"İlim" ve "İlm-i Ezelî" ile "İlm-i Beyan" ne demektir?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

İnsan, hiçbir şey bilmez bir şekilde dünyaya gelir. Fakat ruhunda muazzam bir bilgi kapasitesi vardır. Önce, etrafındaki eşyayı tek tek tanımaya çalışır. Zamanla cümleler kurar. Eğer sistemli bir çalışma yaparsa, pek çok ilimleri öğrenir. Fizik ötesi âlemin sırlarını çözer. Hattâ metafizik âleme açılır. Allah’a muhatap olur. Aklen eremediğine kalben ulaşır.

İslâmiyet, ilme büyük önem verir, Kur’ân’ın ilk emrinin “oku” olması düşündürücüdür. Resul-i Ekrem Efendimize (sav.) risalet vazifesi tevdi edilmeden evvel, insanlık zifiri bir karanlık içine gömülmüş ve derin bir bataklığa saplanmıştı. Her tarafta küfür, şirk, zulüm, yağma, fuhuş ve putperestlik hâkim idi. İnsanlar Yüce Allah’ın varlığına ve birliğine güneş gibi ayna olan harika eserleri okuyamadılar, onların ne mana ifade ettiklerini anlayamadılar, kendileri gibi mahlûk olan güneşe, ateşe, nehre, yıldıza, sığıra ve putlara taptılar. Çünkü onları hidayete erdirecek, yol gösterecek, eşsiz eserleri okutacak son kitap henüz nazil olmamış, o sonsuz nurun tebliğ edicisi olacak Fahr-i Âlem Efendimize nübüvvet vazifesi tevdi edilmemişti.

Bunun için Kur’an'ın ilk nazil olan ayeti "Oku!" ile başladı. Kur’an henüz nazil olmadığına göre, insan neyi okuyacaktı ve nasıl okuyacaktı? En son ve en mükemmel dinin tebliğ edicisi olacak en büyük zat ümmi idi, okuma yazma bilmiyordu. Onu bizzat terbiye eden, en üstün insan olarak yaratan Allah, en son kitabı gönderecek ve O’nu en mükemmel bir mürşit yapacaktı.

"Üstadı mutlak, Muktedâyı Küll, Rehberi Ekmel olan” Resul-i Ekrem Efendimiz (sav.) son resul olarak âlemlere rahmet olarak gönderilince bütün âlem nurlandı, kış bahara döndü. Cenab-ı Hakk’ın varlığına ve birliğine delil olan bütün enfusi ve afakî deliller, o büyük rehberin, o eşsiz kılavuzun ve o en büyük mürşidin sayesinde okundu ve anlaşıldı.

Bütün âlemleri en mükemmel bir şekilde okuyan Habib-i Kibriya Efendimiz (sav.) insanlara Ezel ve Ebed Sultanı olan Allah’ı anlattı, O’na iman etmeye ve yalnız O’na kul olmaya davet etti. Vahid ve Ehad olan Allah’ın emir ve yasaklarını tebliğ etti. İmanın esaslarını, ubudiyetin esrarını, yaratılışın sırrını ve hikmetin inceliklerini harika bir şekilde ders verdi. Yirmi üç sene gibi kısa bir zamanda yüz yirmi dört bin (bir rivayete göre 114 bin) yıldız insan yetiştirdi.

Kur’ân’ın bildirdiği gibi, “Allah’tan ancak âlim kulları korkar.” (Fatır, 28.) “Bilenlerle bilmeyenler bir değildir.” (Zümer, 9)

İnsanda, âdeta sonsuza açılan bir bilgi kapasitesi vardır. Bu kabiliyetini mükemmel değerlendiren az insan vardır. Gündelik işlerin telâşı, pek çok kişiyi ilim ve marifetten uzaklaştırmıştır.

Cenab-ı Hak, Peygamberimize (asm.) ilim noktasından şu dersi verir: “De ki: Ya Rabbi, ilmimi arttır.” (Taha, 114)

Bu ders, Peygamber Efendimizin şahsında bütün ümmete verilmiştir. Ümmet-i Muhammed, ilim ve teknik sahada terakki etmelidir. Hz. Musa (as) gibi büyük bir peygamber şöyle demiştir: “Cahillerden olmaktan Allah’a sığınırım.” (Bakara, 67)

Cehalet, bilginin zıddıdır. Bunlar, ışıkla karanlık gibidir. Birinin olmadığı yerde, muhakkak diğeri vardır. En büyük cehalet, kendini ve kâinat kitabını okuyamamaktır. Kâinat Allah’ın mücessem bir kitabı, yeryüzü bu kitabın bir sayfası, insan ise o sayfadaki bir noktadır. Fakat öyle bir nokta ki, bütün kâinat o noktada özetlenmiştir. İşte, kendini ve kâinat kitabını okumayan bir insan Allah’ı tanıyamaz. Kendisi bilgin de olsa, bu cihette cahildir.

