Otuz Üçüncü Söz, Yirmi Dördüncü Pencere'yi başındaki ayet ile birlikte izah eder misiniz?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

"Yirmi Dördüncü Pencere"

لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ كُلُّ شَىْءٍ هَالِكٌ اِلَّا وَجْهَهُ لَهُ الْحُكْمُ وَ اِلَيْهِ تُرْجَعُونَ

"Mevt, hayat kadar bir burhan-ı rububiyettir. Gayet kuvvetli bir hüccet-i vahdâniyettir. اَلَّذٖى خَلَقَ الْمَوْتَ وَالْحَيٰوةَ delaletince, mevt, adem, idam, fena, hiçlik, fâilsiz bir inkıraz değil belki bir Fâil-i Hakîm tarafından hizmetten terhis ve tahvil-i mekân ve tebdil-i beden ve vazifeden paydos ve haps-i bedenden âzad etmek ve muntazam bir eser-i hikmet olduğu, Birinci Mektup’ta gösterilmiştir."

"Evet, nasıl zemin yüzündeki masnuat ve zihayatlar ve hayattar zemin yüzü, bir Sâni’-i Hakîm’in vücub-u vücuduna ve vahdaniyetine şehadet ediyorlar. Öyle de o zihayatlar ölümleriyle bir Hayy-ı Bâki’nin sermediyetine ve vâhidiyetine şehadet ediyorlar. Yirmi İkinci Söz’de mevt, gayet kuvvetli bir burhan-ı vahdet ve bir hüccet-i sermediyet olduğu ispat ve izah edildiğinden, şu bahsi o söze havale edip yalnız mühim bir nüktesini beyan edeceğiz. Şöyle ki:"

"Nasıl zihayatlar, vücudlarıyla bir Vâcibü’l-vücud’un vücuduna delalet ediyorlar. Öyle de o zihayatlar, ölümleriyle bir Hayy-ı Bâki’nin sermediyetine, vâhidiyetine şehadet ediyorlar. Mesela, yalnız bir tek zihayat olan zemin yüzü, intizamatıyla, ahvaliyle Sâni’i gösterdiği gibi öldüğü vakit yani kış, beyaz kefeni ile ölmüş o zemin yüzünü kapaması ile nazar-ı beşeri ondan çeviriyor. Veyahut nazar, o giden bahar cenazesinin arkasından maziye gider, daha geniş bir manzarayı gösterir."

"Yani her biri birer mu’cize-i kudret olan zemin dolusu bütün geçen baharlar misillü yeni gelecek birer harika-i kudret ve birer hayattar zemin olan, bahar dolusu hayattar mevcudat-ı arziyenin gelmelerini ihsas ve vücudlarına şehadet ettiklerinden; öyle geniş bir mikyasta, öyle parlak bir surette, öyle kuvvetli bir derecede bir Sâni’-i Zülcelal’in bir Kadîr-i Zülkemal’in, bir Kayyum-u Bâki’nin, bir Şems-i sermedî’nin vücub-u vücuduna ve vahdetine ve beka ve sermediyetine şehadet ederler ve öyle parlak delaili gösterirler ki ister istemez bedahet derecesinde, اٰمَنْتُ بِاللّٰهِ الْوَاحِدِ الْاَحَدِ dedirtir."

"Elhasıl: وَ يُحْيِى الْاَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَا
sırrınca hayattar bu zemin, bir baharda Sâni’e şehadet ettiği gibi onun ölmesiyle, zamanın geçmiş ve gelecek iki kanadına dizilmiş mu’cizat-ı kudretine nazarı çeviriyor. Bir bahar yerine binler baharı gösteriyor. Bir mu’cize yerine binler mu’cizat-ı kudretine işaret eder. Ve onlardan her bahar, şu hazır bahardan daha kat’î şehadet eder. Çünkü mazi tarafına geçenler, zahirî esbablarıyla beraber gitmişler; arkalarında yine kendileri gibi başkalar yerlerine gelmişler.

Demek, esbab-ı zahiriye hiçtir. Yalnız bir Kadîr-i Zülcelal, onları halk edip, hikmetiyle esbaba bağlayarak gönderdiğini gösteriyor. Ve gelecek zamanda dizilmiş hayattar olan zemin yüzleri ise daha parlak şehadet eder. Çünkü yeniden, yoktan, hiçten yapılıp gönderilecek, yere konup vazife gördürüp sonra gönderilecekler.

İşte ey tabiata saplanan ve bataklıkta boğulmak derecesine gelen gafil! Bütün mazi ve müstakbele ulaşacak hikmetli ve kudretli manevî el sahibi olmayan bir şey, nasıl bu zeminin hayatına karışabilir? Senin gibi hiç-ender hiç olan tesadüf ve tabiat buna karışabilir mi? Kurtulmak istersen 'Tabiat, olsa olsa bir defter-i kudret-i İlahiyedir. Tesadüf ise cehlimizi örten gizli bir hikmet-i İlahiyenin perdesidir.' de, hakikate yanaş." (Sözler, Otuz Üçüncü Söz, Yirmi Dördüncü Pencere.)

“Ondan başka hiçbir ilah yoktur. Her şey helak olup gidecektir (ona bakan yüzü müstesna.) Hüküm ve hükümranlık onundur; siz de ona döndürüleceksiniz." (Kasas, 28/88)

Her şeyin helak olup gitmesi, her nefsin ölümü tadacağını haber veren ayet-i kerimeyi hatırlatıyor. Dünya hayatı ve onu tadan bütün canlılar fâni olmakla birlikte, insan bu hayatı iman ve salih amel dairesinde geçirirse, ömür gitse de onun meyveleri baki olduğundan ebedî âlemde bu fâni ömre bedel her şeyiyle hayattar olan cennet hayatına kavuşacaktır.

Her şeyi yaratan ve bütün mahlukata hükmeden ancak Allah’dır; onun kudret ve iradesidir.

Her şey gibi insanın da helak olacağı ve Rabbine döndürüleceği ilahi bir hükümdür. Ve bu hüküm mutlaka gerçekleşecek ve Üstad Hazretlerinin ifadesiyle;

“Doğrudan doğruya herkes, kendi Hâlıkı ve Mabudu ve Rabbi ve Seyyidi ve Mâliki kim olduğunu bilecek ve bulacaklar.” (Mektubat, Yirminci Mektup, Birinci Makam)

Ölüm, insanları ebedî olarak yok eden bir idam ve hiçlik değildir. Ölüm, bir daha toplanmamak üzere ceset ve cismin dağılıp sönmesi ve dağılması da değildir. Ölüm, dost ve ahbaplardan ebedî olarak ayrı düşmek de değildir. Ölüm, tesadüfen ve kendiliğinden olan failsiz bir fiil de değildir.

Ölüm, her fiilin sahibi olan Allah’ın intizamlı olarak yarattığı bir terhistir, tebdil-i mekândır. Ölüm bu fâni, boğucu, kederli, meşakkatli ve sıkıntılı dünya hayatından, insanın asıl vatanı, ebedî saadet yurdu olan sürürlu, lezzetli istirahat yeri olan cennete gitmesidir. Ölüm, sevkiyattır. İnsanın mahiyetine dikkat ile bakıldığında dünya için değil, ahiret için yaratıldığı anlaşılır. Beka aşkı, cami’ fıtrat, nihayetsiz arzu ve emeller dünya için değil, ahiret içindir.

Ölüm, yüzde doksan dokuz ahbab ve dostların toplandığı berzah âlemine açılan kapıdır. Başta iki cihan serveri Hazret-i Peygamber (asm) olmak üzere, bütün enbiyaya, evliya ve dostlarımıza kavuşmaktır.

Bu pencerede ölümün hakikati ve ahirete bakan yüzü kısaca ifade edildikten sonra, bir de tevhide bakan ciheti üzerinde duruluyor.

Canlıların varlık sahasına çıkması nasıl bir intizam ile oluyorsa, vefatları da aynı şekilde bir intizam içinde vuku bulmaktadır.

Ölüm, hayat kadar intizamlı ve hikmetli bir fiil olduğu için, o da hayat gibi tevhide işaret ve delalet ediyor. Ölümün zahiren bir zeval olması, onu rastgele ve tesadüfî yapmaz. Malum, fiil failsiz olmaz, öyle ise ölüm fiili de failsiz olamaz.

Mesela, altı bin yılda altı bin bahar ve kış mevsimi mazi arşivinde istif edilmiş muntazır bekliyor. Bunların hepsi vukuattır, Allah’ın isim ve sıfatlarının mühürleri ve belgeleri hükmündedir.

"Çünkü mazi tarafına geçenler, zahirî esbaplarıyla beraber gitmişler; arkalarında, yine kendileri gibi başkalar, yerlerine gelmişler. Demek, esbab-ı zahiriye hiçtir. Yalnız bir Kadir-i Zülcelal onları halk edip hikmetiyle esbaba bağlayarak gönderdiğini gösteriyor." (Sözler, Otuz Üçüncü Söz, Yirmi Dördüncü Pencere)

Bu cümlede de yaratma ve icat etme işini sebeplere verenlere cevap veriliyor. Sebepler bir müddet sonra neticeler gibi yok olup gidiyorlar, yerlerine yeni sebepler geliyor. Şayet bu yaratma yani halk etmek fiilini sebepler yapıyor olsa idiler, yokluğa maruz kalmamaları gerekirdi. Yok olmaya mahkûm olan bir şeyin var etmesi mümkün değildir.

Yani elmayı elma ağacı değil, elma ağacı vasıtası ile Allah yaratıyor. Zira elma ağacı da elma gibi yokluğa ve fenaya mahkûmdur. Yokluğa ve fenaya mahkûm olup mazi tarafına geçen bir şeye İlahlık unvanı bir hezeyandır.

Zahirî sebepler, icad ve yaratma noktasından bir hiçtir. Yoksa varlık noktasından hiç değildirler. Yani elma ağacı elmayı yaratma noktasından bir hiçtir, ama elmaya vasıta ve vesile olma noktasından mevcuttur. Elma ağacının elmayı icad etmesinin imkânsızlığına işaret etmek için "zahirî sebepler hiçtir" denilmiştir.

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

BENZER SORULAR

Yükleniyor...