"Mü’minler ibadetlerinde, duâlarında birbirine dayanarak cemaatle kıldıkları namaz ve sair ibadetlerinde büyük bir sır vardır ki; her bir fert,.." İzah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
İ’lem eyyühe’l-aziz! Mü’minler ibadetlerinde, dualarında birbirine dayanarak cemaatle kıldıkları namaz ve sair ibadetlerinde büyük bir sır vardır ki her bir fert, kendi ibadetinden kazandığı miktardan pek fazla bir sevap cemaatten kazanıyor. Ve her bir fert ötekilere duacı olur, şefaatçi olur, tezkiyeci olur, bilhassa Peygamber aleyhissalâtü vesselâma… Ve keza her bir fert arkadaşlarının saadetinden zevk alır ve Hallak-ı kâinat’a ubudiyet etmeye ve saadet-i ebediyeye namzet olur.
İşte mü’minler arasında, cemaatler sayesinde husule gelen şu ulvi, manevî teavün ve birbirine yardımlaşmak ile hilafete haml, emanete mazhar olmakla beraber mahlukat içerisinde mükerrem unvanını almıştır.(1)
“Pek fazla bir sevap” ifadesi, öncelikle, cemaatle kılınan namazın yirmi yedi kat sevabı olmasına işaret ediyor. Bunun yanında sâir ibadetlerde, dualarda ve İslamî hizmetlerde de benzer bereketler olduğunu da ders veriyor.
Müslüman birisi Müslüman bir kardeşinin affedilmesi için dua eder ve o Müslüman o dua vesilesi ile affa mazhar olarak manen temizlenmiş olur. Tezkiye ve temizlenme bu anlamdadır. Bu sebeple en güzel ve en tesirli dua Müminlerin birbirine gıyaben yapmış oldukları dualardır.
Mesela Allah’ım vefat etmiş olan babamı affet onun kabrini geniş kıl onun günahlarını bağışla diye dua ederim bu dua ihlaslı ve kabule mazhar ise Allah ölmüş babamın manevi kirlerini tezkiye edip yani günahlarını bağışlayarak onu temize çıkarır.
Şefaat birisine manen yardım etmek onun affedilmesi ve bağışlanmasına vesile olmak demektir. Allah razı olduğu ve katında makbul olan bazı insanlara şefaat hakkı verecektir.
Kulun günahını ancak Allah affedebilir. Ama bu affı, bazı seçkin kullarının hatırı için yapmakla onların şerefini bütün mahşer ehline ilân eder.
Şefaatin hak olduğunu ders veren âyet-i kerimelerden iki misâl:
“O’nun huzurunda kendisine izin verdiğinden başkasının şefaatı fayda vermez.” (Sebe’ Sûresi, 23)
“O’nun izni olmadan huzurunda şefaat edecek kimdir!” (Bakara Sûresi, 255)
Biz, Peygamber Efendimize (asm.) salâvat getirmekle, Allah’ın Ona olan rahmetini ve ihsanını daha da artırmasını dilemiş oluyoruz. Böylece o Allah Resulü’nün (asm.) yanında, inşallah, şefaate layık olmaya çalışıyoruz. O’nu (asm.) İlâhî rahmete vesile kabul ediyor ve kalbimizi Rabbimize bağlayıp “iyyakenestein” (Ancak senden yardım dileriz.) diyor ve bütün hayırları O’ndan diliyor ve O’ndan biliyoruz.
Bu âlem, hikmet dünyasıdır. Bunun içindir ki eşyanın yaratılmasında sebepler devreye sokulmuş, meyvenin yaratılmasında ağaç, insanınkinde anne ve baba sebep kılınmıştır.
İnsan arzın halifesidir. İnsanlar halifenin emrine uydukları gibi, denizinden ormanına, koyunundan arısına varıncaya kadar bütün canlılar da insana hizmet etmektedirler. Ve insan semanın, arzın, dağın yüklenemediği büyük bir yükü yüklenmiştir. Bu yük, Risalelere açıklandığı gibi, insanın kendine ihsan edilen duygularını, sıfatlarını birer ölçü olarak kullanıp bunlarla Allah’ın sonsuz sıfatlarını bilmesi, İlâhî marifette yükselmesidir. Bu konu Otuzuncu Söz'de çok geniş ve harika bir şekilde izah edilmiştir. Üstat Hazretleri bu derste, müminler arasındaki yardımlaşma ile insanın “hilâfete haml, emanete mazhar” olması arasında yakın bir ilgi bulunduğunu nazara vermektedir.
(1) bk. Mesnevi-i Nuriye, Şule.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü