Ne zaman, nasıl dua edilmeli? Mesela, mazlumların duası kabul olur deniliyor, bazen hemen kabulü görünmüyor?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

"Cevap vermek ayrıdır, kabul etmek ayrıdır. Her dua için cevap vermek var. Fakat kabul etmek, hem ayn-ı matlubu vermek, Cenâb-ı Hakk'ın hikmetine tabidir." (Sözler, 23. Söz, Birinci Mebhas)

Ayette de ifade edildiği gibi, Allah her duaya mutlaka cevap veriyor. Ancak her duayı kabul etmek Cenab-ı Hakk’ın sonsuz hikmetine vabestedir; ya aynısını verir ya daha güzelini verir ya da o kulun hakkında hayırlı olmadığını bildiği için vermez.

Bu hakikati Üstad Hazretleri bir çocuğun hekimden belli bir ilacı istemesiyle izah ediyor. Hekim o isteği ya aynen kabul eder yahut daha faydalı bir ilaç verir veya çocuğun isteğinin kendisi için zararlı olduğunu bildiği için hiç vermez. Biz de hakkımızda neyin daha hayırlı olduğunu bilmeme noktasında o çocuk gibiyiz. Duamızı bir ibadet şuuruyla yapmalı ve netice için Rabbimizin hikmetine ve rahmetine itimad etmeliyiz.

Bazen de dua ahiret hesabına kabul edilir. İnsan dünya nimetlerine kavuşmak için dua eder, Allah da bu duayı ahiret adına kabul edip cevap verir. Mesela, kişi bu dünyada ev ister, Allah hikmetine muvafık düşmediği için o kişiye cennette ebedî bir köşk inşa eder.

Üstad Hazretleri bu hususu şöyle izah ediyor:

"Mesela, birisi kendine bir erkek evlat ister. Cenâb-ı Hak, Hazret-i Meryem gibi bir kız evladını veriyor. 'Duası kabul olunmadı.' denilmez. 'Daha evla bir surette kabul edildi.' denilir. Hem bazen kendi dünyasının saadeti için dua eder. Duası ahiret için kabul olunur. 'Duası reddedildi.' denilmez. Belki, 'Daha enfa’ bir surette kabul edildi.' denilir ve hâkezâ..." (Mektubat, Yirmi Dördüncü Mektub, Birinci Zeyl)

Dualarımızın kabul edilmesi için önce tövbe ve istiğfarla manen temizlenmek gerekir. Her türlü günahın serbestçe işlenmesinden dolayı kalpler yaralı olduğu için dualar kabule karin olamıyor.

Komşusu haksızlığa ve zulme uğrayan birisi, buna sessiz kalırsa, onun duası zor kabul edilir.

Diğer bir husus, umumun hatasına terettüp eden bela ve musibetler, yine umumun istiğfar ve istikameti ile ortadan kalkar. Bir iki masum ve mazlumun samimi duası umumî belaları kaldırmaya yetmez. Yani umumun gafleti, ekalliyette kalan samimi müminlerin duasını da geri çevirir. Lakin Allah sonsuz şefkatinden yine de o masum duaları hususi şefkat ve yardımı ile cevaplandırır.

Üstad'ımız, duanın çeşitlerini ve kabul şartlarını şu şekilde izah etmektedir:

"Ya istidad lisanıyladır, bütün nebatat ve hayvanatın duaları gibi ki, her biri lisan-ı istidadıyla Feyyaz-ı Mutlak'tan bir suret taleb ediyorlar ve esmasına bir mazhariyet-i münkeşife istiyorlar." (Sözler, 23. Söz, Birinci Mebhas)

Dua, istemek demektir. Bu isteme hadisesi, kavli dualarda doğrudan lisan ile yapılır. Bunun dışında “istidad lisaniyle, ihtiyac-ı fıtrî lisaniyle, ızdırar lisaniyle” yapılan dualar da vardır. Bunların kabul edilmeleri ve bu dualara cevap verilmiş olmasıyla bu âlemdeki harika nizam devam etmektedir.

Mesela, bir kayısı çekirdeği, istidad lisanı ile Allah’tan kaysı ağacı olmak için dua ediyor. Bir yumurta civciv olmak için istidad lisanıyla dua ediyor. Aynı şekilde insan da fıtratında olan istidatlarını inkişaf ettirmek için gayret gösterir, elinden geleni yaparsa, Allah’tan talep ederse, ekseriya geri çevirmez. Her insan istidadının icabına göre talep etmelidir. Kabiliyetinin olmadığı bir sahada talep ederse, ona nail olmaz. Kayısı çekirdeği erik olmadığı gibi, mesela resim yapma kabiliyeti olmayan kişi de ressam olamaz.

