Risalelerde "emr-i bi'l-ma'ruf ve nehy-i ani'l-münker" bahsi var mı? Hal dili, tebliğ ve temsil etme gibi hususlarda bilgi var mı?
Değerli Kardeşimiz;
Bu ayet "emr-i bi'l-ma'ruf ve'n-nehy-i ani'l-münker"i emrediyor:
"Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten alıkoyar, ve Allah'a iman edersiniz." (Al-i İmran, 3/110)
Risale-i Nur'un iman, ibadet ve ahlaka dair bütün eczaları "emr-i bi'l-ma'ruf ve'n-nehy-i ani'l-münker" kapsamına girmektedir. Risale-i Nur'da bu konu hakkında doğrudan bir bahis geçmiyor.
"Halbuki edyân-ı saire müntesipleri mutlaka fevc fevc, muhakeme-i akliye ile ve burhan-ı kat'î ile daire-i İslâmiyete dahil olmuşlar ve olmaktadırlar. Eğer biz doğru İslâmiyeti ve İslâmiyete lâyık doğruluğu ve istikameti göstersek, bundan sonra onlardan fevc fevc dahil olacaklardır."(1)
Üstad Hazretleri bu paragrafta "hâl dili" ile İslam’ı anlatmanın önemine işaret ediyor. Yani biz Müslümanlar İslam’ı tam yaşayıp halimizle insanlığa güzel bir örnek olsa idik, onlar dalga dalga İslam’a koşacaklardı.
Tebliğ İslam'da farz bir vazifedir. Tebliğ etmenin en önemli kural ve metodu ise, doğru zamanda, doğru mekanda ve doğru şahıslara, doğru hakikatleri bildirmektir. Bunlara dikkat edilmez ise, tebliğ faydadan çok zarar getirir.
Doğru zaman: Bir insan bir iş ile meşgul ise, tebliğin doğru zamanı değil demektir. Mesela, memurun yoğun iş hengamında varıp dini kitap okumak yanlıştır, zira seni dinleyecek zamanı yoktur. Öyle ise, hakikatleri tebliğ etmenin doğru zamanını tespit etmek gerekir.
Doğru Mekan: Mümkün ise uygun ve münasip mekanlarda tebliğ etmek gerekir. Bir memurun ofisi, bir amelenin inşaatı, bir öğrencinin dersliği hakikatlerin tebliği için uygun mekanlar sayılmazlar. Yanlış anlaşılmasın, ideal mekanlar değil demektir; yoksa zaman ve zemin müsait olduğunda okumakta ve anlatmakta bir sakınca olmaz.
Doğru Şahıs: Her şahıs hakikatlerin tebliği için doğru kişidir, lakin bunun iyi ayarlanıp iyi bir halet-i ruhiyede yapılması gerekir. Bir insanın bütün his ve duyguları kapalı olduğu bir anda tebliğ doğru olmaz; onun müsait olduğu bir anı gözlemek gerekir. O zaman tebliğ daha tesirli daha mükemmel olur.
Çok genç birisinin yaşlı bir şahsa amirane ve nasihane tavır alması, tebliğ açısından tesirsiz olabilir. Lakin tevazu ve saygılı bir yaklaşım ile yaşlı kimselere de bir şeyler anlatılabilir. Yani genç birisin yaşlı birisine bütünü ile tebliğ etmesi yanlış, demek yanlış bir bakış açısı olur.
Doğru Hakikat: Tebliğ vasıtasının doğru seçilmesi. Bu zamanın ilcaat ve gereklerine uygun olmayan kitap ve eserler ile tebliğe başlamak yanlış olur. Dine yabani olan birisine menkıbe ve cehennem ahvalinden bahseden kitaplardan okumak yanlış olur, hatta belki ters teper. Hatta Risale-i Nur'un parçalarından okurken bile konu tercihini iyi yapmak gerekir.
Bu şartlar olgunlaşmış ve iyi kalibre edilmiş ise, tebliğ her Müslümana farzdır ve terki caiz olmaz.
(1) bk. Münazarat, Sualler ve Cevaplar.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar
Evet: "Feyzi'nin ve Salahaddin'in asker olması dolayısıyla Üstad hafif tebessüm ederek: "Sizi onlar alamazlar. Vazifeniz var, davet ediliyorsunuz. Çünki lisanla olmasa da hal ü etvarınız o vazifeyi görecektir." dedi. Hakikaten Salahaddin asker olduğunda mübarek Ramazan'da İzmit'in Tavşan Tepesi'nde havanın müsaadesizliğine rağmen yine cemaatle teravih namazı kıldırması ve Alay'ın Hadımköyü'ne kalkması Ramazan'ın 27, 28, 29 uncu günlerine tesadüf etmesi dolayısıyla oruç ve namazını vapurda, Kadir Gecesi'ni de Hadımköyü'nde istasyon rampasında, yağmurlu soğuk bir havada müşkilâtla bulduğu su ile abdest alıp, sandık kapağı üstünde kılması ve geceyi yük vagonları içinde acı bir vaziyette şükürlerle geçirmesi, sair neferattaki hiss-i diyaneti heyecana getiriyordu, bir ders hükmüne geçerdi. Ve Balaban Köyü'nde bayram namazından evvel askerî ve sivil eşhasa, köy câmiinde namaz hakkında Dördüncü Söz'ü aynen okuması ve Risale-i Nur'la vaazda bulunması; kardeşim Feyzi dahi aynen bulunduğu kıt'ada daha tesirli bir tarzda, manevî lisan-ı hal ve kal ile ders vermesi, bilfiil Üstadının nutkunu tasdik eder."
Kastamonu Lahikası ( 62 )
gibi çok kısımlarda lisan-ı hal ve kalle tebliğ yapılabildiği, esas olanın ihlas olduğu anlatılmış. Acizane anladığım kadarıyla Risale-i Nurda tebliğ, fıtri oluyor. Yani insan hangi vazifeyi yapıyor, hangi kimliği, sorumluluğu almışsa o haliyle TEVHİDİ YAŞAMASI tebliğ oluyor. Mesela bir anne çocuğunu sabah namazına kaldırsa, diğer çocukların annesine de söz arasında durum ifade edilse bu tebliğ oluyor. Tebliğ için ayrıca bir "din adamı" kimliğine ihtiyaç yok. Aklı kalbi tevhid üzere olursa o insan Hulusi Abi gibi askerdeyken bile çok muazzam hizmet edebilir. Ancak bazı durumlarda insanın hakikaten dini temsil vazifesi takınması da gerekebilir. O zaman Üstad Hz(RA)'ın 3.kimliği olan “dellal-ı Kur'an” manasının altına girer, ihlas, sadakatı ve derecesine göre şahsı maneviden kuvvet alarak tebliği yapar, azim tesirler görülebilir. Mesela dış ülkelerde nurları tanıtan kardeşlerimiz bu manadan istifadeleri ile muhtaçlara hakikati ulaştırıyorlar. Cenab-ı Hak daim eylesin.