"Bütün esmâ-i hüsnânın ifâde ettiği manalar ile bütün sıfât-ı kemâliyeye, Lâfza-i Celâl olan Allah bil’iltizam delâlet eder. Sair ism-i haslar yalnız müsemmâlarına delâlet eder, sıfatlara delâletleri yoktur..." İzah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
"İ’lem eyyühe’l-aziz! Bütün esma-i hüsnanın ifade ettiği manalar ile bütün sıfât-ı kemaliyeye lafza-i Celal olan 'Allah' bi’l-iltizam delâlet eder. Sair ism-i haslar yalnız müsemmalarına delâlet eder. Sıfatlara delâletleri yoktur. Çünkü sıfatlar, müsemmalarına cüz olmadığı gibi aralarında lüzum-u beyyin de yoktur. Bu itibarla ne tazammunen ve ne iltizamen sıfatlara delâletleri yoktur."
"Amma lafza-i Celal bi’l-mutabakat Zat-ı Akdes’e delâlet eder. Zat-ı Akdes ile sıfât-ı kemaliye arasında lüzum-u beyyin olduğundan sıfatlara da bi’l-iltizam delâlet eder."
"Ve keza uluhiyet unvanı sıfât-ı kemaliyeyi istilzam etmesi, ism-i has olan 'Allah'ın da o sıfâtı istilzam ettiğini istilzam ediyor."(1)
Ve keza “Allah” kelimesi de nefiyden sonra sıfatlar ile beraber düşünülür. Binaenaleyh “Lâ ilâhe illallah” kelâmı, esmâ-i hüsnânın adedince kelâmları tazammun ediyor. Bu itibarla, şu kelime-i tevhid kelâmı, delâlet ettiği sıfatlar itibariyle bir kelâm iken bin kelâm oluyor. “Lâ hâlıka illallah”, “Lâ fâtıra, Lâ râzıka, Lâ kayyûme illallah” gibi... Binaenaleyh, terakki etmiş olan zâkir bir zât, bu kelâmı söylerken içindeki binlerce kelâmları söylemiş oluyor.
İltizam; kendine lazım kılma, gerekli bulma demektir. Tazammun ise, zımnında bulunma, içine alma, ihtiva etme manalarına geliyor. Allah ismi bütün esmâ ve sıfat-ı İlâhiyeyi hem istilzam, hem de tazammun ediyor. Allah dendi mi, O’nun lazımıdır ki, sonsuz kudret sahibi olsun. Sonsuz ilim sahibi olsun. İradesi mutlak olsun. Rahmân olsun, Rahim olsun, Rezzak olsun, Şafi olsun. Yâni bütün isim ve sıfatların sahibi olsun. Allah ismi bütün bu sıfatları ve isimleri tazammun eder, ihtiva eder, tümünü manasında taşır.
“Sâir ism-i haslar yalnız müsemmâlarına delâlet eder. Sıfatlara delâletleri yoktur. Çünkü sıfatlar, müsemmâlarına cüz’ olmadığı gibi aralarında lüzum-u beyyin de yoktur.”
“Sâir ism-i haslar” ifadesi diğer eşyanın, yahut şahısların isimleri demektir. Bu ifadeyi esmâ-i İlâhîye olarak anlayamayız, zira Cenab-ı Hakk’ın diğer isimleri İlâhî sıfatları tazammun etmeseler de iltizam ederler. Meselâ, Kerîm ismi ilim ve kudret sıfatlarını tazammun etmese de iltizam eder, gerektirir. Yâni, mahlûkatın ihtiyaçlarını bilecek ve onları vermeye gücü yetecektir ki ikramda bulunsun da bu isim tecelli etsin.
Diğer eşyanın ve şahısların isimlerinde bu özellik yoktur. Meselâ, Akdeniz, bir denizin ismidir ve o denize delalet eder. O isim söylendiğinde başka deniz aklımıza gelmez. Ancak, bu isim Akdeniz’in sıfatlarına delalet etmez, yâni büyüklüğü şu kadar, derinliği bu kadar, şekli şöyle, suyunun özellikleri böyle gibi o denize ait özelliklere delil olmaz. Yâni, madem ki Akdeniz’dir şu özellikleri taşıması gerekir denilmez. O sadece bir isimdir.
