"Âlem-i Emir" ve "Âlem-i Halk" ne demektir?
Değerli Kardeşimiz;
Âlem-i Emir: Sâdece bir emr-i İlâhî ile işlerin hemen olduğu âlem. Yaradılışa ait kanunlar âlemi. Mahlûkatın idare merkezi. