Üstadımızın müteşabih hadislerin tevillerinde zahiri bırakıp batınîliğe yol açtığını söyleyen dar akıllıların itirazlarına nasıl cevap verebiliriz? Mesela, eşeğe tren denilmesi gibi...

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

Batinîlik cereyanı, Kur’an ve sünnetin zahir ve muhkem hükümlerini incitmek ve inkâr etmek üzere kurulmuş batıl bir fırkadır. Hâlbuki ayet ve hadislerin zahir ve muhkem manasından başka, bir de batınî ve işarî manaları vardır. Bu husus hadiste şu şekilde beyan ediliyor:

“Her bir âyetin mânâ mertebeleri vardır; zâhirî (açık), bâtınî (açık ve görünür mânâsının içindeki, ehlinin anlayabileceği mânâ), haddi (kapsamı) ve muttala’ı (anlam çerçevesi) vardır. Bu dört mânâ tabakasından herbirinin de fürûatı (detayları), işaretleri, dalları ve ayrıntıları vardır.”(Ebû Yâ’lâ, el-Müsned 9:287; et-Taberânî, el-Mu’cemü’l-Evsat 1:236)

İşte hadisin tarif ettiği üzere ayet ve hadislerin zahirini ve muhkem kısmını incitmeden ve inkâr etmeden, işarî ve batınî yönlerini şerh ve tabir etmek, bütün İslam âlimlerinin ittifakla kabul ettiği bir usuldür. Hal böyle iken, manası kapalı olan müteşabih hadislerin hakiki mânalarını tevil ve tabir yolu ile izah ve şerh etmek, batınîlik değil, tefsir ilmi sınıfındandır. Bu hakikatleri ve usulleri bilmeyen ihatasız adamlar, tefsir ilmi ile Hurufîlik ilmini aynı kefeye koyuyorlar.

Hatta müteşabih ayet ve hadisleri zahiri üstüne vermekte ciddi imanî ve fikrî tehlikeler vardır. Mesela “Allah arşa istiva etti” ayetinde ki istiva ıstılahını zahiri üzere anlamak küfür olur. Zira istiva, yani oturmak mefhumu mekân ve zaman mefhumunu akla getiriyor; hâlbuki Allah zaman ve mekândan münezzehtir. Öyle ise istiva ıstılahından kast edilen mana Allah’ın mahlûkat üstündeki tasarruf ve hükümranlığıdır. Buna benzer yüzlerce ve binlerce ayet ve hadis vardır ki, bunların zahirleri değil, işaret ettikleri batınî ve işarî manalar muraddır. Tabiî manası açık ve zahir olmayan ayet ve hadislere işarî ve batînî mana vermek keyfî değil belli bir usul ve ilmî çerçeve içindedir. Üstad Hazretlerinin bu gibi hadislere getirmiş olduğu bütün izah ve tevillerin hepsi Ehl-i sünnet usulüne uygun ve mutabık tevil ve izahlardır.

Bilhassa âhir zaman, Deccal ve Mehdi gibi meselelere işaret eden hadisler, müteşabih olup manası kapalı olduğu için tevile muhtaç hadislerdir. Yoksa bu gibi hadisleri olduğu gibi kabul etmek, hurafeye kapı açmak ve Allah’ın adetlerine zıt hareket etmek olur ki, bundan en çok İslam düşmanları istifade ediyor. Cahil ve avam kısmının ayet ve hadisleri zahire hamletmesi mühim bir hurafe kaynağıdır.

Âyetlerin müteşabihatı olduğu gibi hadislerin de vardır. Çünkü âyetlerde anlatılan konular, hadis-i şeriflerde daha tafsilatlı olarak izah edilmiştir. Bundan dolayı Kur’ân âyetleri için geçerli olan bir şeyin hadisler için de geçerli olması gayet normaldir.

Meselâ, âhir zamanla alâkalı hadislerin bir kısmı müteşâbihattır. Yani mânâsı sarih olmayan bir kısım teşbih ve temsillerle anlatılan mecazî ifadelerden ibarettir. Derin ve geniş mânaları ihtiva etmektedirler. Onun için muhkemât (dinin kesin emirlerini ifade eden âyet ve hadisler) gibi tefsir edilmez ve mânâsı herkesce bilinmez. Ancak ilimde derinlik kazananlar tevillerini yapabilirler. Vukûundan sonra da tevilleri anlaşılır.