Öte yandan, bir insanın isminin Aslan olması da cesur ve güçlü olmasını gerektirmez. O bir ism-i hastır, falan kişiye delalet eder, onu diğerlerinden ayırmamıza yardımcı olur. İsmi Mücahid olan bir kişinin de cihat etmiş olması gerekmez. Bu isim o kişinin “âlim, hattat, mütevazi, yardımsever gibi sıfatlarına da delalet etmez. Bu sıfatlar, “müsemmâlarına cüz’ olmadığı gibi aralarında lüzum-u beyyin de yoktur.” Müsemma Mücahid’in zatıdır, bu özellikler onun zatdan ayrı düşünülemeyecek şeyler değillerdir. Aralarında lüzum-ı beyin yoktur, yâni o isim açıkça gerektirmez ki o kişi bu sıfatlara mutlaka sahip olsun.
“Amma Lâfza-i Celâl bil’mutâbakat Zât-ı Akdese delalet eder. Zât-ı Akdes ile sıfât-ı kemaliyye arasında lüzum-u beyyin olduğundan, sıfatlara da bil’iltizam delâlet eder.”
Lâfza-i Celâl olan Allah isminin Zât-ı Akdese delalet ettiğinde bütün âlimler ittifak etmişlerdir. Yâni, bu isim Allah’ın zatına delalet eder. Allah’ın bütün sıfatları sonsuz kemaldedir. Allah’ın zatı ile sıfatlarının kemali arasında lüzum-u beyin vardır, yâni Allah dendi mi bütün sıfatlarının sonsuz kemalde olması onun zatının lazımıdır.
“Ve keza, Ulûhiyet ünvanı sıfât-ı kemaliyeyi istilzam etmesi, ism-i has olan “Allah”ın da o sıfatı istilzam ettiğini istilzam ediyor.”
Uluhiyet, ma’budiyet manasındadır. Lâ ilahe illallah, Allah’tan başka hak mabud yoktur demektir. Uluhiyet, sıfat-ı kemaliyeyi gerektirir. Zirâ, ancak ilmi, kudreti ve sâir sıfatları sonsuz kemalde olan zata ibadet edilir.
“Ve keza 'Allah' kelimesi de nefiyden sonra sıfatlar ile beraber düşünülür. Binaenaleyh 'Lâ ilâhe illallah' kelâmı, esmâ-i hüsnânın adedince kelâmları tazammun ediyor.”
Birinci cümlede geçen “sıfat” kelimesi ikinci cümlede yerini “esmâ-i hüsnâ” ifadesine bırakmıştır. Sıfat denilince öncelikle hayat, ilim, kudret gibi İlâhî sıfatlar anlaşılırsa da her isim aynı zamanda sıfat görevi de yapar. “Kerîm Allah” dediğimizde Allah’ı Kerîm olmakla tavsif etmiş oluruz.
Kelime-i tevhidde geçen “lâ”, “yoktur” manasına gelir ve nefyi ifade eder, “Lâ ilâhe”, hiçbir ilah yoktur, ibadet edilecek başka hiçbir şey ve hiçbir kimse yoktur; “İllallah”, ancak Allah vardır. İllallah ifadesinde Allah isminin geçmesi dolayısıyla bu kelam “esmâ-i hüsnânın adedince kelâmları tazammun ediyor.”
Allah ismi bütün isimleri içine aldığından Lâ ilâhe illallah kelamının içinde çok tevhid cümleleri bulunmaktadır. “Bu itibarla, şu kelime-i tevhid kelâmı, delâlet ettiği sıfatlar itibariyle bir kelâm iken bin kelâm oluyor. “Lâ hâlıka illallah”, “Lâ fâtıra, Lâ râzıka, Lâ kayyûme illallah” gibi...
“Binaenaleyh, terakki etmiş olan zâkir bir zât, bu kelâmı söylerken içindeki binlerce kelâmları söylemiş oluyor.”
