"Ruh", "kalp", "akıl" nedir; "vesvese" hangisine gelir? "Tereddüt", "şüphe" ve "vesvese" farklı şeyler midir; hangisi imana zarar verir?
Değerli Kardeşimiz;
Ruh, Allah’ın irade sıfatından gelen bir emirle ayakta duran bir kanundur. Allah bu kanuna harici bir beden elbisesi giydirip sonra başına hayatı ve şuur takarak insanı tamamlamıştır.
Ruh, bütün hasse ve duyguların efendisi ve hayat kaynağıdır. Ruh basittir, bölünmez, parçalanmaz, eskimez, pörsümez, ölmez, dağılmaz, yaşlanmaz.
Hayat ve şuur (akıl), ruhun bir hassesi ve vasfıdır. Beden olmasa da ruhun hayatı ve şuuru devam eder. Yani insan ruhu hem görür, hem işitir, hem konuşur, hem düşünür, hem hisseder, hem hatırlar, hem lezzet ve elemi hisseder. Hatta insan bedeni öldükten sonra ruha münasip, ruh ayarında, bir latif kılıf giydirilir, ruh bütünü ile çıplak kalmaz.
Ruh, bir cevherdir asla değişmez, dönüşmez, başkalaşmaz bir halden başka bir hale intikal etmez. Basittir, yani terkip değildir, nefsi ile kaimdir, başka bir cevher ve araza muhtaç değildir.
Ruh orijinaldir, asliyesini daima muhafaza eder. Bir şey iken başka bir şey olmaz, ama aslını bozmadan tekemmül edip olgunlaşabilir.
Kalp, akıl ve vicdan kanallarından beslenen İlahi bir latife ve duygudur. Akıl dış âleme açılan bir pencere iken, vicdan iç âleme açılan bir penceredir. Kalp bu iki pencere ile sever ya da düşman olur, inanır ya da inanmaz, tasdik eder ya da etmez.
Üstad Hazretleri bu manayı şöyle özetliyor:
"İhtar: Kalbden maksat, sanevberî (çam kozalağı) gibi bir et parçası değildir. Ancak, bir lâtife-i Rabbaniyedir ki, mazhar-ı hissiyatı vicdan, mâkes-i efkârı dimağdır."(1)
Yani kalbin bir maddî bir de manevî yüzü vardır. Maddî yüzü tıbbın sahasına girer, manevî yüzü ise dinin sahasıdır. Üstad'ın izah ettiği kalp manevî kalptir.
Akıl; kavrama, anlama, zekâ, zihin, idrak etme, düşünme, fehmetme, irade etme, bilme ve anlama âletidir.
Akıl; ruh gibi hakikati ve mahiyeti tam olarak anlaşılmayan ilahî bir sırdır.
Akıl; hak ve batılı, hayır ve şerri, kemal ve noksanı, faydalıyı ve zararlıyı birbirinden tefrik edip insanı doğru yola sevk eden, sebeplerden netice çıkaran, eserden müessire intikal eden İlahî bir nur, Rabbanî bir mürşit ve manevî bir kuvvettir.
Akıl, insanı zararlı şeylerden muhafaza için verilen bir cevher-i nuranî ve bir burhan-ı rabbanidir.
Akıl, ruhun müsteşarı ve sadrazamı hükmündedir. Akıl, insanı göz ile görünen ve kâinat denilen şu müşahede âlemindeki harika eserlerden, görünmeyen ve müessir-i hakiki olan Halık’ı kâinata götürür. Bir saadet anahtarı olan akıl, Cenab-ı Hakk’ın kâinatta tecelli eden sonsuz azamet ve kudretini, rahmet ve inayetini, lütuf ve keremini müşahede eder. Zaten aklın en birinci ve en mühim vazifesi de budur.
Akıl üç mertebe de özetlenmiştir:
Külli Akıl: Kâinatta görülen umumi ahengi, mükemmel nizamı kavrayan akıl.
Akl-ı Maad: İrfan ve ilimle terbiye olan, ahiretini düşünen akıl. İstikbali kavrayıp onun gereğini yapmaya çalışan akıl.
Akl-ı Maaş: Aklın en alt tabakası olup sadece ve sadece dünya geçimini düşünen akıl mertebesidir. Buna dünyevî ve hayvanî akıl da denilebilir.
Vesvese; şeytanın, insanın kalbine ilka ettiği kuruntu veya aslı olmayan ihtimaller demektir.
Vesvese, kelime olarak hışırtı, fısıltı manasında gizli ses demektir. Bu münasebetle gönülde tevali ve tekerrür eden gizli söze “vesvese”; ve bir nefse böyle bir söz ilka etmeğe de, “vesvese vermek” denilir.
Vesvese; akıl ve iradenin terbiyesine girmeyen ve insanı sürekli taciz eden bir duygudur. İnsan bu duygu sayesinde fikren ve manen teyakkuzda olur ve terakki eder. Bu duygunun esiri olmamak kaydı ile insana faydalıdır. Akıl ve kalp itminan bulsa da bu vesvese kuvveti kolay kolay teslim-i silah etmez. Ancak ilimde ve imanda yüksek makam sahibi zatlar bu duyguyu teslim-i silaha mecbur edebiliyorlar.