Evet, okumanın ilk adımı kişinin kendisini okuması ve nefsini bilmesidir. Zira “Nefsini bilen Rabbini bilecekti.” “Nefsini bilen Rabbini bilir” demek, "Kendini bilen Rabbini bilir" demektir. Allah’ı bilmenin ilk adımı nefsini bilmek, kendini tanımaktır. Kendini bilmenin ilk basamağı ise, ubudiyetin esası olan; “acz, fakr ve naksını bilmektir.”

İnsanın her şeye muhtaç olması “fakrını”, kendisine lazım olan hiçbir şeyi yapmaya güç yetirememesi “aczini”, yorulması, unutması, ihtiyarlanması, yemeden, içmeden ve uyumadan hayatını devam ettirememesi de kusurlu olduğunu ifade eder. İnsan sonsuz acizliği ile Rabbinin kudretine, fakirliği ile gınasına, noksanlığı ile de O’nun kemaline ayna olmaktadır. Bunların farkında olmak kendini bilmek ve kendini okumaktır.

Bilgi noktasında, insanla hayvan arasında muazzam bir mesafe vardır. Her hayvan, doğuştan kendisine verilen kabiliyet doğrultusunda hareket eder. Fakat hiçbiri, sistemli bir bilgiye ulaşamaz. “Merak ilmin hocasıdır” denir. Hayvanlarda bu merak son derece sınırlıdır. İlgileri, belli şeyleredir.

İnsan ise, muazzam bir istidat ile dünyaya gönderilir. Duyularıyla şu görünen âleme açılır. Aklıyla bunları değerlendirir. Kalbiyle, gayb âlemine yönelir. Hayali göklerde cevelan eder. Hemen her şeyi merak eder, her şeye ilgi duyar. İlgisi nispetinde de bilgi sahibi olur.

  • İLM-İ EZELÎ

Allah’ın zatı gibi sıfatları da ezelîdir. Allah, ezelî ilmiyle olmuş ve olacak her şeyi birlikte bilir. Birini önce, diğerini sonra bilmesi söz konusu değildir.

Bizim zâtımız da sıfatlarımız da sonradan yaratılmıştır. Elbette biz O’nun ne zâtını, ne de sıfatlarını lâyıkıyla bilemeyiz, ezeliyetini ve zamandan münezzeh oluşunu hakkıyla kavrayamayız. Çünkü, biz zamanın ne olduğunu bile henüz anlamış değiliz.

Biz zamanla kayıtlıyız. Dünümüz var, yarınımız var. Bunlar, ömür denilen hayat süresinin safhalarıdır. Lâkin bu safhalar hep nispîdirler, yâni birbirine göre bu isimleri alırlar. Bu günümüze, yirmi-otuz saat kadar önce, yarın deniliyordu. Sabaha çıktığımızda ondan söz ederken, dün diyeceğiz. Geçmiş ve gelecek zaman da dün ve yarından farklı değildir.

İnsan, zamanla kayıtlı olduğu için, hâdiseleri ancak vuku bulduktan sonra bilebilir ve öğrenebilir. Bu sınırlı ilmiyle, zamandan münezzeh olmayı ve ezelî ilmi kavraması elbette mümkün olmaz.

  • İLM-İ BEYAN

Edebiyatın hakikat, teşbih, istiare, mecaz, kinaye gibi kısımlarını açıklayan ilimdir:

Bir terzi, elbiseyi farklı modellerde dikebildiği gibi, bir konuşmacı da aynı mânâyı çeşitli şekillerde anlatabilir. Mesela, “Aysel’in uykusu var” denilebileceği gibi, aynı mâna “Aysel’in gözünden uyku akıyor” şeklinde bir mecazla; veya, “Aysel, dün gece beşik sallamış” şeklinde bir kinayeyle de anlatılabilir.

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Kategorileri:
Okunma sayısı : 16.378
Sayfayı Word veya Pdf indir
Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yükleniyor...