“Binlerce” kelimesi üzerinde biraz durmak gerekiyor. Bilindiği gibi Peygamber Efendimiz (asm.) esmâ-i hüsnâ hadis-i şeriflerinde Cenab-ı Hakk’ın doksan dokuz ismini beyan etmiştir. Cevşenü’l-Kebir münacatında ise bin isim geçmektedir. Bazı zatlar Allah’ın isimlerinin sonsuz olduğunu ifade ediyorlar. Üstat Hazretleri de “binlerce” demekle bu görüşü benimsemiş oluyor.
Bilindiği gibi, Allah’ın isimlerinden bir kısmı zatî isimlerdir, diğer kısmı ise fiilî isimlerdir. Meselâ, Hayy (hayat sahibi) ismi zatî bir isimdir, Muhyi (hayat verici) ismi ise fiili isimdir; hayat verme fiilinden gelmektedir. Aynı şekilde, Hâlık, Rezzak, Musavvir, Müzeyyin, Kerîm gibi pek çok fiilî isim vardır.
Cevşenden bir örnek verelim: Allah’ın bir ismi de Rab’dır, terbiye etme fiilinden gelir. Cevşen’in bir bülümünde, Cenab-ı Hakk’ın, “cennetin ve narın rabbi, nebilerin ve ahyarın rabbi, sıddıkların ve ebrarın rabbi,... ” olduğu da ayrıca nazara veriliyor. Böylece Rab isminin zımnında on tane isim daha zikredilmiş oluyor. Bu noktadan hareketle Cenab-ı Hakk’ın terbiye ettiği birbirinden farklı bütün mahlûkat dikkate alındığında sadece Rab isminin zımnında bile sonsuz isimler bulunabileceği söylenebilir.
(1) bk. Mesnevi-i Nuriye, Şule.
***
Lafza-i Celâl olan "Allah" ismi, hem bütün İlâhî sıfatları, hem de bütün esma-i hüsnayı içine alır. ‘Allah’ dendi mi, bütün bu sıfatlar ve isimler birlikte düşünülür.
Sair ism-i haslarda bu özellik yoktur. Burada geçen ‘ism-i has’ mahlukata verilen özel isimler demektir.
Konuyu, insan eksenli olarak açıklamaya çalışalım:Bir insana verilen isim, onun istidadını, kabiliyetini, bilgisini, hünerini ve ahlâk dünyasını aksettirmeyebilir. Zaten o isimden böyle bir şey de beklenmez; kişiye delalet etmesi, onu başkalarından ayırması yeterlidir. Bir insanın ismi, meselâ, Kadir ise, onun güçlü ve kuvvetli olması gerekmez. Bu sıfatlar, ondaki Kadir isminin cüzü yahut bir gereği değildir. Aralarında sebep-sonuç ilişkisi aramak da doğru olmaz.
Ama, Allah ismi böyle değildir. Allah dendi mi, “bütün İlâhî isimlere ve bütün kemâl sıfatlara sahip olan, varlığı vacip yegane Zat” anlaşılır.
“Sair ism-i haslar” ifadesini, Allah’ın diğer isimleri olarak anlamamız doğru olmuyor. Bu takdirde, bir sonraki cümlede geçen, “Sıfatlara delaletleri yoktur.” ifadesini nasıl yorumlayacağız? Çünkü, Cenab-ı Hakk’ın diğer isimlerinin sıfatlara delaletleri vardır.
Nitekim, bir sonraki cümlede, İlâhî sıfatlarla Allah’ın zatı arasında “lüzum-u beyyin” olduğu açıkça belirtilmiştir. Yani, Allah bu sıfatlarla birlikte düşünülür; bunlara inanmak Allah inancının gereğidir.
İşaratü'l-İ’caz’daki şu ifadeler konuya açıklık getiriyor:
“Lafza-i celal, Zât-ı Akdes’e delalet eder; Zât-ı Akdes de bütün sıfât-ı kemâliyeyi istilzam eder; öyle ise, o lafza-i mukaddese, delalet-i iltizamiye ile bütün sıfât-ı kemâliyeye delalet eder."
"İhtar: Başka ism-i haslarda bu delalet yoktur. Çünkü başka zâtlarda sıfât-ı kemâliyeyi istilzam etmek yoktur."(1)
"İhtar"da geçen "başka zâtlarda" ifadesi, ‘sair ism-i haslar’ın, başka varlıklara verilen özel isimler olduğunu açıkça ortaya koyuyor.