Vesvese, her insanda teyakkuz için takılmış nefis ve şehvet gibi bir cihazdır. Nasıl nefis mücadele için bir düşman olarak insana musallat edilmiş ise, vesvese de insanı tahkik ve ilim noktasından teşvik için takılmış hükümsüz bir cihazdır. Allah hakkında uygunsuz ifadeler, küfür ve inkâra ait fikirler bu vesvese sınıfına giriyor. Bunun en büyük ispatı kişinin bu vehim ve vesveselerden rahatsız olmasıdır. Yani insan kalben tasdik ettiği bir şeyden rahatsız olmaz. Demek bir rahatsızlık varsa bu vesvesedir.
İnsandaki nefis ve şeytanın, vesveseler vasıtası ile insanı taciz etmesi normal bir durumdur. Bu yüzden, aklımıza gelen vesvese ve vehimleri kalben tasdik etmedikçe mesul olmayız. Şeytanın asıl planı kalbe ait olmayan bu gibi vesveseleri kalbe ait gibi gösterip insanı taciz ederek ümitsizliğe düşürmektir. İnsan vesveselerin ehemmiyetsiz ve kalbe ait bir şey olmadığını ilmen bilirse, şeytanın bu planı akim kalır. Burada tacizin verdiği sıkıntı ve stres insana zarar verir, yoksa imana bir zarar iras etmez.
”Tahayyül-ü küfür, küfür olmadığı gibi, tevehhüm-ü küfür dahi küfür değildir. Tasavvur-u dalâlet, dalâlet olmadığı gibi, tefekkür-ü dalâlet dahi dalâlet değildir. Çünkü hem tahayyül, hem tevehhüm, hem tasavvur, hem tefekkür, tasdik-i aklîden ve iz'ân-ı kalbîden ayrıdırlar, başkadırlar. Onlar bir derece serbesttirler. Cüz-ü ihtiyariyeyi pek dinlemiyorlar. Teklif-i dinî altına çok giremiyorlar. Tasdik ve iz'an öyle değiller. Bir mizana tâbidirler.”(2)
Üstad Hazretlerinin yukarıdaki ifadeleri meseleyi gayet açık ve net bir şekilde izah ediyor. Tahayyül, tasavvur, tefekkür ve tevehhüm irade dışı çalışan ve insana terakki ve tekemmül etmesi için musallat edilmiş cihazlardır. Bu cihazlar irade ve imana tabi değildirler ki insanı küfür ve dalalete soksunlar. Bu gibi cihazlar hüküm ifade etmezler. Lakin bu cihazların mahiyeti bilinmez ise, insana zarara düştüm zannını vererek ümitsizliğe sevk edebilir. Yani kalbinden olmayan kötü sözleri ve çirkinlikleri kalbinden zannederek telaşa ve ümitsizliğe kapılır ise insan zarara düşer. Bunun dışında insanın aklından ve hayalinden geçen vesvese ya da vehimler, insanı mesuliyet altına almaz. Hatta imanın katiliği ve kalitesine de bir zarar vermez.
"Vesvesenin zararı, tevehhüm-ü zarardır." (Sözler, 21. Söz)
Tevehhüm; vehmetmek, gerçekte olmayan bir şeyi var gibi görmek demektir. İnsan iradesinin dışında kalbe gelen vesveselerin gerçekte insanın imanına hiçbir zararı olmadığı halde, onları zararlı kabul etmek de bir vehimdir. İşte vesvesenin asıl zararı onu zararlı vehmederek rahatsız olmak, imandaki yakinine zarar verdiğini sanmaktır. Bu yanlışın en güzel reçetesi şu cümlelerdir:
“Hem bununla beraber, o çirkin sözler, senin kalbin sözleri değil. Çünkü senin kalbin, ondan müteessir ve müteessiftir.” (21. Söz)
Bir insan hem kendi yüzünü yumrukluyor hem de bağırıp çağırıyorsa, burada bir terslik vardır. Onun ağlaması gösteriyor ki, onun yüzünü yumruklayan kendisi değil, görünmeyen gizli bir eldir.
İşte bu misal gibi, bir insan da kalbine gelen kötü sözlerden feryat ediyorsa bu sözleri kalbe atan gizli bir el var demektir. Yoksa hem o sözleri kalbe mal etmek hem de kalbin bundan rahatsız olması bir tezattır; aklen mümkün değildir. İşte o gizli el şeytan eli, o sözler de onun vesveseleridir.
Üstad Hazretleri vesvesenin insana musallat edilmesinin hikmetini şöyle ifade ediyor:
"Eğer desen: 'Bu derece mü'minlere muzır ve müz'iç olan vesvese ne hikmete binaen bize belâ olmuş?' "
"Elcevap: İfrâta varmamak, hem galebe çalmamak şartıyla, asl-ı vesvese teyakkuza sebeptir, taharrîyedâîdir, ciddiyete vesiledir. Lâkaytlığı atar, tehâvünü def eder. Onun için, Hakîm-i Mutlak, şu dâr-ı imtihanda, şu meydan-ı müsabakada bize bir kamçı-yı teşvik olarak, vesveseyi şeytanın eline vermiş, beşerin başına vuruyor."(3)
Dipnotlar:
(1) bk. İşârâtü'l-İ'câz, Bakara Sûresi, 7. Ayetin Tefsiri.
(2) bk. Sözler, Yirmi Birinci Söz, İkinci Makam.
(3) bk. age.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü