"O latife, bir saç kadar bir sıkleti, yani gaflet ve dalaletten gelen küçük bir hâlete dayanamıyor. Hatta bazen söner ve ölür." İnsandaki latifeler zayıflar ve ölür mü?
Değerli Kardeşimiz;
İnsanının mahiyetinde binlerce latife vardır. Bu latifelerin varlığını bir ağaçla izah etmeye çalışalım.
Latifelerin kimi ağacın kökleri gibi, kimi gövdesi kimi dalları kimi yaprakları ve kimi de tomurcukları gibidir. Bütün bunların gayesi iman ve ubudiyet meyvesini netice vermektir.
Ağacın kökü ve gövdesi, en şiddetli soğuklara, en sert rüzgârlara karşı dayanırken, yaprak ve tomurcukları hafif bir rüzgârla hemen düşebiliyorlar.
İşte insandaki duyguların bir kısmı en büyük günahlara maruz kaldığı hâlde yine varlığını devam ettirebilirken, bir kısmı en ufak bir gaflete tahammül edemiyor ve bir daha dirilmemek üzere ölüyor.
Mesela, inanma ihtiyacı bir duygudur (nokta-i istinad ve istimdad gibi). Bu duygu her günaha rağmen varlığını hisettirir, hatta sahibinin elinden turar, bataklıktan çıkarır.
Dine hizmet etmek, başkalarının imanının kurtulmasına vesile olmak da şefkat hissinin tezahürüdür. Bu latife bir peygamberde kemalini bulunca, uykusu kaçar ve kendisini helak edercesine başkasının imanının kurtulmasına hizmet eder. Bir başkası;
"Ya Rabbi vücudumu o kadar büyüt ki, cehennemde başkasına yer kalmasın." der.
Bir başkası,
"Karşımda bir yangın var alevleri göklere yükseliyor. İçinde evladım yanıyor, imanım tutuşmuş yanıyor, onu kurtarkmaya koşuyorum." der.
Ancak iman ettiği hâlde, "Bu insanları sen mi kurtaracaksın, ibadetini yap, başka şeye karışma." diyen de olabiliyor.
Bu farklılıklar, latifelerin hüşyar, ölü veya solgun olmaya bağlı olarak ortaya çıkan hâllerdir.
"Günahlar, hayat-ı ebediyede daimî hastalıklardır; bu hayat-ı dünyeviyede dahi kalp, vicdan, ruh için manevi hastalıklardır." (Lem'alar, Yirmi Beşinci Lem'a, 8. Deva.)
Bu latifenin ölmesi demek, cennetin akıl almaz nimetlerinden hissesinin olmaması veya çok az olması demektir.
Hz. Ömer (r.a)’in İslam'dan önceki hayatı ile İslam'dan sonraki hayatı meselemize ışık tutar kanaatindeyiz. Zira birtakım latifelerin mutlak manada ölmesi söz konusu olsa idi, geçmiş hayatını şirk ve küfür içinde geçirmiş olan Hz. Ömer (r.a)’in o yüksek ve parlak makama ulaşması mümkün olmazdı.
O zaman latifelerin ölmesini mutlak ve muvakkat olmak üzere iki kısma ayırmak gerekir. Mutlak manada latifelerin ölmesi, imana kabiliyetin kalmaması demektir. İkinci kısım olan günah ve dalaletten gelen yaralar ile latife ve hissiyatların tesirsiz kalması da muvakkat ölmektir.
Latifelerin muvakkat olarak ölmesinde, kuvvetli ve tesirli bir iman dersi ile tekrar dirilmesi mümkün olabilir. Bu yüzden, sahabelerin Peygamber Efendimizin (asm) sohbetinin bereketi ile uyumuş olan latifeleri tekrar hayat bulmuştur. Ama insan ömrü boyunca günah ve gaflet altında ezilmiş olan latifelerini kuvvetli bir iman dersi ile uyandırmaz ise, en nihayetinde mutlak ölme manasına incirar ettirip bir nevi meyyit hükmüne girebilir.
Kalbinde ve vicdanında imana kabiliyet kalmamış münafık ve müşriklerin hâlleri buna numune olabilirler.
Biz kimin latifelerinin mutlak ölüp ölmediğini bilmediğimiz için, herkese ölmemiş nazarı ile bakmamız gerekir. Zira iman etmeyecek azılı müşrikler ancak ayetle bildirilenlerdir, bu da Peygamber Efendimize (asm) ve onun dönemine has bir durumdur.
Ölmüş latifelerin tekrar ihya edilmesi ise çok kuvvetli ve tesirli iman dersleri ile mümkündür. Bu zamanda Risale-i Nurlar bu vazifeyi kemaliyle yapıyor.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü