتِهِ بِالْحِكْمَةِ وَ الْاِنْتِظَامِ وَ تَجْد۪يدِ حُرُوفِهِ وَ كَلِمَاتِهِ بِالنِّظَامِ وَ الْم۪يزَانِ وَ بِشَهَادَةِ عَظَمَةِ اِحَاطَةِ حَق۪يقَةِ التَّعَاوُنِ وَ التَّجَاوُبِ وَ التَّسَانُدِ وَ التَّدَاخُلِ وَ الْمُوَازَنَةِ وَ الْمُحَافَظَةِ ف۪ى مَوْجُودَاتِهِ بِالْمُشَاهَدَةِ وَ
denilmiştir. الْعَيَانِ

Meali: Allah’tan başka ilâh yoktur. Nazîri mümteni ve ondan başka herşey mümkin ve Vâhid-i Ehad olan o Vâcibü’l-Vücud ki, mücessem bir kitab-ı kebîr, muazzam bir kur’ân-ı cismânî, munazzam ve müzeyyen bir kasr ve muntazam ve muhteşem bir memleket olan bu kâinat, sûrelerinin ve âyetlerinin ve kelimelerinin ve harflerinin ve bablarının ve fasıllarının ve sayfalarının ve satırlarının icmâıyla ve erkânının ve envâının ve eczasının ve cüz’iyatının ve sekene ve müştemilâtının ve varidat ve masarifinin ittifakıyla, bütün ulema-i ilm-i kelâmın icmâına müstenit hudus ve tagayyür ve imkân hakikatinin azamet-i ihatasının şehadetiyle ve suret ve müştemilâtının hikmet ve intizamla tebdili ve huruf ve kelimatının nizam ve mizanla tecdidi hakikatinin şehadetiyle ve mevcudatında müşahede ve ayân ile görünen teâvün ve tecavüb ve tesanüd ve tedahül ve muvazene ve muhafaza hakikatlerinin azamet-i ihatasının şehadetiyle, Onun vahdet içindeki vücub-u vücuduna delâlet eder.(bk. age.)

(...)

İşte, bu yolcunun bu makam-ı kudsîden aldığı dersin kısa bir meâline bir işaret olarak, Birinci Makamın On Dokuzuncu Mertebesinde,

لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ الْوَاجِبُ الْوُجُودِ الْوَاحِدُ الْاَحَدُ لَهُ الْاَسْمَٓاءُ الْحُسْنٰى وَ لَهُ الصِّفَاتُ الْعُلْيَا وَ لَهُ الْمَثَلُ الْاَعْلٰى اَلَّذ۪ى دَلَّ عَلٰى وُجُوبِ وُجُودِهِ ف۪ى وَحْدَتِهِ اَلذَّاتُ الْوَاجِبُ الْوُجُودِ بِاِجْمَاعِ جَم۪يعِ صِفَاتِهِ الْقُدْسِيَّةِ الْمُح۪يطَةِ وَ جَم۪يعِ اَسْمَٓائِهِ الْحُسْنٰى اَلْمُتَجَلِّيَّةِ بِاِتِّفَاقِ جَم۪يعِ شُؤُنَاتِهِ وَ اَفْعَالِهِ الْمُتَصَرِّفَةِ بِشَهَادَةِ عَظَمَةِ حَق۪يقَةِ تَبَارُزِ الْاُلُوهِيَّةِ ف۪ى تَظَاهُرِ الرُّبُوبِيَّةِ ف۪ى دَوَامِ الْفَعَّالِيَّةِ الْمُسْتَوْلِيَةِ بِفِعْلِ الْا۪يجَادِ وَ الْخَلْقِ وَ الصُّنْعِ وَ الْاِبْدَاعِ بِاِرَادَةٍ وَ قُدْرَةٍ وَ بِفِعْلِ التَّقْد۪يرِ وَ التَّصْو۪يرِ وَ التَّدْب۪يرِ وَ التَّدْو۪يرِ بِاِخْتِيَارٍ وَ حِكْمَةٍ وَ بِفِعْلِ التَّصْر۪يفِ وَ التَّنْظ۪يمِ وَ الْمُحَافَظَةِ وَ الْاِدَارَةِ وَ الْاِعَاشَةِ بِقَصْدٍ وَ رَحْمَةٍ وَ بِكَمَالِ الْاِنْتِظَامِ وَ
الْمُوَازَنَةِ وَ بِشَهَادَةِ عَظَمَةِ اِحَاطَةِ حَق۪يقَةِ اَسْرَارِ - شَهِدَ اللّٰهُ اَنَّهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ وَ الْمَلٰئِكَةُ وَ اُولُوا الْعِلْمِ قَائِمًا بِالْقِسْطِ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ
denilmiştir.