Allah lafzı kıymetli bir mücevher kutusu gibi bütün isim ve sıfatları dairesine ve içine alır ve her bir isim ve sıfata da işareti haizdir. Yani o isim ve sıfatlara tek tek mana olarak işaret eder. Bu kapsamlı ihata ve kuşatıcılık manası Allah’ın diğer has ve özel isimlerinde yoktur. O has ve özel isimler sadece kendi manasına işaret ve delalet ederler, başka isimlere ve sıfatlara işaret etmezler.
Allah lafzının diğer özel isimlerden farkı ise, Allah lafza-i celali Zat-ı Akdesin bir unvan ve ismidir. Yani Allah’ın zatına ait bir isim ve sıfattır. Bütün mükemmel isim ve sıfatların kaynağı ve membaı Allah’ın Zat-ı Akdesi olmasından dolayı, Allah’ın zatını temsil eden Allah lafzı dolaylı olarak bütün mükemmel isim ve sıfatlara da işaret ve delalet ediyor demektir.
Mesela Rahman Allah’ın özel bir ismidir, ama sadece müsemmasına, yani kendi manasına işaret eder, sair isim ve sıfatlara ihata ve işareti yoktur. Bu noktadan Allah lafzı ve ismi gibi kuşatıcı ve ihatalı bir isim değildir.
Mesela, Mehmet isminde çok maharetleri ve sıfatları olan bir usta düşünelim. Bu ustanın bir çok kabiliyet ve sıfatları var. Mesela iyi bir hattat, iyi bir ressam, iyi bir hatip, iyi bir baba vs... Bütün bu sıfat ve kabiliyetlerin hepsi onun zatından kaynayıp geliyor. Zatının ismi ise Mehmet’tir. Yani Mehmet denildiği zaman o şahısın zatı akla gelir, onun zatı akla geldiği zaman da zatından kaynayan kabiliyet ve sıfatlar akla gelir. O zaman Mehmet isminde bütün o hattatlık, ressamlık, hatiplik ve babalık sıfatlarına özel ve dolaylı bir işaret vardır. İşte la teşbih, Allah lafzı da bu manadadır.
Terakki etmiş zikir ehli bir insan, "Allah" dediğinde, bütün bu mükemmel ve kudsi isim ve sıfatları da hatırına getirir demektir. Zira Allah lafzı bir mücevher kutusu gibi çok kıymetli isim ve sıfatları bünyesinde toplayan özel bir isimdir. Terakki etmeyen bir zikir ehli ise, Allah lafzındaki bu işari ve dürülü isim ve sıfatları görüp okuyamaz. Zikir zaten düşünmek ve hatıra getirmek anlamındadır. Allah lafzını zikrederken, bütün gerekleri ve işaretleri ile zikretmek gerekir, kuru bir isim olarak değil.
"...Çünkü sıfatlar müsemmâlarına cüz olmadığı gibi, aralarında lüzum-u beyyin de yoktur..."
Müsemma, burada Allah’ın Zat-ı Akdesi demektir. Sıfatların Allah’ın zatına cüz olmaması ise, sadece o sıfattan ibaret ya da onun bir parçası demek değildir, anlamındadır. Mesela kudret sıfatı Allah’ın zatına bir cüzdür. Yani Onun bir paçasıdır dersek, bu terkip olur ki, Allah mürekkep olmaktan münezzehtir. Öyle ise sıfatlar Allah’ın bir cüzü ya da parçası değildir, demek gerekiyor. Lakin sıfatların Allah’a cüz ve parça olmamaları, zatı ile kaim olmalarına ve onun sıfatları olmasına mani değildir. Sıfatlar Allah’ın zatı ile kaim olup ona bir cüz ya da parça değildirler.
Aralarında lüzum-u beyin yok demekten maksat ise, iki sıfat arasında mana gerekliliği yok demektir. Mesela Allah’ın kudret sıfatı ile ilim sıfatı arasında ister delalet kabilinden olsun, ister lüzumiyet kabilinden olsun, bir gereklilik bağı yoktur. Yani her sıfat kendi manasına delalet eder, başka sıfatları istilzam etmez. Öyle ise Allah’ın Zatına ilim, irade, kudret gibi sıfatları doğrudan izafe etmek caiz olmaz. Yani Allah ilimdir, kudrettir, iradedir denilemez. Şayet Allah ilimdir denilirse, diğer sıfatları zımnen inkar çıkar. Allah hem ilimdir, hem kudrettir denilirse, iki farklı sıfattan mürekkep bir Zat ortaya çıkar ki, bu da caiz değildir. Öyle ise Allah ilim değil, ilim sahibidir. Aynı zaman da kudret değil, kudret sahibidir demek gerekiyor ki, birinci görüş Mutezilenin, ikinci görüş ise Ehl-i sünnetin görüşüdür. Üstad Hazretleri bu ifadesi ile Ehl-i sünnetin hakkaniyetine işaret ediyor.
Diğer bir mana da iki sıfat arasında ayniyeti iktiza edecek, yani bir kimlik esasken, diğer kimlik yok manasına gelecek bir görüş yanlıştır. Mesela, ilim sıfatının kendine mahsus bir kimliği vardır ki, bu kimlik kudret sıfatının kimliğinden tamamen farklı ve başkadır. Öyle ise sıfatların bu farklı ve başka kimliklerini sıfatların kaynağı ve esası olan Zat-ı Akdese özel isim yapmak yanlış olur. Mesela ilim sıfatının kimliğini bütün sıfatların üst ve kuşatıcı kimliği olan lafza-i celalin, yani Allah lafzının yerine koymak, diğer sıfatların mana ve kimliğine hem haksızlık olur, hem de tecavüz olur ki, bu caiz değildir. Bu konu ilm-i kelam kitaplarının sıfatlar bahsinde tafsilli olarak izah edilmektedir.
(1) bk. İşaratü'l-İ'caz, Fatiha Suresi Tefsiri.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar
Zat-ı Akdes ile sıfât-ı kemaliye arasında lüzum-u beyyin olduğundan, Zat-ı Akdes’e doğrudan delâlet eden isimler, sıfatlar, unvanlar; bütün esma ve sıfatlara bi’l-iltizam delâlet ederler. Bunlar Risale-i Nur külliyatında tespitimize göre şöyle sıralayabiliriz.
1. Allah (lafzatullah)
Lafzatullah, Zat-ı ilahiyeye delalet-i mutabıkıye derecesinde delalet eder. Zat-ı ilahide tüm sıfat ve esmalara iltizam derecesinde delalet eder.
Lafza-i Celal bi'l-mutabakat Zat-ı Akdes'e delâlet eder. Zat-ı Akdes ile sıfât-ı kemaliye arasında lüzum-u beyyin olduğundan sıfatlara da bi'l-iltizam delâlet eder.
(Mesnevi-i Nuriye 238.sh - Risale-i Nur)
2. Uluhiyet unvanı
Uluhiyet unvanı ise Zat-ı ilahiyeye delaleti iltizamiye derecesinde delalet eder. O da sıfat ve esmaları iltizam ettirir.
Ve keza uluhiyet unvanı sıfât-ı kemaliyeyi istilzam etmesi, ism-i has olan "Allah"ın da o sıfâtı istilzam ettiğini istilzam ediyor.
(Mesnevi-i Nuriye 238.sh - Risale-i Nur
3. Vâcibü'l-Vücud unvanı
Madem uluhiyet sayılıyorsa, elbette uluhiyetin lazım-ı zarurisi olan Vâcib-ül Vücud'ta sayılmalıdır. O da delaleti iltizamiye derecesi ile tüm sıfatları ve esmaları istilzam ettirir.
"Zât-ı Vâcibü'l-Vücud" kaydı ise; vücub-u vücud, uluhiyetin lâzım-ı zarurîsi ve Zât-ı Zülcelal'e karşı bir unvan-ı mülahaza olduğundan, "Lafzullah" sair esma ve sıfâta câmiiyeti ve ism-i a'zam olduğu itibariyle, delalet-i iltizamiye ile delalet ettiği gibi; Vâcibü'l-Vücud unvanına dahi, o delalet-i iltizamiye ile delalet ediyor.
Mektubat (RNK) - 425
4. Rububiyet unvanı
Rububiyet unvanı veya şe'ni, o kadar geniş ve külli manalıdır ki uluhiyet gibi tüm esmalara ve sıfatlara delalet edip istilzam eder.
Çünkü Uluhiyetin lazım-ı zarurisinden birisi Vâcibul Vücüd ise diğeri rububiyettir. Binaenaleyh Uluhiyet , Rububiyetsiz olmaz. Rububiyette uluhiyetsiz olmaz. Rab olmayan ilah olmaz, ilah olmayan Rab olamaz.
Ve tezahür-ü rububiyet hakikatı içinde bedahetle hissedilen ve bulunan uluhiyetin tebarüz hakikatı dahi; esma-i hüsnanın rahîmane ve kerimane cilveleriyle ve yedi sıfât-ı sübutiye olan Hayat, İlim, Kudret, İrade, Sem', Basar ve Kelâm sıfatlarının celalli ve cemalli tecellileriyle kendini tanıttırır, bildirir.
Tarihçe-i Hayat (RNK) - 364
Hem "Uluhiyet risaletsiz olmaz" denildiği gibi "Rububiyette risaletsiz olmaz." Çünkü uluhiyetiyle ve rububiyetiyle kendisini tanıttırmak ve itaat ettirmek ister. Tezahürü rububiyete karşı ubudiyeti külliye-i insaniye edilmesini ister. O da en kemali, Hz. Peygamber A.S.M’ın ubudiyeti külliyesidir.
rububiyetin muktezası olan irsal-i Rusül ve inzal-i Kütüb cihetiyle, hem Risalet-i Muhammediye'yi (A.S.M.) istilzam...
Kastamonu (RNK) - 210
Ve haşmet-i rububiyet ve saltanat-ı uluhiyetin cilveleri dahi, o dellâl-ı saltanat-ı rububiyet olan Zât-ı Ahmediyenin risaletiyle bilinir, görünür, anlaşılır, tasdik edilir.
Lemalar (RNK) - 358
5. Hayat sıfatı
Hayat sıfatı olmadan bir zattan bahsedilemez. Ayrıca bütün tecellilerin mebaı hayat sıfatıdır. Onun için Zat-ı akdesin Vâcib-ül Vücuduna delalet-i mutabıkıye ile delalet eder. Bunlarla beraber duada niyazda hayat sıfatı değil de "El Hayy" esması tercih edilir. Ama tefekkürde bu sıfatın yeri mühimdir.
hayat sıfatının yedi defa kâinat kadar delilleri ve kendi vücudunu ve mevsufun vücudunu bildiren bürhanları vardır ki, bütün sıfatların esası ve menbaı ve ism-i a'zamın masdarı ve medarı olmuştur.
Şualar (RNK) - 143
Ayrıca değinelim ki, tüm esmalara ve sıfatlara delalet eden unvanlar , İsmi azam hâsiyeti veya İsmi A'zama yakın bir derecede olabilirler. Bundan dolayı Celalilet, Cemaliyet, Ehadiyet, Vâhidiyyet, Rahmaniyet, Rahimiyet gibi şuunlar ve unvanlar çok külli gibi olsa da tüm esmalara ve sıfatlara istilzam ettiğini düşünmüyoruz. Fakat ne zaman birlikte kullanılırsa o zaman istilzam edip ismi Azam olabilirler. Mesela ya Rahman-ir Rahim, ya zel Celali vel Cemali vel ikram, ya Vâhid-ül Ehad, "ya Hayy-ül Kayyum" gibi esmaların birlikte denilmesi veya esma-i sittenin birlikteliğinin sebebi İsmi Azam'a mutabakat içindir. Çünkü İsmi A'zamın en büyük özelliği, delaletteki ve tecellideki külliyeti ve câmiyetidir.
İsm-i A'zam veyahud İsm-i A'zam'ın iki ziyasından bir ziyası veya altı nurundan bir nuru olan İSM-İ HAYY'ın bir cilvesi,
Lemalar (RNK) - 371