"Risale-i Nur’un bahsettiği hakikatlerin aynını binlerce âlimler, yüz binlerce kitaplar daha belîğane neşrettikleri halde, yine küfr-ü mutlakı durduramıyorlar." İzah eder misiniz?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

Risale-i Nurların dışındaki İslamî kaynaklarda imana ve Kur'an'ın inceliklerine dair meseleler dağınık ve zamanlarının ihtiyacına göre şekillenmiş ve ona göre izah ve tarif edilmiştir. İmanî mevzular ayrı ayrı ve teknik tariflerle ehil olanlara izah edilmiştir.

Her bir âlim bir meseleyi eserinde güzelce tarif etmiş ama temsil ve teşbih ile avamın idrakine hitap etmediği için, istifade umumî değil, hususî kalmıştır.

Mesela, Kader mevzuunu Sa’d-ı Taftazanî elli sayfalık izah ile havassa tam anlatmış, ama avam insanlar bu hususta istifadesiz kalmıştır. Aynı şekilde İmam-ı Gazalî çok güzel telifatlar ile felsefeye derin darbeler vurmuş, ama bundan sadece ehil olan ulema istifade edebiliyor.

Bu yüzden, bu zamanda bütün İslamî eserlere tam vukufiyet ve tam mesai mümkün olmadığı için, insanlar bazı mühim ve derin meseleleri anlamakta zorlanıyor ve tam manasıyla tatmin olamıyor. Bir taraftan bu zamanın şartlarının müsaadesizliği, diğer taraftan o eserlerin kendi devrinin şartlarına göre yazılmış olması ve havassa hitab etmesi gibi sebeplerden dolayı, eski kıymetli kaynaklar zamanın ihtiyaçlarına tam cevap veremiyorlar.

Risale-i Nur'un diğer eserlerden farkı; o kaynaklarda dağınık ve hususî olan imanî ve Kur'anî meseleleri, temsil ve teşbihlerle toplatıp herkesin anlayacağı seviyeye indirmesidir. Aynı zamanda asrın anlayışına Kur’anî bir ders olması, Risale-i Nur'u daha tesirli ve parlak yapmıştır.

Risale-i Nurlar temsil ve teşbih dürbünü ile en derin ve en dağınık meseleleri en avam insanın bile idrak edebileceği bir seviyeye getirmiştir. Hakikat şu ki, sair kaynaklar hususî insanlara hitap ederken, Risale-i Nur umuma hitap ediyor.

Meselâ; İbn-i Arabî gibi zatlar; “bizim eserlerimizi anlamak için bizim makamımıza çıkmak lazımdır”, diyor. Ama Risale-i Nurlar her makam ve mevkideki insana; “yalnız kulağını ve gözünü aç” diyor, başka bir şart istemiyor.

Üstad Hazretlerinin Risale-i Nur'larda temsil, teşbih ve hikâye tarz ve usulünü kesretle kullanmasının en büyük gayesi, anlaşılması zor olan derin hakikatleri, dağınık meseleleri akla yaklaştırmak ve idrakini kolaylaştırmaktır. Zira insanların büyük bir kısmı bu derin meseleleri anlamaktan uzaktır. Bu sebeple derin ve dağınık hakikatleri temsil ve hikâye yolu ile akla yaklaştırmak bir ihtiyaçtır.

Kur’ân-ı Kerim'de, birçok hakikat temsillerle, darb-ı mesellerle harika bir şekilde ifade edilmektedir. Kur'an-ı Kerim'de derin ve ince hakikatleri teşbih ve temsil dürbünü ile akla yaklaştırmak, mühim bir ifade tarzıdır. Kur'an-ı Kerim, muhatab kitlesinin ekserisi avam olmasından dolayı teşbih ve temsili sık sık kullanıyor. Fikir âlemine temsil ve hikâyeler ile tenezzül ediyor, onların fikir ve hissiyatlarını okşayan ve tahrik eden misaller getiriyor.

Kur’an ve hadislerde geçen hikâye ve temsiller, asıl maksad olmayıp, asıl maksada götüren ipuçlarıdır. Temsil ve hikâyelerin asıl gayesi anlaşılması zor olan derin hakikatleri ve ince meseleleri akla yaklaştırmak ve anlaşılmasını kolaylaştırmaktır.

İşte Kur’an’ın ve onun bir manevî tefsiri olan Risale-i Nurların çokça temsil ve hikâye tarzına başvurması, bu sebepledir. Zira Kur’an’ın muhatab kitlesinin ekserisi avam insanlardır. Hal böyle olunca, Kur’an avam insanların fehmine göre, onların fikir ve hissiyatlarını okşayan temsil ve hikâyeler ile tenezzül ediyor, misaller getiriyor.

Kur’ân-ı Kerim'in bu asrın fehmine bir dersi olan Risale-i Nur Külliyatı'nda da temsilin mühim bir yeri vardır. Çok uzak, ince ve derin hakikatler temsil yoluyla akıllara yaklaştırılmış, red ve inkâr yolu kapatılmıştır.

Hikâyeler asıl mânanın daha iyi anlaşılması ve daha yakından temaşa edilmesi için birer dürbün vazifesi görürler. Hikâyede anlatılanlar vakıa mutabık olmasalar da verilen dersin hak ve hakikat olmasına tesir etmez. Bazı mürşidlerin hayvanları konuşturarak çok hikmetli dersler verdikleri görülmektedir. Bu misallerde hayvanların konuşmaları vakıa mutabık değildir, ancak o hikâye ile verilen dersler hakikattirler.

Çıplak gözle göremediğimizde bir cismi yakınlaştırmak için dürbün ve mikroskop kullanırız. Derin ve ince şeyleri görebilmek için de dürbüne müracaat ederiz, dağınık ışıkları toplamak için mercek kullanırız. Aynı şekilde derin hakikatleri, ince, derin, uzak, dağınık mânaları anlamak ve görebilmek için de temsil, mecaz ve hikâye gibi edebî san’atları kullanmak gerekiyor.

İşte Kur’an ve onun mühim talebesi olan Üstad Hazretlerinin eserlerinde, temsil ve hikâyeleri kesretle kullanmaları, bu ince sırdan ileri geliyor. Yalnız getirilen temsil ve teşbihlerin her mânasını ve her köşesini hakikate tatbik etmek doğru olmaz. Teşbih ve temsil, anlamak için sadece bir vasıtadır. Bu yüzden temsilin içinde geçen bir tabirin suret ve zahirini incelemek, temsilden maksud mânaya ters bir bakış açısı olur. Yani sütün sindirilmiş bir besin olup olmamasına dikkat kesilmek, hem teşbih san’atına aykırı bir durumdur hem de asıl mânadan uzaklaşmaktır. Zira kay’ ve süt arasında zaten bariz bir fark vardır. Yani sütün hazım noktasından sindirilmiş (otun sindirilmesinden meydana gelmiş) bir besin olması kay’a/kusmuğa nisbetle çok açık ve zahirdir.

Böyle teferruatla uğraşmak yerine, temsilin işaret ettiği inceliğe dikkat kesilmek, tefekkür açısından daha lüzumlu bir durumdur.

Meselâ, Allah Vahid ve Ehad olduğu halde, sayısız mahlûkatı aynı anda muazzam bir tedbir ve tasarruf ile karıştırmadan, şaşırmadan idare etmesini akıl ihata ile idrak edemez. Ama temsil, teşbih ve misaller ile bu müşkül mesele akla yaklaştırılıp kabul ettirilebilir ya da aklın hayret sancısı ve idrak hazımsızlığı giderilebilir.

Teşbih ve temsiller yerinde ve miktarında kullanıldığı zaman, mübalağa değil, ayn-ı hakikat oluyor. Bu edebiyat ilminde de cari bir usuldür. Risale-i Nurların diğer kaynaklardan en büyük farkı, temsil ve teşbihler ile en derin meseleleri akla yaklaştırması ve idrakini kolaylaştırmasıdır. Risale-i Nurların beliğ olması temsil metodunu kullanmasındandır.

Risale-i Nur'un dışındaki diğer İslamî eserler ve kaynaklar da Kur'an'ın malıdır, bizim iftihar tablomuzdur. Onları tenkid etmek ve kıymetsiz görmek çok yanlış olur. Kendi meslek ve meşrebimizi yüceltmek, başkalarını yermekten ve kıymetsiz görmekten geçmez. Risale-i Nurlar ortada yokken, İslam’ın sancağını onlar taşımış, dünyaya İslam’ın parlaklığını ilan etmişlerdir. Bu bir bayrak yarışı gibidir; birbirine rakip değil, dost ve kardeştirler.

"Allah'a binlerce şükürler olsun ki, yirmi sekiz senedir dini siyasete âlet ithamı altında, kader-i İlâhî, ihtiyarım haricinde, dini hiçbir şahsî şeye âlet etmemek için beşerin zâlimâne eliyle mahz-ı adalet olarak beni tokatlıyor, ikaz ediyor; 'Sakın' diyor, 'iman hakikatini kendi şahsına âlet yapma-tâ ki, imana muhtaç olanlar anlasınlar ki, yalnız hakikat konuşuyor. Nefsin evhamı, şeytanın desiseleri kalmasın, sussun.'"

"İşte, Nur Risalelerinin büyük denizlerin büyük dalgaları gibi gönüller üzerinde husule getirdiği heyecanın, kalblerde ve ruhlarda yaptığı tesirin sırrı budur, başka bir şey değildir. Risale-i Nur'un bahsettiği hakikatlerin aynını binlerce âlimler, yüz binlerce kitaplar daha belîğane neşrettikleri halde yine küfr-ü mutlakı durduramıyorlar. Küfr-ü mutlakla mücadelede bu kadar ağır şerait altında Risale-i Nur bir derece muvaffak oluyorsa, bunun sırrı işte budur. Said yoktur. Said'in kudret ve ehliyeti de yoktur. Konuşan yalnız hakikattir, hakikat-i imaniyedir."(1)

Üstad Hazretleri her vesile ile ifade ettiği gibi, burada da "Risale-i Nurların tesir ve kuvveti, Allah’ın bir inayet ve ikramıdır, benim şahsî ilmimin bir neticesi değildir" diyerek tahdis-i nimette bulunuyor. Yani Allah’a karşı temellük ve haksız sahiplenme davasında olmadığını beyan ediyor. Bu ihlaslı hal ve Risale-i Nurların hiçbir şeye alet edilmemesi, Risale-i Nurların tesirli olmasında ilk sıraya yerleşiyor.

Risale-i Nur'un diğer eserlerden en büyük farkı; bu zamanın manevî yaralarına harika tiryak olması, ihtiyaçlarına tam cevap vermesidir. Risale-i Nur, aynı zamanda Kur'an’ın manevî ve vehbî bir tefsiridir, ilim ve muhakeme ile değil, Allah’ın bu zamanda, zorda kalmış mü’minlere bir hediyesi ve lütuf eseri olarak yazdırılmıştır.

Risale-i Nur'un en büyük vasıflarından biri de insanlık içindeki bütün anlayış tabakalarına hitap etmesi ve onları tenvir edebilmesidir. Başka eserlerde bu hususiyet çok nadir olarak görünüyor.

Risale-i Nurlar avam - havas, cahil - âlim, köylü - şehirli, her kesime hitap eden bir eser olmasından, bazen bir cümlesi hatta bir kelimesi çok derin manaları ihtiva eden bir kitap hükmündedir. Bu yüzden, herkesin istifade ve anlayışı, kabiliyet ve idrak seviyesine göre oluyor. Öyle ki, en alt kademedeki avam insan da hissesiz kalmıyor. Ama batılı bir filozofun eserini ya da doğulu İbn-i Arabinin eserlerini anlamak için onların seviyesine çıkmak lazımdır ki, bu da mümkün değildir. Zira onların eserleri sadece havassa hitap ediyor. Risale-i Nur meyveli bir bahçe gibidir. O bahçede çok uzun dalların ucunda meyveler olduğu gibi, en alt kısmında boyu kısa olanlar için de meyveler vardır. Yani Nurlar kimseyi meyvesiz bırakmayan güzel bir bahçe hükmündedir, denebilir.

  • Bu ifadeler tevazu mu, hakikat mi?

Bu sözler tevazu değil, hakikattir. Ama sair İslamî eserlerde Risale-i Nur'da olan iki hususiyet olmadığı için, istifade umumî olamıyor.

Birisi, temsil ve teşbihle hakikatin avamın seviyesine indirilmesidir. O eserler ehl-i ilim açısından beliğ olabilir, ama bu zamanın avam insanları bu eserleri okumaya ne güç yetirebilirler, ne de zaman bulabilirler. Risale-i Nur temsil ve teşbih dürbünü ile ince ve derin hakikatleri avamın seviyesine indiriyor, yani Risale-i Nur o eserlerin bu zamandaki hazır bir sofrası gibidir.

Diğeri, bu asrın ihtiyaçları o kitaplarda dağınık bir şekilde bulunuyor. O hakikatleri toplayıp herkesin istifade edeceği bir kıvama ve seviyeye getirmek ve çok ciddi bir gayret ve tetkik ister. Halbuki bu zamanda o eserleri tetkik ve tahkik edecek insan binde bir çıkar. Hâlbuki Risale-i Nur derli ve toplu hale getirilmiş hazır bir tefsirdir. Bize sadece açıp okumak ve istifade etmek kalıyor...

(1) bk. Emirdağ Lâhikası-II, 69. Mektup: Konuşan Yalnız Hakikattır.

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Kategorileri:
Okunma sayısı : 3.863
Sayfayı Word veya Pdf indir
Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

Yorumlar

saidtr
Bir ağabeyimizin dediği gibi "geçmiş büyük zatların zevk ve keşf ettikleri bu hakikatleri delilli ve ilmi bir şekilde ortaya koymak üstada münhasır olmuştur". Allah razı olsun.
Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
Yükleniyor...