"Said yoktur. Said’in kudret ve ehliyeti de yoktur. Konuşan yalnız hakikattir, hakikat-i imaniyedir..." İzah eder misiniz?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

"Said yoktur. Said’in kudret ve ehliyeti de yoktur. Konuşan yalnız hakikattir, hakikat-i imaniyedir."

"Mademki nur-u hakikat, imana muhtaç gönüllerde tesirini yapıyor; bir Said değil, bin Said feda olsun. Yirmi sekiz sene çektiğim eza ve cefalar ve maruz kaldığım işkenceler ve katlandığım musibetler hep helal olsun. Bana zulmedenlere, beni kasaba kasaba dolaştıranlara, hakaret edenlere, türlü türlü ittihamlarla mahkûm etmek isteyenlere, zindanlarda bana yer hazırlayanlara, hepsine hakkımı helal ettim." (Emirdağ Lâhikası-II, Konuşan Yalnız Hakikattir / 69. Mektup)

Üstadımız bu ifadeleriyle, kuvvetli imanın ve yüksek ahlakın verdiği hissiyat ile kendi şahsiyetini hiçe saydığını bütün dünyaya ilan ediyor. Böylece benlik ve enaniyetten tamamen sıyrılarak, iman hizmetinde nasıl fâni olduğunu ve ne denli insanların kurtulmasına kendini vakfettiğini ifade ediyor.

“Said yoktur. Said’in kudret ve ehliyeti de yoktur” diyerek kendisine manevî bir makam ve hisse vermiyor. O, iman hizmetinde kendini ve benliğini fanileştirmiş bir şahsiyettir.

Üstad Hazretleri;“Ben imanın cereyanındayım, karşımda imansızlık cereyanı var...” buyurmakla, vazifesinin ulviyetini çok güzel bir şekilde dile getirmiş oluyor. Kıyamete kadar, insanları irşad vazifesi peygamberlerin varisleri olan âlimlere verilmiştir. Bu vazifeden her âlimin bir hissesi vardır. Fakat en büyük hisseler asırlarına istikamet veren, İslâm’ın o asırdaki tebliğ usulünü tayin ve tesbit eden mücedditlere aittir.

Şirkin ve küfrün hâkim olduğu cahiliye döneminden sonra, bu asra kadar doğrudan doğruya imana hücum edilen bir dönem görülmemiştir. Küfrün, dalaletin, sefahetin birer şahs-ı manevî halinde insanların imanına ve ahlâkına büyük zararlar verdiği bu dehşetli asırda, Üstad Hazretlerinin deruhte ettiği vazife, fevkalade büyük ve ehemmiyetlidir.

Ve bu vazifeyi en mükemmel şekilde yerine getirmiş olmasından dolayı, nefsinde bir iftihar halinin hükmetmesinden büyük endişe duymuştur. Üstadımız kendi nefsine bu harika dersi vermiş ve bizlerin de yaptığımız hizmetlerde nefsimize aynı dersi vermemiz için bu dersini kaydetme ihtiyacı duymuştur.

“Bir büyük infilâk olacak. O infilâk ve inkılabdan sonra, Kur’ân etrafındaki surlar kırılacak. Doğrudan doğruya Kur’ân kendi kendini müdafaa edecek. Ve Kur’âna hücum edilecek, i'cazı onun çelik bir zırhı olacak. Ve şu i'cazın bir nev'ini şu zamanda izharına, haddimin fevkınde olarak, benim gibi bir adam namzed olacak ve namzed olduğumu anladım.” (Mektubat, Yirmi Sekizinci Mektub)

Gerçek mürşid ve hakiki âlim, insanları kendine feda ettirmez, aksine kendini insanlık için feda eder. İşte Üstadı büyük yapan, tesirli kılan da bu vasfı ve meziyetidir. İnsanları kendine hizmetçi kılan mürşidlere de böylece bir ders verir.

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Kategorileri:
Okunma sayısı : 1.071
Sayfayı Word veya Pdf indir
Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

BENZER SORULAR

Yükleniyor...