Meali: Allah’tan başka ilah yoktur. O öyle bir Vâcibü’l-Vücud ve Vâhid-i Ehaddir ki, bütün güzel isimler, bütün yüce sıfatlar ve en yüce vasıflar ona aittir. İrade ve kudretle icad ve halk ve sun’ ve ibdâ’ fiillerini, ihtiyar ve hikmetle takdir ve tasvir ve tedbir ve tedvir fiillerini, kast ve rahmetle ve kemâl-i intizam ve muvazene ile tasrif ve tanzim ve muhafaza ve idare ve iaşe fiillerini tazammun eden faaliyet-i müstevliyenin devamı içinde görünen tezahür-ü rububiyet ve onun içinde görünen tebarüz-ü ulûhiyet hakikatinin azametinin şehadetiyle ve “Bütün kâinatı adaletle tedbir ve idare etmekte olan Allah, ondan başka ilah bulunmadığını apaçık delillerle bildirdi. Buna melekler ve ilim sahipleri de şahitlik ettiler. Ondan başka ilah yoktur; onun kudreti her şeye galiptir ve hikmeti her şeyi kuşatır.” (Âl-i İmrân, 3/18.) meâlindeki âyet-i kerimenin hakikat-i esrarının azamet-i ihatasının şehadetiyle; bütün kutsi ve muhît sıfatlarının ve kâinatta tecelli eden bütün esma-i hüsnasının icmâı ve kâinatta tasarruf eden bütün şuunat ve ef’âlinin ittifakı, onun vahdet içindeki vücub-u vücuduna delalet eder.(bk. age.)

***

YEDİNCİ ŞUA İKİNCİ BAB

Ve bu menzilden aldığı derse bir kısa işaret olarak, Birinci Makamın İkinci Babında,

لاَۤ إِلٰهَ اِلاَّ اللّٰهُ الْوَاحِدُ اْلاَحَدُ الَّذِى دَلَّ عَلٰى وَحْدَانِيَّتِهِ وَوُجُوبِ وُجُودِهِ مُشَاهَدَةُ عَظَمَةِ حَقِيقَةِ تَبَارُزِ اْلاُلُوهِيَّةِ الْمُطْلَقَةِ، وَكَذَا مُشَاهَدَةُ عَظَمَةِ اِحَاطَةِ حَقِيقَةِ تَظَاهُرِ الرُّبُوبِيَّةِ الْمُطْلَقَةِ الْمُقْتَضِيَّةِ لِلْوَحْدَةِ. وَكَذَا مُشَاهَدَةُ عَظَمَةِ اِحَاطَةِ حَقِيقَةِ الْكَمَالاَتِ النَّاشِئَةِ مِنَ الْوَحْدَةِ وَكَذَا مُشَاهَدَةُ عَظَمَةِ اِحَاطَةِ حَقِيقَةِ الْحَاكِمِيَّةِ denilmiştir... الْمُطْلَقَةِ الْمَانِعَةِ وَالْمُنَافِيَةِ لِلشَّرِكَةِ

