"Bu beyanat-ı medhiye Said’e ait değildir. Belki Kur’ân’ın bir tilmizini, bir hâdimini 'Said' (r.a.) lisanıyla ve hâliyle târif eder, tâ hizmetine itimad edilsin." Bu ifadenin sahibi kim, izah eder misiniz?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

Buradaki ifadenin sahibi zahiren üstad olmakla birlikte, aslında O'nun hakkında zımni ve işari bir tarzda tavsifatta bulunan Kur'anın ayetidir. Evet,

“Bu beyanat-ı medhiye Said'e ait değildir. Belki Kur'anın bir tilmizini, bir hâdimini Said (RA) lisanıyla ve haliyle tarif eder. Tâ hizmetine itimad edilsin."(1)

Avam insanlar delil ve ispattan çok söylenen sözün kutsallığına ve makbul olmasına bakar. Sıradan birisi yüz delil getirse, öbür taraftan bir evliya hiç delilsiz bir söz söylese, avam insan yüz delile değil evliyanın (kudsiyetine daha çok itimat ettiği için onun delilsiz) sözüne inanır.

Üstadımız bu inceliğe şöyle işaret ediyor:

"Me’hazın kudsiyeti, çok burhanlar kuvvetinde tesirat gösteriyor, onunla ahkâmı umuma kabul ettiriyor.”(2)

Aynı değerde bir sözü kutsal bir ağız söylüyorsa, bu sözün gücü normal ağızla söyleyenden daha fazla oluyor. Demek sözün mantıklı ve güçlü olması kadar, kim tarafından ifade edildiği de önemlidir.

Risale-i Nura Kur’an, hadis ve büyük evliyaların işaret ve beşaret etmesi ve bu işaretlerin Risale-i Nur'da izhar ve ilan edilmesi, tamamen avam insanların Risale-i Nura olan sadakat ve teveccühünü motive ve teyit etmek içindir. Yoksa -haşa- Üstad'ın kendi benliğini okşaması ve kamuoyunun ilgisini kazanmak amaçlı değildir.

Birinci Şua'da otuz üç ayette Risale-i Nuru ve müellifi Said-i Nursi (ra)’ı öven işaretlerin tamamı Üstad'ın iman hizmetine itimad edilmesi ve avam insanların motive edilmesi içindir.

Üstadı ve Risale-i Nur hizmetini öven ifadelerin sahipleri başta Kur’an, Peygamber Efendimiz (asm)'in hadisleri, İmam-ı Ali (ra) ve Abdulkadir Geylani gibi manevi güneşlerdir. Bu kudsi kaynakların övdüğü bir hizmeti makbul görmemek olmaz. Üstadımız bu hakikate şöyle açıklık getirir:

"İşte, bu biçare kardeşinizde üç şahsiyet var. Birbirinden çok uzak, hem de pek çok uzaktırlar."

"Birincisi: Kur’ân-ı Hakîmin hazine-i âlisinin dellâlı cihetindeki muvakkat, sırf Kur’ân’a ait bir şahsiyetim var. O dellâllığın iktiza ettiği pek yüksek ahlâk var ki, o ahlâk benim değil; ben sahip değilim. Belki o makamın ve o vazifenin iktiza ettiği seciyelerdir. Bende bu neviden ne görseniz benim değil; onunla bana bakmayınız, o makamındır."

"İkinci şahsiyet: Ubûdiyet vaktinde, dergâh-ı İlâhiyeye müteveccih olduğum vakit, Cenâb-ı Hakkın ihsanıyla bir şahsiyet veriliyor ki, o şahsiyet bazı âsârı gösteriyor. O âsâr, mânâ-yı ubûdiyetin esası olan 'kusurunu bilmek, fakr ve aczini anlamak, tezellül ile dergâh-ı İlâhiyeye iltica etmek' noktalarından geliyor ki, o şahsiyetle, kendimi herkesten ziyade bedbaht, âciz, fakir ve kusurlu görüyorum. Bütün dünya beni medh ü senâ etse beni inandıramaz ki ben iyiyim ve sahib-i kemâlim."

"Üçüncüsü: Hakikî şahsiyetim, yani Eski Said’in bozması bir şahsiyetim var ki, o da Eski Said’den irsiyet kalma bazı damarlardır. Bazen riyâya, hubb-u câha bir arzu bulunuyor. Hem, asil bir hanedandan olmadığımdan, hısset derecesinde bir iktisat ile düşkün ve pest ahlâklar görünüyor."

"Ey kardeşler! Sizi bütün bütün kaçırmamak için, bu şahsiyetimin gizli çok fenalıklarını ve sû-i hallerini söylemeyeceğim. İşte, kardeşlerim, ben müstaid ve makam sahibi olmadığım için, şu şahsiyetim, dellâllık ve ubûdiyet vazifelerindeki ahlâktan ve âsârdan çok uzaktır."(3)

Dipnotlar:

(1) bk. Şualar, Birinci Şua, İkinci Ayet.
(2) bk. Mektubat, Yirmi Altıncı Mektup, İkinci Mebhas.
(3) bk. age.

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yükleniyor...