"Teşhis edemediğim bir iki latife var ki, ihtiyar ve iradeyi dinlemezler, belki de mesuliyet altına da giremezler." Mesuliyeti izah edip, bu latifeler hakkında bilgi verir misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
Buradaki "mesuliyet", o latifelerin insan iradesinin hükmü ve tasarrufu altına girmemeleridir. Yoksa "mesul değillerdir" manasında kullanılmıyor. Şayet "mesul değil" manasına gelse, o zaman günah işlemekte bir beis olmazdı. Ya da günah işlemek, yemek yemek gibi sıradan mübah bir iş olurdu.
İnsandaki bu duygular, insanı günah işlemeye müsait bir varlık hâline dönüştürüyor; onların faaliyetlerine engel olunamaz. Şayet bu duygular olmasa idi, insan melek gibi bir varlık olur, terakki ve tedenni kabiliyetini kaybederdi. Hâlbuki murad-ı ilahi insanın günah işlemeye müsait bir varlık olarak yaratmasıdır. Ta ki, gerek nefsin istekleri gerek şeytanın vesveseleri gerek o laifelerin kalbe ilka ettiği manalarla insan bir imtihana tabi tutulsun ve bu imtihan sonunda insan nevi, cennet ve cehennemi meyve verebilsin.
Üstad'ımızın mahiyetini ve ismini teşhis edemediği, ama varlığını bildiği bu bir iki latife insanın iradesini, aklını ve kalbini dinlememektedir. İradeyi dinlemeyen bir latifeden meydana gelecek yanlışlıklardan elbette mesuliyet olmaz.
Mesuliyetimizin olmadığı bir hâlden dolayı, şeytan bizi ümitsizliğe düşürüp, ayağımızı kaydırmaya çalışıyor. İşte Üstad Hazretleri de şeytanın bu oyununu bozup, ehl-i imanın yolunu aydınlatıyor. Burada söz konusu olan şey, insanın iradesiyle işlediği günahlar değil, kalbine irade dışı gelen çirkin ve galiz sözlerdir. İnsan iradesi dışında muhatap olduğu bu vesveselerden mesul değildir. Hâlbuki çok insanlar bu vesvesenin kendi kalbinden çıktığı zannına düşerek evhama kaplıyor. Vesvese ise şeytandan gelen bir hâldir, insanın fıtratındaki bazı latifeler de onu dinlediği için, insan şeytanın hilesini kendinden telakki ederek şüphe ve evhama düşüyor.
Üstad'ın teşhis edemediği bu iki latife insanı günaha sevk eden latifelerdir. Yoksa insanın iradesini tamamı ile yok eden ve tesirsiz bırakan bir latife değildir. Tesirsiz bıraksa, o zaman insanın mesul olmaması iktiza ederdi.
Son olarak; bir şeyin varlığını bilmek ayrı, mahiyetini bilmek ayrıdır. Çok şeyler var ki varlığı bilindiği hâlde mahiyeti bilinmez. Mesela; akıl, ruh gibi hissiyatların varlığı katidir; ama mahiyeti meçhuldür. Üstad'ın burada bahsettiği latifenin varlığı hissedilmiş; ama mahiyeti tespit edilememiştir. Üstad'ın teşhis edemediği bir latifeyi, başkaların teşhis etmesi kolay olmasa gerek.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar
"Teşhis edemediğim bir iki latife var ki, ihtiyar ve iradeyi dinlemezler, belki de mesuliyet altına da giremezler." Bunların ALLAH'ın demekki her insan da yarattığı latifelerdir hocam.Devamında ''bazen hükmediyorlar ''denilmiş.Yani bunlar şeytanın vesvesesi dışında olan bazen hükmeden latifelerdir.Ben böyle anladım.Hocam burda da şöyle demişssiniz:Burada söz konusu olan şey, insanın iradesiyle işlediği günahlar değil, kalbine irade dışı gelen çirkin ve galiz sözlerdir. İnsan iradesi dışında muhatap olduğu bu vesveselerden mesul değildir.... sorum şu :vesvese şeytan da ise .latifelerde insana özgü ise...yani bu ikisi farklı ise ...yukardaki açıklamanızda tam olarak ne demek istemişsiniz?Bu latifeler de d,diğer tür şeytan vesveseleri gibi ilim le mi yok oluyor mı ?yoksa inefsi emmare türü yaratılan duygular mı?yani imtihan süresince olacak şeyler m?ayrıca aklıma gelen:mesela zina yapma isteği,adam öldürme istegi vb.gibi bazen hükmeden durumlar bu latilere örnek olabilir mi?yoksa madem teşhis edilememiş çok da üstünde durmamak lazım ?şimdiden teşekkürler
İnsanı günaha sevk eden latife ve nefis insanı tamamen masum olma durumundan çıkarıyor. Bu anlamda insan mutlak bir şekilde masum kalamaz melek gibi olamaz. Latifelerin ve nefsin iradeyi dinlememesi bu anlamdadır.
Günah, insanın iradesi ile seçtiği ve işlediği bir kavramdır. Günah fıtri bir takım duygu ve hislerin zorlaması ile vuku bulsaydı o zaman iradeyi iptal ederdi. İrade iptal olunca, ceza kavramı da buna bağlı olarak iptal olur. Öyle ise günahları işlemeye bizi zorlayan bu gibi duygu ve hisler iradeyi iptal edecek bir kıvamda ve derecede değildirler. Bu gibi his ve hevesler sadece günah kavramının alt yapısı hükmündedirler. Yoksa insan iradesini, hatta imanın kemalini iptal edecek bir zorlama ve cebir söz konusu değildir. Madem bu gibi his ve heveslerin karşısında irade ve iman hazır bulunuyor, öyle ise insan bu günahların irtikabından mesul olur. Yani iki zıt şey, mütekabil bir şekilde insanın fıtratında çarpıştıktan, sonra bir taraf diğer tarafı mağlup ediyor. İşte bu mağlubiyet hali onu dinlemiyor şeklinde tasvir edilmiştir.
İnsanın fıtrat inşasında ve kurgusunda günah işlemek ile masumiyet bir arada cem olmuyor. Yani Allah insanın projesini çizerken, melekler gibi masum bir mizaçta çizmiyor, onların iradesini zorlayacak, hatta mağlup edecek günah mekanizmasını da o mizaca yerleştiriyor. Bu, insan mahiyetinin bir tarifi bir realitesidir. Yoksa insan bireysel olarak günahın karşısında bütünüyle naçar ve aciz değildir. Bir çarpışma ve mukavemet her iki tarafta da mevcuttur.
Özetlemek gerekirse; insanın mahiyeti proje olarak, günaha mutlak galip olmadığı gibi, mutlak teslim olma durumunda da değildir. Burada belirleyici rol insan iradesine bırakılmıştır; zayıf bir irade mağlup olurken, manen donatılmış kuvvetli bir irade ise galip gelecektir.