Risalelerde geçen dua çeşitlerini tafsilatıyla izah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
"Bütün kâinattan dergâh-ı İlâhiyeye giden bir duâdır."
Duâ, istemek demektir. Bu isteme hâdisesi, kavlî duâlarda doğrudan lisan ile yapılır. Bunun dışında “istidat lisaniyle, ihtiyac-ı fıtrî lisaniyle, ızdırar lisaniyle” yapılan duâlar da vardır. Bunların kabul edilmeleri ve bu duâlara cevap verilmiş olmasıyla bu âlemdeki harika nizam devam etmektedir.
Nur Külliyatı'nda kavlî duâ yanında “istidat lisanıyla duâ, fiilî duâ, ızdırar lisanıyla duâ” gibi duâlar da olduğu nazara verilir.
"Ya istidat lisanıyladır; bütün nebâtat ve hayvânâtın duaları gibi ki, her biri lisan-ı istidadıyla Feyyâz-ı Mutlaktan bir suret talep ediyorlar ve esmâsına bir mazhariyet-i münkeşife istiyorlar."
İstidat lisanıyla yapılan duâlar, terakki ve tekemmül eden bütün varlıklarda, bilhassa onların tohumlarında, çekirdeklerinde, yumurtalarında bu duâ hâkimdir. Onlar bu istidat lisanıyla kendilerinden çıkacak o büyük neticeleri Allah’tan talep ederler.
Meselâ; bir kayısı çekirdeği kayısı ağacı olmak için istidat lisanıyla Allah’tan istiyor. Bir kartal yumurtası kartal olmak için istidat lisanı ile Allah’tan talepte bulunuyor.
İnsan da aynı şekilde fıtratında var olan istidat lisanıyla Allah’tan talep ederse, Allah bu talebi ekseriya geri çevirmez. Yalnız kabiliyet doğrultusunda istemek gerekir. Kabiliyetimiz olmadığı bir sahada talep edersek, Allah bunu vermez. Nasıl kayısı çekirdeği, erik ağacı olamaz ise; çiftçi kabiliyeti olan birisi de marangoz olamaz.
"Veya ihtiyac-ı fıtrî lisanıyladır; bütün zîhayatların, iktidarları dahilinde olmayan hâcât-ı zaruriyeleri için dualarıdır ki, herbirisi o ihtiyac-ı fıtrî lisanıyla Cevâd-ı Mutlaktan idame-i hayatları için bir nevi rızık hükmünde bazı metâlibi istiyorlar."
Dünyamız güneş etrafındaki haşmetli ve hikmetli seyahatini sürdürürken hâl diliyle duâ etmekte ve seyahatini sâlimen sürdürmeyi talep etmektedir. Bu duanın kabulüyle söz konusu seyahat, dünya yaratıldığından beri, akıl almaz bir nizamla devam etmektedir.
Bütün gözlerin, ihtiyac-ı fıtrî lisanîyle ettikleri duaların kabulüyle, başta güneş olmak üzere, çeşitli ışık kaynakları yaratılmıştır. Midelerin, ihtiyaç lisaniyle yaptıkları dualarına da gıda maddelerinin yaratılmasıyla cevap verilmiştir.
Allah, kainatta var olan bütün mahlukatı ihtiyaç ve fakirlik içinde yaratmıştır. Özellikle hayat ve şuur sahibi varlıklar, kainatta her şeye muhtaç olarak yaratılmışlardır. İşte bu ihtiyaçların hepsine birden fıtrat denilebilir. Yani; bütün mahlukatın mahiyet ve fıtratı, ihtiyaçlar ile kaplanmıştır. İşte bu ihtiyaçlar da, bir nevi Allah’tan talep ve istekte bulunuyorlar.
Mesela; bir mide acıkması ile Allah’tan rızık talep ediyor. Bir göz, görme ihtiyacı ile renkleri ve görüntü alemini talep ediyor ve hakeza. Allah da bu ihtiyaçlara mutlak bir ekseriyet ile cevap veriyor. Zira mahlukatın bu ihtiyaçları tedarik etmesi imkansızdır. Mesela; bir elmanın icadı için, bütün kainatın çarklarını işletmek ve döndürmek gerekiyor.
"Veya lisan-ı ıztırariyle bir duadır ki, muztar kalan her bir zîruh, kat'î bir iltica ile dua eder, bir hâmî-i meçhulüne iltica eder, belki Rabb-i Rahîmine teveccüh eder."
Iztırar; bir insanın çok zor durumda kalıp, çaresiz bir hale düşmesi demektir.
Bazı insanların yahut diğer canlıların, Yunus aleyhisselâm misâli, bütün ümit kapılarının kapandığı hallerde “ızdırar lisaniyle yaptıkları dualar” için Cenâb-ı Hak umulmadık yerden bir çare ihsan etmektedir.
Bir insan, lisan ile duâ ederken, bedeni de ihtiyac-ı fıtrî lisaniyle duâ etmekte, istidadı da inkişaf etmek için kendine mahsus bir duâda bulunmaktadır. Aynı şahıs, ızdırar haline düştüğünde kavlî duâ ile birlikte lisan-ı ızdırar ile de duâ eder. Bu duâ hakkında Üstad Hazretleri şöyle buyuruyor:
"Arkadaş! Bilhassa muztar olanların duâlarının büyük bir tesiri vardır. Bazen o gibi duâların hürmetine, en büyük bir şey en küçük bir şeye musahhar ve muti olur. Evet, kırık bir tahta parçası üzerindeki fakir ve kalbi kırık bir mâsumun duâsı hürmetine, denizin fırtınası, şiddeti, hiddeti inmeye başlar.”(Mesnevî-i Nuriye, Katre'nin Zeyli)
Muztar olanların, yani çok çaresiz bir halde olanların hali Allah’ın şefkatini daha kuvvetlice kendisine çekiyor. Bu tarz dua da ekseri olarak makbuldür.
"Bu üç nevi dua, bir mâni olmazsa, daima makbuldür."
"Dördüncü nevi ki, en meşhurudur, bizim duamızdır. Bu da iki kısımdır: Biri fiilî ve hâlî, diğeri kalbî ve kàlîdir."(1)
İnsan hem fiili hem de kavli dua yapar. Kavli dua, ibadetlerin akabinde yapmış olduğumuz dualardır. Fiili dua ise; Allah’ın kâinatta koymuş olduğu sebeplere müracaat etmektir. Meselâ; çocuk sahibi olmak için evlenmek, fiili bir duadır. Zengin olmak için çalışmak fiili bir duadır.
Topraktan mahsul almak için tarlayı sürmek, tohum ekip sulamak ve biçmek fiili bir duadır. Şartları ve sebepleri yerine getirilir ise; fiili dua da ekseri olarak makbuldür.
Çift süren bir insan Allah’ın rahmet kapısını çalmış oluyor. Cevâd-ı Mutlak bu duaya ekseriyet-i mutlaka ile müsbet cevap veriyor. Zira çift süren insan Rezzak isminin tecellisi için dua etmiş oluyor. Allah Cevad olduğundan bu duaya cevap vermeyi tabiri caizse istiyor, bir memnuniyet-i mukaddese ile bu istekten memnun oluyor.
Kavli dualar böyle değildir. İstediğimiz şeyin Allah’ın isim ve unvanlarının bir muktezası olarak kabul edileceğini bekleyemeyiz. Hikmeti iktiza ederse verir, aksi halde vermez. Ama her iki halde de duaya cevap vermiş olur.
Güneşin batışı akşam namazının vaktidir. Güneşin ve ayın tutulmaları da 'küsuf ve husuf namazları' denilen iki hususi namazın vakitleridir. Ramazanın hilalinin görülmesi ramazan orucunun vaktidir. Vakitleri girince bu ibadetler ifa edilir. Bu ibadetler niye yapılır? Allah’ın rızasını hoşnutluğunu kazanmak için.
Aynı şekilde, yağmursuzluk yağmur namazının sadece vaktidir. Bu ibadet; yağmurun yağması için değil, sadece Allah’ın rızasını kazanmak için yapılır. Böyle bir niyetle o namaz kılınırsa o namaz namaz olmaz. Burada yağmur talebi ve duası var, ama bu zahirî bir maksattır. Hakikî faide rıza-ı ilahîdir. Bu rıza ahirette nasıl bir şekilde tezahür edecek onu Allah bilir.
Dua bir ibadettir; insanın âcizliğini ve fakirliğini idrak edip, kudreti sonsuz, rahmeti nihâyetsiz ve iradesi mutlak olan Cenab-ı Hakk’a sığınması, O’ndan medet dilemesi ve O’na teslim olup tevekkül etmesidir.
Bazı belalar musibetler belli duaların vakitleridir. O dualar samimi olarak yapıldığında, hakikî faide olan rıza ilahîye erişiriz ve onun karşılığını da ahirette bakî bir surette görürüz. Zahirî maksat olan bela ve musibetlerin def’i ise Cenab-Hakk’ın hikmetine tabidir. Allah bizim heveslerimizi kâinata mühendis yapmamıştır. Her şeyi bizim arzu ve heveslerimize göre tanzim etmesini beklemek kulluk edebine aykırıdır.
Üstad bunu şöyle bir misalle anlatır:
“Madem Cenâb-ı Hak Hakîmdir. Biz Ondan isteriz, O da bize cevap verir. Fakat hikmetine göre bizimle muamele eder. Hasta, tabibin hikmetini itham etmemeli. Hasta bal ister; tabib-i hâzık, sıtması için sulfato verir. 'Tabip beni dinlemedi.' denilmez. Belki âh ü fizârını dinledi, işitti, cevap da verdi, maksudun iyisini yerine getirdi.”(2)
Dipnotlar:
(1) bk. Sözler, Yirmi Üçüncü Söz, Birinci Mebhas.
(2) bk. Mektubat, Yirmi Dördüncü Mektup, Birinci Zeyl.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar
Iztırar dili ile yapılna dua çeşidi için "Ekseri olarak makbuldür" denmesinden maksat nedir? Dünyevi semeratın verilmesi mi, yoksa uhrevi makbuliyet mi? Denize düşen adamın bir tahta parçası üzerinde yaptığı duanın ıztırari olması ve onun makbuliyetinden ne anlamak lazım? Sanki ilk bakışta Üstad, bu dua bahsinde, ıztırari duaların dünyevi matlupları verilir diyor gibi duruyor. Ancak bu dünyadaki tecrübelerimizden biliyoruz ki bu doğru değil. Örneğin bu doğru olsaydı, malum coğrafyalarda o masumların ıztırarları karşısında, duaları kabul olması gerekirdi.
Iztırar, adetullaha bağlı idiyse eğer, ıztırar diye ayrıca bir kategorinin açılmasının anlamı nedir? "Adetullaha uyanın duası kabul edilir" diye bir tarif yazmak yetmeliydi. Denizde bir tahta parçasına tutunup dua edene ne diyeceğiz o zaman? Bu hale düşmeden önce, adetullah gereği çok iyi yüzme öğrenmesini öğrenmen gerekiyordu mu? Denize düşüp de, yüzerek canını kurtarabilme pozisyonunda olsaydı, zaten tanım gereği muztar olmazdı.
Dahası, her tahta parçasını tutup dua edenin de, duası mukabilinde kurtarılmadığı aşikar. Bu nasıl bir dua kategorisi ki, kahir ekseriyetle makbuliyeti vaki değil? O halde, dünyevi matlubu verilmeyebilir ama ahirette karşılığı var demekten başka bir çare var mı?
Güzel ifade etmişsiniz lakin azda olsa harikulade olaylarda var ızdırari dua birazda bu özel durumları ifade eden dar ve özel bir haldir. Denizde bir tahta parçasına tutunup dua eden adamın durumu ekstrem bir durumdur bu gibi uç durumlarda Allah hususi bir rahmet gösterebiliyor. Yani ızdırar kategorisi gereksiz değil çok ekstrem ve özel durumlar için geçerlidir şeklinde anlamak daha yerindedir.
Izdırar duası, kulların kendini köşede sıkışmış, çaresiz ve yalnız hissettiklerinde okuyarak Allah'ın rahmetine sığındıkları duadır. Bir kişi ne kadar kötü durumda olursa olsun Allah'ın onu terk etmediğini bilerek tüm saflığı ile Allah'a secde ederek dualar etmek manevi anlamda ruhunun arınmasını sağlar.
İnsan bu dua tarzı ile hayatında ya bir kez yada bir kaç kez karşılaşır dolayısı ile Allah bu dua tarzına karşı tabiri yerinde ise biraz daha tolere bakıyor ve cevapsız bırakmıyor. Ama sizin ifade ettiğiniz gibi bu duanın cevabını ahiretede bırakabilir bu duanın karşılığını kesin verir demek gerekmiyor.