Sonra gaybla alâkalı hâdiselerin bir kısmı Peygamber Efendimize (asm) tafsilatıyla, bir kısmı da mücmel olarak bildirilmiş, o da (asm) kendi içtihadına göre en uygun tarzda tasvir etmiştir.

Diğer taraftan, Resulullah Efendimiz (asm) birçok hakikatleri de teşbihler ve temsillerle anlatmış, bunlar da zamanla avam tarafından hakikat telakki edilmiştir; "Dünya öküzle balığın üzerindedir." hadis-i şerifi gibi.

Bazı hadisler sadece Müslümanları alâkadar ettiği, bazıları hilâfet merkeziyle tahdit edildiği hâlde, âlimlerce bütün dünyaya şâmil olacak tarzda değerlendirilmiştir. Zikirhânelerin kapatılacağı ve ezan ve kametten Allah kelimesinin kaldırılacağını beyan eden,"Bir zaman gelecek, 'Allah Allah' diyen kalmayacak.'(Tirmizî, Fiten: 35; Hakim, Müstedrek, IV/494) rivâyetinde olduğu gibi.

İşte bu ve benzeri hususlar sebebiyledir ki, bu meselelerin içerisinden ancak ilimde derinlik kazanmış âlimler çıkabilir.

Evet, Resûlullah (asm) zaman olmuş teşbih ve temsillere başvurmuştur. Meselâ bir gün sohbet esnasında iken bir gürültü işitilmiş, ferman etmişlerdi:

"Bu gürültü, yetmiş seneden beri cehenneme yuvarlanan bir taşın, bu dakikada cehennemin dibine yetişip düşmesinin gürültüsüdür."

Beş altı dakika sonra birisi gelmiş,

"Yâ Resûlallah! Yetmiş yaşında bulunan filân münafık öldü, cehenneme gitti." (Müslim, Cennet: 31 (H. 2844); Müsned, II/27)

demiş, Resûlullah (asm)'ın beliğâne kelâmının tevilini göstermişti.

Ancak, müteşabih bir âyetin veya hadisin eğer tefsiri, te’vili ve tabiri yapılmamışsa o zaman yapılacak şey, o âyet veya hadîse itiraz etmek değil, teslim olmak, “Allah’ın muradı ne ise onu kabul ediyorum.” demektir.

Râsih(ilimde derinleşmiş) âlimler müteşabihleri tevil eder, bununla beraber teslimiyet gösterir ve "Amenna, Rabbimiz ne murad etmişse inandık" derler.

İbni Abbas (r.a) ve Mücahid`den bu görüş nakledilir. Mücahid: "Râsih âlimler, te’villerini bilir ve bununla beraber 'Amenna' derler." der.

Demek ki buradaki teslimiyet, müteşabih âyet veya hadisi, zâhir mânâsıyla almak ve İslâm'a zıt bir görüşe gitmek değildir. Tefsir, tevil ve tâbir edildiği hâlde, yine de Allah’ın muradını kabul etmek ve teslim olmaktır. Ya da tefsir, tevil ve tâbir olmasa bile kabul etmektir.

Nitekim bir âyette bu hakikat şöyle ifade edilir:

“Sana bu kitabı indiren O’dur. Bunun âyetlerinden bir kısmı muhkemdir ki, bu âyetler, kitabın anası (aslı) demektir. Diğer bir kısmı da müteşabih âyetlerdir. Kalblerinde kaypaklık olanlar, sırf fitne çıkarmak için, bir de kendi keyflerine göre te’vil yapmak için onun müteşabih olanlarının peşine düşerler. Hâlbuki onun te’vilini Allah’dan başka kimse bilmez. İlimde derinleşmiş (râsih) olanlar, “Biz buna inandık, hepsi Rabbimiz katındandır.” derler. (Bu inceliği)ancak akıl sahipleri düşünüp anlar.”(Al-i İmran Suresi 3/7)

Diğer taraftan, Allah Teâlâ insanları tevazua yöneltmek, kendi mutlak ilmi karşısında acizliklerini ve kulluklarını hatırlatmak, onları imtihan etmek, teslimiyet göstermeye yöneltmek istemektedir. Allah’ın ilminde, kitabında ya da hadislerde olan her şeyi âlimlerin bilmeleri de gerekmez, hem de mümkün değildir. İlim ehlinin bilemedikleri nice şeyler vardır. Bu gibi konularda da Allah’ın muradına teslimiyet, ubudiyetin esasıdır.

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Okunma sayısı : 4.582
Sayfayı Word veya Pdf indir
Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

BENZER SORULAR

Yükleniyor...