"İ’lem eyyühe’l-aziz! Bir şeyden uzak olan bir kimse, yakın olan adam kadar o şeyi göremez." Bu cümleyi devamıyla izah eder misiniz; neye binaen söylenmiş bu ifade?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

"İ'lem eyyühe'l-aziz! Bir şeyden uzak olan bir kimse, yakın olan adam kadar o şeyi göremez. Ne kadar zeki olursa olsun, o şeyin ahvâli hakkında ihtilâfları olduğu zaman, yakın olanın sözü muteberdir. Binaenaleyh, Avrupa filozofları, maddiyatta şiddet-i tevaggulden dolayı iman, İslâm ve Kur'ân'ın hakaikinden pek uzak mesafelerde kalmışlardır. Onların en büyüğü, yakından hakaik-i İslâmiyeye vukufu olan âmi bir adam gibi de değildir. Ben böyle gördüm; nefsülemir de benim gördüğümü tasdik eder."

"Binaenaleyh, şimşek, buhar gibi fennî meseleleri keşfeden filozoflar, hakkın esrarını, Kur'ân nurlarını da keşfedebilirler diyemezsin. Zira onun aklı gözündedir. Göz ise kalb ve ruhun gördüklerini göremez. Çünkü kalblerinde can kalmamıştır. Gaflet, o kalbleri tabiat bataklığında çürütmüştür."(1)

Tıp ilmi insanı konu aldığından, tıptaki branşlar arasında belli bir yakınlık vardır. Buna rağmen, göz konusunda ihtisaslaşmış bir kimsenin kalb konusunda sözü geçerli olmuyor. İki yakın dal arasında böyle olursa, tamamen maddiyata dalmakla maneviyattan uzaklaşmış kişiler Hakk’ın esrarını, “Kur’ân nurları hakkında söz sahibi olamazlar.” Onlar bu konuda “âmî bir adam gibi de değildir.” Zira, en âmî bir mümin de bilir ki Allah birdir, kudreti sonsuzdur, zamandan ve mekândan münezzehtir; bu dünya hayatından sonra baki bir âleme gidilecektir. Maneviyattan uzak kalmış bilim adamları bu gibi ulvî hakikatlerden çok uzak kalmışlardır. Gafletleri, yâni iman ve Kur’ân hakikatlerinden habersiz yaşamaları onların kalplerini “tabiat bataklığında çürütmüştür.”

O halde, fen konusunda ilerlemiş bir kişinin din sahasında da söz söyleyebileceğini düşünmek ve onların sözlerine itibar etmek büyük bir gaflettir.

“Her şeyi maddede arayanların akılları gözlerindedir. Göz ise mâneviyatta kördür.”(2)

Bir insan bir ilimde bir sahada derinleştikçe -çünkü bütün dikkat ve yoğunluğunu o ilme o sahaya odaklıyor- diğer ilimlerden ve diğer sahalardan da bir o kadar uzaklaşır ve o alanlarda alabildiğine zayıflar. O zaman kendi alanında ne kadar uzman ve muteber ise, kendi alanlarının dışında da bir o kadar gayrimuteberdir gayriuzmandır.

Dünyanın en büyük mühendisinin tıp sahasında sözü geçersizdir ve tıpta basit bir pratisyen kadar değeri yoktur. Yani tıptan uzak olan mühendis, yakın olan pratisyen hekim kadar o şeyi göremez.

Avrupa'nın düşünce adamları ve felsefecileri maddi ilimler konusunda çok büyük bir derinlik ve uzmanlığa ulaşmışlardır, ama manevi ilimlerden de bir o kadar uzaklaşıp gabi hale gelmişlerdir. Öyle ise Avrupa’nın düşünce adamları ve felsefecileri maddi ilimler konusunda söz sahibi oldukları kadar manevi ilimlerde de bir o kadar itibarsız ve yüzeyseldirler. Bu yüzden onların inkarına bakıp evhama kapılmanın bir manası bir değeri yoktur.

Manevi sahada İmam-ı Gazali gibi iki manevi hekimin sözü, bir milyon bilim adamının sözünden daha değerli daha muteberdir. Bu durumun tersi de geçerlidir, fen ilimlerinde de bilim adamlarının sözü muteberdir, din alimlerinin sözü yüzeyseldir.

Dipnotlar:

(1) bk. Mesnevî-i Nuriye, Şule.
(2) bk. Mektûbat, Hakikat Çekirdekleri: 55.

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Kategorileri:
Okunma sayısı : 2.398
Sayfayı Word veya Pdf indir
Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

Yorumlar

Ahmet özcan

Bakınız.

 

   Hem de nazar-ı dikkate almak lâzımdır ki: Kim bir şeyde çok tevaggul etse; galiben başkasında gabileşmesine sebebiyet verir. Bu sırra binaendir ki: Maddiyatta tevaggul eden, maneviyatta gabileşir ve sathî olur. Bu noktaya nazaran; maddiyatta mahareti olanın maneviyatta hükmü hüccet olmasına sebeb olmadığı gibi, çok defa sözü dahi şâyan-ı istima' değildir. Evet bir hasta; tıbbı hendeseye kıyas ederek, tabibe bedelen mühendise müracaat edip gösterdiği ilâcı istimal eder ise; akrabasına ta'ziye vermeye davet ve kendisi için kabristan-ı fenanın hastahanesine nakl-i mekân etmek için bir raporu istemek demektir. Kezalik hakaik-i mahza ve mücerredat-ı sırfeden olan maneviyatta, maddiyyunun hükümlerine müracaat ve fikirleriyle istişare etmek, âdeta latîfe-i Rabbaniye denilen kalbin sektesini ve cevher-i nuranî olan aklın sekeratını ilân etmek demektir. Evet herşeyi maddiyatta arayanların akılları gözlerindedir. Göz ise maneviyatı göremez...

Muhakemat - 17

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

   Hem de hakaik-i tarihiyedendir ki: Bir şahıs çok fenlerde meleke sahibi ve mütehassıs olamaz. Ancak ferîd bir adam, dört veya beş fenlerde mütehassıs olabilir. Umuma el atmak, umumu terk etmek demektir. Bir fende meleke, o fennin suret-i hakikiyesidir. Onunla temessül etmek gerektir. Zira bir fende mütehassıs ve malûmat-ı sairesini mütemmime ve meded verici etmez ise malûmat-ı perişanından bir suret-i acibe temessül edecektir.

 

 

Muhakemat - 28

 

 

   Bir şahıs dört veya beş fende meleke sahibi ve mütehassıs olmaz. Meğer hârika ola...

Muhakemat - 153

 

Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.

BENZER SORULAR

Yükleniyor...