"Rüya-yı sadıka vasıtasıyla veya hakikî keşif cihetiyle, Hz. Ali (r.a.) ve Gavs-ı Âzam (r.a.) gibi zevat- ı kudsiye cüz’î işlere dair âmi adamlarla da temas edebilirler..." İzah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
"Sual: Rüya-yı sadıka vasıtasıyla veya hakiki keşif cihetiyle, Hz. Ali (r.a.) ve Gavs-ı Âzam (r.a.) gibi zevat-ı kudsiye cüz'i işlere dair âmi adamlarla da temas edebilirler ve bazı şeyleri haber veriyorlar. Nedendir ki bunların bir işaret-i gaybiyelerini gayet ehemmiyetle bin keşif ve binler rüya-yı sadıka kadar tutuyorsunuz, ehemmiyet veriyorsunuz?"
Hz. Ali (r.a.) ve Gavs-ı Âzam (r.a.) gibi büyük evliyalar, keramet ve sadık rüya yolu ile birçok insanlarla manevîâlemde irtibat kurup, onları teşvik edip manen onlara iltifat edebilir. Bu gibi hâdiseler çokça vuku bulmuştur.Halbuki sen bu iki evliyanın manevî iltifatını büyük bir hâdise gibi gösterip, Risale-i Nur'un makbul oluşuna bir işaret bir delil gibi sunuyorsun.
"Elcevap: Sekiz yüz ve bin üç yüz sene mesafede veraset-i Nübüvvet makamında âlem-i İslâmın istikbali nokta-i nazarında külli bir nazar o uzun mesafede görünen hadisatın elbette çok ehemmiyeti olacak. Dağ gibi bir büyüklüğü olacak ki o uzun mesafede ve o küllî nazarda âlem-i İslâmın menfaati nokta-i nazarında uzakta görünsün ve ona dikkat edilsin ve vücuda gelmeden evvel ondan haber verilsin. Rüya-yı sadıka ve keşif ise cüz'i ve hususidir. Vücuda geldikten sonra yakından bakmaktır. Elbette böyle keşif cihetinde ruhani temessül itibariyle yakından bakıldığı vakit zerreler dahi görünebilir. Adi adamlar da onların ruhani misalleri ile görüşebilirler. Ve gayet ehemmiyetsiz şeyler de medar-ı nazar olabilir."
"Ruhanî temessül", ruhun bir yerde zaman ve mekân kaydına uğramadan görülmesidir. "Rüya ve keşif" ise; yakın bir zaman zarfında olacak hâdiselerin, ruh tarafından temessül sureti ile bilinmesidir. Bu yakınlık rüya açısından en fazla beş-on yıl, keşif açısından ise en fazla elli-yüz yıldır. Yani rüya ve keşif öyle bin yıl, sekiz yüz yıl sonrasını ihata edemez.
Rüya âleminde basit âdi şeylerin görülmesinin bir sırrı da ruhun yakın bir mekânda temessül etmesidir. Yani ruh gibi nuranî ve latif bir varlık, yakın sahayı taradığında en küçük şeyleri de görebilir demektir.
Halbuki İmam-ı Ali (ra) ve Hazret-i Geylani’nin tespit ve tebşirleri; tam bir keramettir. Zira Risale-i Nur hizmeti İslam âleminin mukadderatıyla alakadar bu son asrın en büyük ve en ehemmiyetli hâdisesidir. Çünkü milyonlarca insanı dinsizlik ve imansızlıktan kurtarmış ve kurtarmaktadır. Böyle çok ehemmiyetli bir hizmete ve büyük hâdisata, o büyük velilerin alakasız kalması elbette düşünülemez.
"Evet, bir aynada misalî güneşle münasebettar olmak ve sohbet etmek nerede, hakiki semadaki güneşle münasebettar olmak nerede? Aynadaki güneşi herkes eline alabilir. İltifatına mazhar olabilir. Konuşabilse belki konuşturabilir. Fakat semadaki güneşin iltifatını celbeden ve kendisi ile konuşturan kimse kamere çıkmalı, makamı kamerde olmalı veya kamer gibi bir vazife görmeli,.."
Üstadımız bu suale, uzak mesafeden büyük hâdise ve büyük dağlar görülür şeklinde cevap veriyor. Rüya ve keşif, ancak yakın bir zamanda olacak şahsî ve küçük hâdiseleri gösterir. Halbuki bu büyük evliyaların işaret ve beşareti on üç asır gibi hem çok uzak bir zaman dilimine hem de büyük bir hâdiseye parmak basıyor. Bu yüzden, Hz. Ali (r.a.) ve Gavs-ı Âzam (r.a.)’ın Risale-i Nur'u müjdelemeleri basit ve sıradan bir kerametle ve rüya ile kıyaslanamaz.
Misaldeki gibi, aynada yansıyan güneş ile gerçek güneş arasında çok büyük bir fark bulunuyor. Hz. Ali (r.a.) ve Gavs-ı Âzam (r.a.) tarafından Risale-i Nur'un müjdelenmesi gerçek güneş ile muhatap olmak manası taşırken, basit rüya ve keramet yolları ile hususi kimselerin manen onlardan yardım ve medet almaları ise, güneşin aynadaki yansıması gibidir.
Yani Hz. Ali (r.a.) ve Gavs-ı Âzam (r.a.) on üç asır önceden Risale-i Nur'u müjdelemesi, sıradan ve basit bir keramet ve rüya ile kıyaslanamaz. O büyük evliyalar, Risale-i Nur'un ahir zamanda milyonlarca insanın imanını kurtaracağını ve süfyan ve deccal gibi dehşetli şahısların tahribatlarını tamir edeceğini manen görmüş ve alkışlamışlar. Böyle büyük iltifatı âdi rüya ve keramet derecesine düşürmek insafsızlık olur.
"Yoksa o Sultan-ı Semavinin haşmetli nazarı altında hiç görünmeyecek derecede gizlenecektir."(1)
İmam-ı Ali (ra) ve Hazret-i Gavs manevî bir güneştir. Bu manevî güneşlerle iki türlü irtibat kurulur.
Birisi; bu manevî güneşlerin her bir ruh aynasında aksetmesi şeklindedir ki, bu in’ikâs ruhun derece ve ihatasına göre olur. Misaldeki güneşin küçük bir aynada aksetmesi gibi... İmam-ı Ali (ra) ile rüyasında görüşen birisi, onun hususi iltifatına mazhar olmuş oluyor. Ve bu her bir mü’min için olabilir.
Diğeri; bu manevî güneşlerin bizzat kendilerinin konuşması ve iltifat etmesidir ki, Risale-i Nur'un ve müellifinin Hazret-i Ali (ra) ile görüşmesi ve onların iltifatına mazhar olması külliyetlidir ve hususi bir kalp görüşmesi değildir. Çünkü bu zatlar şiir ve nesirleri ile o asırdan bu asra hitap etmişler, Risale-i Nur'un büyüklüğünü âdeta kaleme döküp kerametlerini yazılı bir surete çevirmişler.
"Rüyada görüşmek" güneşin hususi cep aynasında görülmesi iken, keramet tarzı ta o asırdan bu asra iltifatta bulunmak, "güneşle bizzat görüşmek" manasına geliyor.
Dipnotlar:
(1) bk. Sikke-i Tasdik-i Gaybî, On Sekizinci Lem'a.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü