"Münazarat namındaki esere baktım. Gördüm ki, Eski Said’in... Hâlet-i ruhiyeyle yazdığı bu gibi eserlerinde hatîat var." Nasıl anlamalıyız?
Değerli Kardeşimiz;
"Münazarat namındaki esere baktım. Gördüm ki, Eski Said’in o zamandaki inkılâbtan ve o muhitten ve tesirat-ı hariciyeden neş’et eden bir hâlet-i ruhiyeyle yazdığı bu gibi eserlerinde hatîat var."
Evvelâ; o hatiatların bulunduğu eserler Eski Said dönemine aittir. Eski Said ile Yeni Said arasında ise şu farklar vardır.
- Eski Said, daha ziyade aklî gidiyordu, Yeni Said ise ilhama da mazhardır, akıl-kalb ittifakıyla hareket eder.
- Eski Said hayatın geniş dairelerinde hizmet ediyordu, Yeni Said ise sürgünlerdedir, garip ve kimsesizdir; gelecek nesillerin hidayetine vesile olacak nurlu Kur`an reçetelerini yazmakla meşguldür.
- Eski Said üst seviye Arabî dersleri talebelerine ders verirken, Yeni Said Molla Hamide Kur`an dersi vermeyi daha ehemmiyetli görmektedir. Çünkü şartlar değişmiştir, şartlara göre hizmet metotlarının da değişmesi gerekir.
Saniyen; risalelerin ilhama mazhar olması, Üstad'ın her hâl ve davranışının ilham ile olacağı manasına gelmemelidir. Üstadımız kendisine ait üç şahsiyetinden bahseder. Mektubat'ta geçen bu şahsiyetleri okuyalım:
"İşte, bu biçare kardeşinizde üç şahsiyet var. Birbirinden çok uzak, hem de pek çok uzaktırlar."
"Birincisi: Kur'ân-ı Hakîmin hazine-i âlisinin dellâlı cihetindeki muvakkat, sırf Kur'ân'a ait bir şahsiyetim var. O dellâllığın iktiza ettiği pek yüksek ahlâk var ki, o ahlâk benim değil; ben sahip değilim. Belki o makamın ve o vazifenin iktiza ettiği seciyelerdir. Bende bu neviden ne görseniz benim değil; onunla bana bakmayınız, o makamındır."
"İkinci şahsiyet: Ubudiyet vaktinde, dergâh-ı İlâhiyeye müteveccih olduğum vakit, Cenâb-ı Hakkın ihsanıyla bir şahsiyet veriliyor ki, o şahsiyet bazı âsârı gösteriyor. O âsâr, mânâ-yı ubudiyetin esası olan "kusurunu bilmek, fakr ve aczini anlamak, tezellül ile dergâh-ı İlâhiyeye iltica etmek" noktalarından geliyor ki, o şahsiyetle, kendimi herkesten ziyade bedbaht, âciz, fakir ve kusurlu görüyorum. Bütün dünya beni medh ü senâ etse beni inandıramaz ki ben iyiyim ve sahib-i kemâlim."
"Üçüncüsü: Hakikî şahsiyetim, yani Eski Said'in bozması bir şahsiyetim var ki, o da Eski Said'den irsiyet kalma bazı damarlardır. Bazen riyâya, hubb-u câha bir arzu bulunuyor. Hem, asil bir hanedandan olmadığımdan, hısset derecesinde bir iktisat ile, düşkün ve pest ahlâklar görünüyor."
"Ey kardeşler! Sizi bütün bütün kaçırmamak için, bu şahsiyetimin gizli çok fenalıklarını ve sû-i hallerini söylemeyeceğim. İşte, kardeşlerim, ben müstaid ve makam sahibi olmadığım için, şu şahsiyetim, dellâllık ve ubudiyet vazifelerindeki ahlâktan ve âsârdan çok uzaktır."(1)
Kaldı ki; sahabe efendilerimiz kimi zaman Peygamber Efendimiz (asm.)'e, "Bu senin kanaatin mi yoksa vahiy mi?" diye sormuşlar. Efendimiz (asm)'in kanaati olması halinde, ashab-ı kiram da kendi fikirlerini beyan etmişlerdir.
Üstada; "hatasız ve kusursuz bir insandır" diye bakmamak gerektiğini, Üstadımız bizzat kendisi şöyle ifade ifade ediyor:
"Aziz kardeşlerim, Üstâdınız lâyuhtî değil... Onu hatâsız zannetmek hatâdır."(2)
Dipnotlar:
(1) bk. Mektubat, Yirmi Altıncı Mektup.
(2) bk. Barla Lahikası, (131. Mektup).
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar
“Hatiat”tan kasıt, gerçek manada hata ve kusur ve yanlış mı demek? Buna göre "Münazarat" adlı eseri okumamız gerekiyor mu? Ya da o gözle okuyup, o şekilde mi değerlendirmeliyiz?
Üstad Hazretlerinin "hata" deyip düzelttiği bir husus varsa, düzeltilmiş şeklini esas alırız. Yoksa onun dışında Münazarat ve benzer eserlere hatalı nazarı ile bakmak, hatalı olur.
Üstad Hazretleri kendisi hata telakki ettiği bir meseleyi şu şekilde beyan edip tashih ediyor:
(1) bk. Kastamonu Lâhikası, (19. Mektup).