"Veya ihtiyac-ı fıtrî lisanıyladır, bütün zîhayatların, iktidarları dâhilinde olmayan hâcât-ı zaruriyeleri için dualarıdır ki, her birisi o ihtiyac-ı fıtrî lisanıyla Cevâd-ı Mutlaktan idame-i hayatları için bir nevi rızık hükmünde bazı metâlibi istiyorlar." (bk. age., a.y)

Allah, bütün mahlukatı nihayetsiz bir ihtiyaç ve fakirlik içinde yaratmıştır. Hususan hayat ve şuur sahibi varlıklar, kâinatta her şeye muhtaç olarak yaratılmışlardır. İşte bu ihtiyaçların hepsine birden "fıtrat" denilebilir. Yani bütün mahlûkatın mahiyet ve fıtratı ihtiyaçlar ile kaplanmıştır. İşte bu ihtiyaçlar da bir nevi Allah’tan talep ve istekte bulunuyorlar. Mesela, bir mide acıkması ile Allah’tan rızık talep ediyor. Bir göz görme ihtiyacı ile renkleri ve görüntü âlemini talep ediyor ve hakeza. Allah da bu ihtiyaçlara mutlak bir ekseriyet ile cevap veriyor. Zira mahlûkatın bu ihtiyaçları tedarik etmesi imkânsızdır. Mesela, bir elmanın icadı için bütün kâinatın çarklarını işletmek ve döndürmek gerekiyor.

Konuyu, “Allah’tan başka kimsede havl ve kuvvet yoktur, ancak Allah’ın ihsan ettiği havl ve kuvvet vardır.” hakikatinin ışığında değerlendirdiğimizde, dünyamız güneş etrafındaki haşmetli ve hikmetli seyahatini sürdürürken hâl diliyle dua etmekte ve seyahatini sâlimen sürdürmeyi talep etmektedir. Bu duanın kabulüyle söz konusu seyahat, dünya yaratıldığından beri, akıl almaz bir nizamla devam etmektedir.

Bütün gözlerin, ihtiyac-ı fıtrî lisanîyle ettikleri duaların kabulüyle, başta güneş olmak üzere, çeşitli ışık kaynakları yaratılmıştır. Midelerin, ihtiyaç lisaniyle yaptıkları dualarına da gıda maddelerinin yaratılmasıyla cevap verilmiştir.

"Veya lisan-ı ızdırariyle bir duadır ki, muztar kalan her bir zîruh, kat'î bir iltica ile dua eder, bir hâmî-i meçhulüne iltica eder, belki Rabb-i Rahîmine teveccüh eder." (bk. age., a.y)

Bazı insanların yahut diğer canlıların, Yunus aleyhisselâm misâli, bütün ümit kapılarının kapandığı hallerde “ızdırar lisaniyle yaptıkları dualar” da kabul edilmekte ve Cenâb-ı Hak umulmadık yerden bir çare ihsan etmektedir.

Izdırar; çok zor durumda kalıp çaresiz bir hâle düşmek demektir. Bu vaziyette olan kişi Allah’ın şefkatini celbeder. Bu durumda yapılan dualar ekseriyetle kabul edilir. Aynı şahıs, ızdırar hâline düştüğünde kavlî dua ile birlikte lisan-ı ızdırar ile de dua eder. Bu dua hakkında Üstad Hazretleri şöyle buyuruyor:

"Arkadaş! Bilhassa muztar olanların dualarının büyük bir tesiri vardır. Bazen o gibi duaların hürmetine, en büyük bir şey en küçük bir şeye musahhar ve muti olur. Evet, kırık bir tahta parçası üzerindeki fakir ve kalbi kırık bir masumun duası hürmetine, denizin fırtınası, şiddeti, hiddeti inmeye başlar.” (Mesnevî-i Nuriye, Katre'nin Zeyli)

Bu konuda bir hususa temas etmek gerekiyor: Bu dört çeşit dua kesin hatlarla birbirinden ayrılmış değildir. Bazen bunlardan birisi, bazen de dördü birden yapılabilir. Bir insan, lisan ile dua ederken, bedeni de ihtiyac-ı fıtrî lisaniyle dua etmekte, istidadı da inkişaf etmek için kendine mahsus bir duada bulunmaktadır.

"Bu üç nevi dua, bir mâni olmazsa, daima makbuldür."

"Dördüncü nevi ki, en meşhurudur, bizim duamızdır. Bu da iki kısımdır: Biri fiilî ve hâlî, diğeri kalbî ve kàlîdir." (Sözler, 23. Söz, Birinci Mebhas)

Fiilî ve kavlî duadır. Kavlî dua, zaten ibadetlerin akabinde yapmış olduğumuz dualardır. Fiilî dua ise, Allah’ın kâinatta koymuş olduğu sebeplere müracaat etmek, yani sünnetullah kanunlarına uymaktır. Mesela, çocuk sahibi olmak için evlenmek fiilî bir duadır. Zengin olmak için çalışmak fiilî bir duadır. Topraktan mahsul almak için tarlayı sürmek, sulamak, tohumlamak, ekip biçmek fiilî bir duadır. Fiilî duanın şartları ve sebepleri yerine getirilir ise, biiznillah netice alınır.

Güneş'in batışı akşam namazının vaktidir. Güneş'in ve ayın tutulmaları da "küsuf ve husuf namazları" denilen iki hususî namazın vakitleridir. Ramazan hilalinin görülmesi Ramazan orucunun vaktidir. Vakitleri girince bu ibadetler ifa edilir. Bu ibadetler de yalnız ve yalnız Allah’ın rızasını kazanmak için yapılır, yapılmalıdır. Başka bir gaye için yapılan ibadet, ibadet olmaz.

Aynı şekilde, yağmursuzluk yağmur namazının vaktidir. Yağmur yağdırılsın diye değil, sadece Allah’ın rızasını kazanmak için yapılır namaz kılınır. Böyle bir niyetle o namaz kılınırsa, o namaz namaz olmaz. Burada yağmur talebi ve duası, zahirî bir maksattır. Hakiki faide rıza-i ilahidir. Bu rıza ahirette nasıl bir şekilde tezahür edecek onu Allah bilir.

Bazı bela ve musibetler de belli duaların vakitleridir. O dualar samimi olarak yapıldığında, hakikî faide olan rıza-i İlahiye erişir, karşılığını da ahirette baki bir surette görürüz. Zahirî maksad olan bela ve musibetlerin def’i ise, Cenab-Hakk’ın hikmetine tabidir. Allah bizim heveslerimizi kâinata mühendis yapmamıştır. Her şeyi bizim arzu ve heveslerimize göre tanzim etmesini beklemek kulluk edebine aykırıdır.

Üstad bunu şöyle bir misalle anlatır:

“Madem Cenâb-ı Hak Hakîmdir. Biz ondan isteriz, o da bize cevap verir. Fakat hikmetine göre bizimle muamele eder. Hasta, tabibin hikmetini itham etmemeli. Hasta bal ister; tabib-i hâzık, sıtması için sulfato verir. 'Tabib beni dinlemedi.' denilmez. Belki âh ü fizârını dinledi, işitti, cevap da verdi, maksudun iyisini yerine getirdi.” (Mektubat, Yirmi Dördüncü Mektubun Zeyli.)

Duanın kabul şartlarını Üstad Hazretleri şu şekilde izah ediyor:

"BİRİNCİ SUALİNİZ: Müminin mü'mine en iyi duası nasıl olmalıdır?"

"Elcevab: Esbab-ı kabul dairesinde olmalı. Çünkü bazı şerâit dahilinde dua makbul olur. Şerâit-i kabulün içtimaı nisbetinde makbuliyeti ziyadeleşir."

"Ezcümle, dua edileceği vakit, istiğfar ile mânevî temizlenmeli; sonra, makbul bir dua olan salâvat-ı şerifeyi şefaatçi gibi zikretmeli ve âhirde yine salâvat getirmeli. Çünkü, iki makbul duanın ortasında bir dua makbul olur."

Hem بِظَهْرِ الْغَيْبِ yani gıyaben ona dua etmek,

• Hem hadîste ve Kur’ân’da gelen me’sur dualarla dua etmek; meselâ,

اَللّٰهُمَّ اِنِّى اَسْئَلُكَ الْعَفْوَ وَالْعَافِيَةَ لِى وَلَهُ فِى الدِّينِ وَالدُّنْيَا وَاْلاٰخِرَةِ ["Allah'ım, Senden kendim ve onun için dünyada ve âhirette af ve âfiyet istiyorum." (en-Nevevî, el-Ezkâr, 74; el-Hâkim, el-Müstedrek, 1:517)]

رَبَّنَاۤ اٰتِنَا فِى الدُّنْيَا حَسَنَةً وَفِى اْلاٰخِرَةِ حَسَنَةً وَقِنَا عَذَابَ النَّارِ ["Ey Rabbimiz, bize dünyada da güzellik ver, ahirette de güzellik ver. Ve bizi Cehennem ateşinin azâbından koru." (Bakara, 2/201)] gibi câmi dualarla dua etmek..."

• Hem hulus ve huşu ve huzur-u kalple dua etmek,
• Hem namazın sonunda, bilhassa sabah namazından sonra,
• Hem mevâki-i mübarekede, hususan mescidlerde,
• Hem cumada, hususan saat-i icabede,
• Hem şuhur-u selâsede, hususan leyâli-i meşhurede,
• Hem Ramazan’da, hususan Leyle-i Kadirde dua etmek, kabule kârin olması rahmet-i İlâhiyeden kaviyen me’muldür."

"O makbul duanın ya aynen dünyada eseri görünür; veyahut dua olunanın âhiretine ve hayat-ı ebediyesi cihetinde makbul olur. Demek, aynı maksat yerine gelmezse, dua kabul olmadı denilmez, belki daha iyi bir surette kabul edilmiş denilir." (Mektubat, Yirmi Üçüncü Mektup.)

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Kategorileri:
Okunma sayısı : 6.677
Sayfayı Word veya Pdf indir
Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

BENZER SORULAR

Yükleniyor...