Meali: Allah’tan başka ilâh yoktur. O Vâhid-i Ehad ki, tebarüz-ü ulûhiyet-i mutlaka hakikatinin azametinin müşahedesi, kezâ vahdeti iktiza eden tezahür-ü rububiyet-i mutlaka hakikatinin azamet-i ihatasının müşahedesi, kezâ vahdetten neş’et eden kemâlât hakikatinin azamet-i ihatasının müşahedesi, kezâ şirke mâni olan ve şirki nefyeden hâkimiyet-i mutlaka hakikatinin azamet-i ihatasının müşahedesi, Onun vahdâniyetine ve vücub-u vücuduna delâlet eder.(Şualar, Yedinci Şua, Birinci Makam İkinci Bab)

(...)

İşte, dünya misafiri ve kâinat seyyahının ikinci menzilde müşahede ettiği beş hakikat-i tevhidiyeye kısa bir işaret olarak, Birinci Makamın İkinci Babında, ikinci menzile ait böyle denilmiş:

لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ الْوَاحِدُ الْاَحَدُ الَّذ۪ى دَلَّ عَلٰى وَحْدَتِهِ ف۪ى وُجُوبِ وُجُودِهِ مُشَاهَدَةُ حَق۪يقَةِ الْكِبْرِيَٓاءِ وَ الْعَظَمَةِ فِى الْكَمَالِ وَ الْاِحَاطَةِ ..
وَ كَذَا مُشَاهَدَةُ حَق۪يقَةِ ظُهُورِ الْاَفْعَالِ بِالْاِطْلَاقِ وَ عَدَمُ النِّهَايَةِ لَا تُقَيِّدُهَا اِلَّا الْاِرَادَةُ وَ الْحِكْمَةُ ..
وَ كَذَا مُشَاهَدَةُ حَق۪يقَةِ ا۪يجَادِ الْمَوْجُودَاتِ بِالْكَثْرَةِ الْمُطْلَقَةِ فِى السُّرْعَةِ الْمُطْلَقَةِ وَ خَلْقُ الْمَخْلُوقَاتِ بِالسُّهُولَةِ الْمُطْلَقَةِ فِى الْاِتْقَانِ الْمُطْلَقِ وَ اِبْدَاعُ الْمَصْنُوعَاتِ بِالْمَبْذُولِيَّةِ الْمُطْلَقَةِ ف۪ى غَايَةِ حُسْنِ الصَّنْعَةِ وَ غُلُوِّ الْقِيْمَةِ ..
وَ كَذَا مُشَاهَدَةُ حَق۪يقَةِ وُجُودِ الْمَوْجُودَاتِ عَلٰى وَجْهِ الْكُلِّ وَ الْكُلِّيَّةِ وَ الْمَعِيَّةِ وَ الْجَامِعِيَّةِ وَ التَّدَاخُلِ وَ الْمُنَاسَبَةِ ..
وَ كَذَا مُشَاهَدَةُ حَق۪يقَةِ الْاِنْتِظَامَاتِ الْعَامَّةِ الْمُنَافِيَةِ للِشِّرْكَةِ ..
وَ كَذَا مُشَاهَدَةُ وَحْدَةِ مَدَارَاتِ تَدَاب۪يرِ الْكَائِنَاتِ الدَّالَّةِ عَلٰى وَحْدَةِ صَانِعِهَا بِالْبَدَاهَةِ ..
وَ كَذَا وَحْدَةُ الْاَسْمَٓاءِ وَ الْاَفْعَالِ الْمُتَصَرِّفَةِ الْمُح۪يطَةِ ..
وَ كَذَا وَحْدَةُ الْعَنَاصِرِ وَ الْاَنْوَاعِ الْمُنْتَشِرَةِ الْمُسْتَوْلِيَةِ عَلٰى وَجْهِ الْاَرْضِ

Meali: Allah’tan başka ilâh yoktur. O Vâhid-i Ehad ki, kemalli ve ihatalı kibriya ve azamet hakikatinin müşahedesi, keza ef’âlinin ıtlak ve nihayetsizlikle zuhurları ve onun irade ve hikmetinden başka hiçbir şeyin bu fiilleri takyid edememesi hakikatinin müşahedesi, keza mevcudatın sür’at-i mutlaka içinde kesret-i mutlaka ile icadı ve mahlukatın itkan-ı mutlak içinde suhulet-i mutlaka ile halk edilmesi ve masnuatın nihayet-i hüsn-ü sanat ve ülüvv-ü kıymet içinde mebzuliyet-i mutlaka ile ibdâı hakikatlerinin müşahedesi, keza mevcudatın bir küll ve külli halinde ve beraberlik ve câmiiyet ve tedahül ve münasebet içinde vücut bulması hakikatinin müşahedesi, keza şirki nefyeden intizamat-ı âmme hakikatinin müşahedesi, keza Sâni-i Kâinatın bir olduğuna bedahetle delalet eden ve kâinatın tedbirine medar olan şeylerdeki vahdetin müşahedesi, keza kâinatta tasarruf eden ve her şeyi muhit olan ef’âl ve esmânın birliği, keza yeryüzünde münteşir olan istilâ edici unsurların ve nevilerin birliği, onun vücub-u vücud içindeki vahdetine delalet eder.(bk. age.)

(...)

Birinci Makamın İkinci Babında üçüncü menzilin hakikatlerine dair şöyle denilmiş:

اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ الْوَاحِدُ الْاَحَدُ الَّذ۪ى دَلَّ عَلٰى وَحْدَتِهِ ف۪ى وُجُوبِ وُجُودِهِ مُشَاهَدَةُ عَظَمَةِ اِحَاطَةِ حَق۪يقَةِ الْفَتَّاحِيَّةِ بِفَتْحِ الصُّوَرِ لِاَرْبَعِ مِاَةِ اَلْفِ نَوْعٍ مِنْ ذَوِى الْحَيَاةِ الْمُكَمَّلَةِ بِلَا قُصُورٍ بِشَهَادَةِ فَنِّ النَّبَاتِ وَ الْحَيَوَانِ ..
وَ كَذَا مُشَاهَدَةُ عَظَمَةِ اِحَاطَةِ حَق۪يقَةِ الرَّحْمَانِيَّةِ الْوَاسِعَةِ الْمُنْتَظَمَةِ بِلَا نُقْصَانٍ بِالْمُشَاهَدَةِ وَ الْعَيَانِ ..
وَ كَذَا مُشَاهَدَةُ عَظَمَةِ حَق۪يقَةِ الْاِدَارَةِ الْمُح۪يطَةِ لِجَم۪يعِ ذَوِى الْحَيَاةِ وَ الْمُنْتَظَمَةِ بِلَا خَطَاءٍ وَ لَا نُقْصَانٍ ..
وَ كَذَا مُشَاهَدَةُ عَظَمَةِ اِحَاطَةِ حَق۪يقَةِ الرَّح۪يمِيَّةِ وَ الْاِعَاشَةِ الشَّامِلَةِ لِكُلِّ الْمُرْتَزِق۪ينَ الْمُقَنَّنَةِ ف۪ى كُلِّ وَقْتِ الْحَاجَةِ بِلَا سَهْوٍ وَ لَا نِسْيَانٍ ٭ جَلَّ جَلَالُ رَزَّاقَهَا الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ الْحَنَّانِ الْمَنَّانِ وَ عَمَّ نَوَالُهُ وَ شَمِلَ اِحْسَانُهُ وَ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ

Meali: Allah’tan başka ilâh yoktur. O Vâhid-i Ehad ki, fenn-i nebatat ve hayvanatın şehadetiyle, dört yüz bin nevi zihayatın suretlerinin mükemmel ve kusursuz şekilde açılmasında görünen fettahiyet hakikatinin azamet-i ihatasının müşahedesi, keza bilmüşahede ve açıkça görünen vüsatli ve intizamlı Rahmâniyet hakikatinin azamet-i ihatasının müşahedesi, keza bütün zihayatlara şâmil, hatasız ve noksansız, muntazam idare-i muhîta hakikatinin azametinin müşahedesi, keza rızık isteyen herkesin birden her hâcet vaktinde sehivsiz ve nisyansız, şümullü bir şekilde rızıklandırılmasında görünen rahîmiyet ve iaşe-i şâmile hakikatinin azamet-i ihatasının müşahedesi, onun vücub-u vücud içindeki vahdetine delalet eder. Onun şânı her şeyden yücedir. Bütün onları rızıklandıran, o Rahmân-ı Rahîm, o Hannân-ı Mennândır. Onun in’âmı her şeyi muhît, ihsanı her şeye şâmildir. Ve Ondan başka hiçbir ilâh yoktur.(bk. age.)

***

"ALLAHU EKBER" cümlesiyle bildirir, "SÜBHANALLAH" takdisiyle tarif eder, "ELHAMDÜLİLLAH" senalarıyla sevdirir. (bk. age., On Birinci Şua, Altıncı Mesele)

***

سُبْحَانَكَ يَا لَٓا اِلٰهَ اِلَّٓا اَنْتَ الْاَمَانُ الْاَمَانُ خَلِّصْنَا وَ اَجِرْنَا وَ نَجِّنَا مِنَ النَّارِ

Meali: Sen aczden ve şerikten münezzeh ve mukaddessin. Senden başka ilah yok ki bize imdat etsin. El-aman, el-aman! Bizi azap ateşinden ve cehennemden halas et, kurtar ve bize necat ver.(bk. age., Onuncu Mesele)

***

بِاسْمِه۪ سُبْحَانَهُ / Her türlü kusur ve noksandan uzak olan Allah’ın adıyla. (bk. On İkinci Şua)

(...)

حَسْبُنَا اللّٰهُ وَنِعْمَ الْوَك۪يلُ ٭ حَسْبِىَ اللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ وَهُوَ رَبُّ الْعَرْشِ الْعَظ۪يمِ

Meali: “...Bize Allah yeter. O ne güzel vekildir.” (Âl-i İmrân, 3/173) * “...Allah bana yeter. Ondan başka ibadete layık hiçbir ilah yoktur. Ben ona tevekkül ettim. Yüce Arşın Rabbi de odur.” (Tevbe, 9/129).(bk. age.)

***

"Onları Kahhar-ı Zülcelal'in kahrına havale edip, kendimizi onların şerrinden muhafaza için حَسْبُنَا اللّٰهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ [“...Bize Allah yeter. O ne güzel vekildir.” (Âl-i İmrân, 3/173).] kalasına iltica ederiz." (bk. age., On Dördüncü Şua)

TARİHÇE-İ HAYAT

سُبْحَانَ اللّٰهِ وَالْحَمْدُ لِلّٰهِ وَلَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ وَاللّٰهُ اَكْبَرُ

Meali: Allah, her türlü noksandan münezzehtir. Ve Allah’a hamdolsun Allah’tan başka ibâdete lâyık hiçbir ilâh yoktur. Allah yüceler yücesidir.(Tarihçe-i Hayat, Ön Söz)

***

وَ اُفَوِّضُ اَمْر۪ٓى اِلَى اللّٰهِ اِنَّ اللّٰهَ بَص۪يرٌ بِالْعِبَادِ

“Ben işimi Allah’a havale ediyorum. Şüphesiz ki Allah kullarını hakkıyla görür.” (Mü’min, 40/44). der ve tevekkülle Cenâb-ı Hakka iltica eylerim. (bk. age., Eskişehir Hayatı)

***

هٰذَا مِنْ فَضْلِ رَبّ۪ى ٭ هٰذَا رَحْمَةٌ مِنْ رَبّ۪ى

(Bu Rabbimden gelen bir rahmettir. * Bu Rabbimin bir ihsanıdır.) (bk. Isparta Hayatı)

MUHAKEMAT

وَ اِلَى اللّٰهِ الْمُشْتَكٰى / Şikâyetler yalnızca Allah’adır. (Muhakemat, Birinci Makale / Unsuru'l-Hakikat, On Birinci Mukaddime)

***

لَيْسَ كَمِثْلِه۪ شَيْءٌ جَلَّ جَلَالُهُ / Onun benzeri hiçbir şey yoktur, celle celâluhu.(bk. age. Üçüncü Makale / Unsuru'l-Akide, Birinci Maksat)

MESNEVİ-İ NURİYE

سُبْحَانَ اللّٰهِ وَ الْحَمْدُ لِلّٰهِ وَ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ وَ اللّٰهُ اَكْبَرُ وَ لَا حَوْلَ وَ لَا قُوَّةَ اِلَّا بِاللّٰهِ

Meali: Allah her noksandan münezzehtir. Ve hamd Allah’a mahsustur. Ve Allah’tan başka ilah yoktur. Ve Allah her şeyden büyüktür. Ve havl ve kuvvet ancak Allah’a aittir.(Mesnevi-i Nuriye, Katre, İfade-i Meram)

(...)

لَهُ الْمُلْكُ وَلَهُ الْحَمْدُ وَلَا حَوْلَ وَلَا قُوَّةَ اِلَّا بِاللّٰهِ / Mülk onundur; hamd de onadır; havl ve kuvvet ise ancak ondandır. (bk. age., Hatime)

***

حَسْبُنَا اللّٰهُ وَنِعْمَ الْوَك۪يلُ ٭ نِعْمَ الْمَوْلٰى وَنِعْمَ النَّص۪يرُ / "Allah bize yeter; O ne güzel vekildir." (Âl-i İmrân, 3/173) *
"O ne güzel dost ve o ne güzel yardımcıdır." (Enfâl, 8/40). (bk. age., Hubab, Meclis-i Mebusana Hitap)

***

لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اَنْتَ وَحْدَكَ لَا شَر۪يكَ لَكَ اٰخِرُ الْكَلَامِ فِى الدُّنْيَا وَ اَوَّلُ الْكَلَامِ فِى الْاٰخِرَةِ وَ فِى الْقَبْرِ اَشْهَدُ اَنْ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ وَ اَشْهَدُ اَنَّ مُحَمَّدًا رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ تَعَالٰى عَلَيْهِ وَ سَلَّمَ

Meali: Senden başka ilah yoktur. Sen birsin. Senin hiçbir şerikin yoktur. Dünyada son, ahirette ve kabirde ilk söz: Şehadet ederim ki Allah’tan başka ilah yoktur; yine şehadet ederim ki Muhammed (a.s.m.) Allah’ın Resulüdür.(Mesnevi-i Nuriye, Zühre / Lem'alar, On Yedinci Lem'a, On İkinci Nota)

***

اٰمَنْتُ بِاللّٰهِ وَ مَلٰٓئِكَتِه۪ وَ كُتُبِه۪ وَ رُسُلِه۪ وَِالْيَوْمِ الْاٰخِرِ وَ بِالْقَدَرِ خَيْرِه۪ وَ شَرِّه۪ مِنَ اللّٰهِ تَعَالٰى وَ الْبَعْثُ بَعْدَ الْمَوْتِ حَقٌّ اَشْهَدُ اَنْ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ وَ اَشْهَدُ اَنَّ مُحَمَّدًا رَسُولَُ اللّٰهِ

Meali: Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe, kadere, hayır ve şerrin Allah Teâlâ'dan geldiğine iman ettim. Ölümden sonra diriliş haktır. Allah’tan başka ilah olmadığına şahitlik ederim. Muhammed’in, Allah’ın resulü olduğuna da şahitlik ederim.

(...)

سُبْحَانَكَ لَا قُدْرَةَ لَنَٓا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ

Meali: Sen her türlü noksandan münezzeh ve uzaksın. Bizim hiç bir kudretimiz yoktur. Şüphesiz ki Sen Azîzsin, Senin kudretin herşeye galiptir; Hakîmsin, Senin her işin hikmet iledir.(bk. age., Nokta)

(...)

لَيْسَ كَمِثْلِه۪ شَيْءٌ جَلَّ جَلَالُهُ سُبْحَانَ مَنِ اخْتَفٰى لِشِدَّةِ ظُهُورِه۪

سُبْحَانَ مَنِ اسْتَتَرَ لِعَدَمِ ضِدِّه۪ سُبْحَانَ مَنِ احْتَجَبَ بِالْاَسْبَابِ لِعِزَّتِه۪

Meali: Onun benzeri hiçbir şey yoktur. Münezzehtir o Zat ki, şiddet-i zuhurundan ihtifâ etmiştir. Münezzehtir o Zat ki, zıddı ve rakibi olmadığı için istitar etmiştir. Münezzehtir o Zat ki, esbabı izzetine perde yapmıştır.(bk. age., Dördüncü Burhan)

LAHİKALAR

فَتَبَارَكَ اللّٰهُ اَحْسَنُ الْخَالِق۪ينَ

Meali: "Yaratıcılık mertebelerinin en güzelinde olan Allah’ın şânı ne yücedir." (Mü’minûn, 23/14).(Barla Lahikası, 270. Mektup)

***

"Yalnız, o hediyelerin hususi sahiplerine maşallah, barekallah, veffakakümullah, es’adekümullah derim." (Kastamonu Lahikası, 12. mektup)

***

ا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ الْوَاجِبُ الْوُجُودِ الْوَاحِدُ الْاَحَدُ بِلِسَانِ الْحَق۪يقَةِ الْاِنْسَانِيَّةِ بِكَلِمَاتِ حَيَاتِهَا وَ حِسِّيَّاتِهَا وَ سَجِيَّاتِهَا وَ مِقْيَاسِيَّتِهَا وَ مِرْاٰتِيَّتِهَا وَ بِكَلِمَاتِ صِفَاتِهَا وَ اَخْلَاقِهَا وَ خِلَافَتِهَا وَ فِهْرِسْتِيَّتِهَا وَ اَنَانِيَّتِهَا وَ بِكَلِمَاتِ مَخْلُوقِيَّتِهَا الْجَامِعَةِ وَ عُبُودِيَّتِهَا الْمُتَنَوِّعَةِ وَ اِحْتِيَاجَاتِهَا الْكَث۪يرَةِ وَ فَقْرِهَا وَ عَجْزِهَا وَ نَقْصِهَا الْغَيْرِ الْمَحْدُودَةِ وَ اِسْتِعْدَادَاتِهَا الْغَيْرِ الْمَحْصُورَةِ

Meali: İnsanlık hakikati kendine mahsus lisanla; hayatı, duyguları, meziyetleri, Allah'ın güzel isimlerinin tecellilerini anlayan ve yansıtan bir ölçü ve bir ayna olması gibi kelimeleriyle; sıfatları, ahlakı, halifeliği, Allah'ın güzel isimlerine fihriste oluşu ve enaniyeti gibi kelimeleriyle; kapsamlı yaratılışı, çeşitli kulluk görevleri, pek çok ihtiyaçları, sınırsız fakirliği, âcizliği ve noksanlığı ve sayısız istidatları gibi kelimeleriyle der: Allah’tan başka ilah yoktur. O varlığı zorunlu olan Vâcibü’l-Vücud, birliği bütün kâinatı kuşatmış olan Vâhid ve her bir varlıkta, özellikle insanda birliği müşahede edilen Ehad’dir.(Emirdağ Lahikası-I, 91. Mektup)

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Kategorileri:
Okunma sayısı : 1.393
Sayfayı Word veya Pdf indir
Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yükleniyor...