"Âdetâ birer gizli kutup gibi, mü'minlerin mânevî birer nokta-i istinadı olarak, bilinmedikleri ve görünmedikleri ve..." Nur talebeleri az çok biliniyor ve tanınıyor, ne dersiniz?
Değerli Kardeşimiz;
"Evet, bu asrın dehşetine karşı taklidî olan itikadın istinad kaleleri sarsılmış ve uzaklaşmış ve perdelenmiş olduğundan, her mü'min, tek başıyla dalâletin cemaatle hücumuna mukavemet ettirecek gayet kuvvetli bir iman-ı tahkikî lâzımdır ki dayanabilsin. Risale-i Nur, bu vazifeyi en dehşetli bir zamanda ve en lüzumlu ve nazik bir vakitte, herkesin anlayacağı bir tarzda, hakaik-i Kur'âniye ve imaniyenin en derin ve en gizlilerini gayet kuvvetli burhanlarla ispat ederek, o iman-ı tahkikîyi taşıyan hâlis ve sadık şakirtleri dahi, bulundukları kasaba, karye ve şehirlerde, hizmet-i imaniye itibarıyla âdetâ birer gizli kutup gibi, mü'minlerin mânevî birer nokta-i istinadı olarak, bilinmedikleri ve görünmedikleri ve görüşülmedikleri halde, kuvve-i mâneviye-i itikadları cesur birer zâbit gibi, kuvve-i mâneviyeyi ehl-i imanın kalblerine verip mü'minlere mânen mukavemet ve cesaret veriyorlar."(1)
Risale-i Nur talebelerinin bulunduğu köy, kasaba, şehir ve ülkeye iki türlü faydası vardır.
Birisi maddî ve ilmidir. Yani ehli iman "Şu dinsizlik fikrine mukavemet edecek ve onları susturacak Nurcular vardır" der, kendine bir istinad noktası ve sığınak yapar ve imanını muhafaza eder. Aklına bir şüphe ve vesvese gelse, "Bunun cevabını bu hocalar kat’i bir şekilde veriyorlarmış" diyerek, o şüpheye karşı koyar, ona manevî bir kuvvet olur.
İkinci faydası ise manevî ve kalbidir. Nasıl bir evliya, bir kutup bulunduğu beldenin manevî bir emniyeti ve bereketidir, öyle de bu zamanda Nur şakirtlerinin şahs-ı manevisi bulunduğu beldenin evliyaları ve kutupları hükmünde olduklarından, o beldenin manevî bir kalası, istinad noktası ve emniyeti hükmündeler.
Eskideki gibi evliya ve kutuplarda bulunan harika hâller ve kerametler, Nur şakirtlerinde görünmediğinden ve bilinmediğinden, sıradan avam insanlar gibi duruyorlar. Ama manevî perde açılsa, kimin makamının daha parlak ve yüksek olduğu anlaşılır. Bu yüzden, Nur şakirtleri kendileri bile hangi makam içinde olduklarını bilmedikleri için, avam mümin gibi görünüyorlar ve öyle anlaşılıyorlar.
Yaşanmış bir hâdisede bu mana şöyle tahakkuk etti, şöyle ki:
Bir zaman mahallede bir arkadaş kendi Risale-i Nurları okuyup anlayamayacak bir vaziyette iken, bir dinsiz ile münazaraya girişti. Onun karşısında aciz kalınca, aynen şunları söyledi: "Ben belki seni ikna edemem, ama Nur şakirtleri senin fikirlerine karşılık verir ve seni ikna eder, en azından seni susturur" dedi ve oradan medet alarak teslim olmadı.
Burada hem maddî hem manevî bir istimdat manası vardır. İşte, bir evliyanın, zorda kalan birine harika bir şekilde yardım etmesi gibi, aynen Nur talebeleri de bulunduğu beldenin insanlarına medet ve yardım etmesi de bu şekilde olur; yani fikrine ve kalbine kuvvet vererek onun kurtulmasına vesile olur demektir.
“Bilinmedikleri ve görünmedikleri ve görüşülmedikleri” ifadesi, Nur talebelerin hiç oldukları manasında değil, büyük bir kutup ve büyük bir veli gibi bilinmezler, görülmezler ve o nam ile görüşülmezler demektir. Yoksa Nur şakirtleri hakikatte bu asrın evliyaları ve manevî kutupları hükmündedirler.
Eski zamanda evliya ve kutuplar, keramet ve haşmetleri ile insanları büyülüyor, imana o şekilde hizmet ediyorlarmış. Şimdi onların yerine Nur şakirtleri sıradan, görünmez ve bilinmez elbisesi ile ama bir o kadar da Risale-i Nur'un vermiş olduğu manevî ve ilmi kuvvet ile kutup kuvvetinde topluma hizmet ediyorlar.
(1) bk. Şualar, Sekizinci Şua.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar