"Sabık beyanatınızda diyorsunuz ki: Âlem-i ulviye çıkmak, şu âlem-i arziyedeki asarların makinelerini, destgâhlarını ve netaicinin mahzenlerini görmek için uruc etmiştir." Bu ne demektir?
Değerli Kardeşimiz;
"Âlem-i ulvi" denilince, bildiğimiz kadarıyla âlem-i ervah, âlem-i misal, levh-i mahfuz, âlem-i melaike, arş, kürsi, kab-ı kavseyn, sidretü’l-münteha hatıra geliyor. Bunlardan başka bilmediğimiz daha birçok âlem olabilir.
Bu cümleden, âlem-i arzın süfli âlem, bu âlemdeki eserlerin tezgâhları ve mahzenleri ise ulvi âlem olmuş oluyor. Üstad Hazretleri cennet ve cehennemin birer mahzen olduğunu ifade ettiğine göre “netaicin mahzenleri” bu iki âlemdir.
Madde âlemi kürside son bulduğuna göre, onun ötesindeki bütün âlemler manevidir.
Üstadımızın ifadesiyle insan; “şuun-u ilahiyenin bir mikyası” olduğuna göre, söz konusu tezgâhların küçük numunelerini insanın ruh âleminde arayabiliriz. Söylediğimiz bir cümle tezgâhtan çıkan mamul bir maddeye benzetilirse, onun dokunduğu tezgâhlar akıl, hafıza, hisler âlemi, vicdan gibi manevi latifelerdir. Bunların birlikte çalışmalarıyla o cümle ortaya çıkmakta ve gayb âlemini andıran insanın ruh dünyasından mana yüklü bir ses halinde şahadet âlemine çıkmaktadır.
Soru cümlesinde geçen ulvi âlemlerden birisi levh-i mahfuz olabilir. Ancak levh-i mahfuzu bir tezgâh, bir fabrika, bütün hafızaları da onun mamulleri ve mahsulleri gibi düşünmek doğru olmaz. Levh-i mahfuz da hafıza da müstakil varlıklardır. Biri diğerinden doğmuş değildir. Her ikisinin de manbaı, kaynağı Hâfiz ismidir. Bunların hepsi o ismin tecellileridir. Bütün rızıklar Rezzak isminin menbaından gelmektedir.
“İşte şu cüz'iyat ve kesretin menbaları, madenleri, elbette külli kanunlar ve külli tecelliyat-ı esmaiyedir ki,..” (Sözler, Otuz Birinci Söz, Üçüncü Esas.) ifadesi esma-i ilahiyenin mecazi olarak tezgâhlara benzetildiğini gösteriyor.
Nitekim “şu âlem-i arziyedeki asarların makinelerini, destgâhlarını ve netaicinin mahzenlerini” (bk. age.) ifadesinde de esma-i ilahiye makinelere ve tezgâhlara, cennet ve cehennem ise onlarda dokunan varlıkların mahzenlerine benzetilmiştir.
İmam-ı Mübin ve Kitab-ı Mübin ilm-i ilahinin unvanları olduklarına göre, eşyanın bu dairelerdeki ilmî vücutları birer fabrika, birer tezgâh kabul edilirse, yaratılan eşya sanki bu tezgâhlarda dokunmuş gibidir.
Otuzuncu Söz’ün bir haşiyesinin bir bölümünde şöyle buyrulur:
"… İmam-ı Mübîn kader defteri ise, Kitab-ı Mübîn kudret defteridir. Yani, her şey vücudunda, mahiyetinde ve sıfat ve şuunatında kemal-i sanat ve intizamları gösteriyor ki, bir kudret-i kâmilenin desatiriyle ve bir irade-i nafizenin kavaniniyle vücut giydiriliyor; …" (bk. age., Otuzuncu Söz, İkinci Maksat, Haşiye.)
Burada geçen “kudret-i kâmilenin desâtiri” ve “irade-i nâfizenin kavânini” eşyanın yaratılışında esas olan birer tezgâh olarak düşünülebilir.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar
"Âlem-i ulvîye çıkmak, şu âlem-i arziyedeki âsarların makinelerini, destgâhlarını ve netaicinin mahzenlerini görmek için urûc etmiştir." Biraz daha açar mısınız?
Dünyada namaz kılarsın bu namaz cennette güzel bir mükafat bir saray bir mülk olarak sonuçlanır. Oruç tutarsın cennette güzel bir nimet olarak tecelli eder bir zulüm bir günah işlersin cehennemde müthiş bir azap olarak karşına çıkar vesaire.
İşte dünya hayatında yapılan bütün amel ve davranışların cennet ve cehennemde bir karşılığı bir neticesi bir sonucu bulunuyor. Peygamber Efendimiz de bu sonuçları bu neticeleri miraç sayesinde bizzat müşahede etme fırsatını buluyor.
Cennet ve cehennem dünya amellerinin bir karşılığıdır cennet dünyada yapılan iyilik ve güzelliklerin neticesi ve sonucu iken cehennemde dünya hayatında yapılan kötülük ve günahların bir neticesi bir sonucudur. Peygamber Efendimiz miraç sayesinde bu yerleri bu neticeleri bizzat görmüş ve bize bildirmiştir.