"Şu ilm-i muhit, o zata lazım olduğu gibi, taalluk cihetiyle her şeye dahi lazımdır." Devamıyla izah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
"Şu ilm-i muhît, o Zâta lazım olduğu gibi, taalluk cihetiyle her şeye dahi lazımdır. Yani, hiçbir şey Ondan gizlenmesi kabil değildir. Perdesiz, güneşe karşı zemin yüzündeki eşya, güneşi görmemesi kabil olmadığı gibi, o Alîm-i Zülcelâlin nur-u ilmine karşı eşyanın gizlenmesi, bin derece daha gayr-ı kabildir, muhaldir. Çünkü huzur var.
Yani, her şey daire-i nazarındadır ve mukàbildir ve daire-i şuhudundadır ve herşeye nüfuzu var. Şu camid Güneş, şu âciz insan, şu şuursuz röntgen şuaı gibi zînurlar, hâdis, nâkıs ve ârızî oldukları halde, onların nurları, mukàbilindeki herşeyi görüp nüfuz ederlerse, elbette vâcib ve muhît ve zâtî olan nur-u ilm-i ezelîden hiçbir şey gizlenemez ve haricinde kalamaz. Şu hakikate işaret eden, kâinatın had ve hesaba gelmez alâmetleri, âyetleri vardır."
Cenab-ı Hakk’ın bir ismi Alîm’dir.
Alîm; “Ezelî ilmiyle, büyük-küçük, mümkün-muhal, gizli-aşikâr her şeyi bilen.” “İlmi, yaratılmış ve yaratılmamış her şeyi birlikte ihata eden (kaplayan, içine alan).” demektir.
Her şey Allah’ın ezelî ilminde hazırdır. Allah’ın ilmi ise küllîdir, "her şeyi birlikte bilir"; mutlaktır, "hiçbir kayıt altına girmez" ve muhittir, "her şeyi içine alır, ihata eder."
Allah her şeyi her şeyi ile görür ve bilir. Onun bilmediği bir şey yoktur ve olamaz. Allah’ın ilmi sonsuz olduğu ve her şeyi kuşattığı için, ondan hiçbir şey gizlenemez. Şayet Allah’ın ilminin dışında bir şey olmuş olsa, o zaman -haşa- onun ilmi sonsuz olamaz. Allah gözle görülemeyecek kadar küçük mikropları görüp bildiği gibi, dev galaksileri de görüp bilir.
Röntgen cihazı, insanın kemiklerini ve içindeki organlarını görürken, Allah’ın yarattığı mahlukatını bilmemesi ve görmemesi mümkün mü?
Bu hakikat, Nur Külliyatında "güneş" misaliyle çok güzel açıklanır:
Güneş'in ziyası hangi sahaları kaplıyorsa, o sahadaki bütün varlıkları birlikte görür, hepsini beraber bilir ve her biriyle aynı anda beraber alakadardır. Burada sıraya koyma söz konusu değildir. Güneşi şuurlu farz etsek ve ziyasına ilim dersek, güneş bütün çiçekleri, ağaçları, yaprakları, otları, karıncaları, insanları ve daha nice varlıkları bir anda ve beraber bilir. Onun bilmesinde az-çok, büyük-küçük fark etmez.
Yine Nur Külliyatı'nda ilim konusunda enteresan bir ifade yer alır: "Fiilen bilmek". “Yaratan bilmez olur mu? O, Latîf ve Habîr’dir.” (Mülk, 67/14) ayet-i kerimesi, bu "fiilen bilme"yi ders veriyor.
Selimiye Camii’nin mimarî hususiyetlerini biz de biliriz, Mimar Sinan da. Ama onun bilmesi fiilîdir. O, Selimiye’nin minarelerini yapar, kubbesini çatarken, ilmiyle kudreti birlikte çalışmıştır. Bizim aynı şeyleri bilmemiz ise bundan çok farklıdır. Bizimkinde, yapılmış olanı sonradan öğrenme söz konusudur.
Her şeyi bilerek ve hikmetle yaratan Allah’ın, eşya hakkındaki ilmi "fiilî bir ilimdir", mahlukatın ilmine benzemez.
İnsan kendisine ihsan edilen o cüz’î ilmiyle Allah’ın Alîm ismini tanır. Her şeyin ilimle vücud bulduğunu, hikmetli ve manalı yaratıldığını anlar. Bir hayvan, kendi iç organlarından bile haberdar değilken, insanın bu kadar geniş bir sahada ilmiyle dolaşması, onun için büyük bir şereftir. Arzın halifesi olan insan, kendini okuduğu gibi, kendini okumaktan aciz mahlukları da okumakla vazifelidir.
Burada geçen "lazım" kelimesini şöyle anlamamız gerekiyor: Allah’a iman eden bir insanın onun ilim sıfatının da ezelî ve sonsuz olduğuna inanması gerekir.
Diğer taraftan, Allah’ın bir şeyi bilmesi ile ilim sıfatı o şeye taalluk etmiş olur. Mesela, Allah insanın göze ihtiyacını bilmiş ve onun yüzüne bir çift göz takmıştır.
"Taalluk" burada tecelli manasında kullanılmıştır. Kâinatta her şey bir taalluktur ve bunların ilimsiz yaratılması mümkün değildir. Bir arının yaratılması için sonsuz bir ilim, mutlak bir irade ve nihayetsiz bir kudret lazımdır.
Mesela, Güneş sisteminin kurulması ve tedvir edilmesi ancak sonsuz bir ilim ve nihayetsiz bir kudretler olabilir.
İnsan vücudunda bulunan aza ve cihazatın ilimsiz yapılması ve çalıştırılması mümkün değildir.
Mesela, bir elma şekli ile tadı ile yumuşaklığı ile besin değeri ile insanın ağzına, gözüne ve midesine göre tanzim ve terbiye edilmiştir. Bu da muhit bir ilme işaret ediyor. Allah insanın ihtiyacını biliyor ve elmayı ona göre yaratıyor.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar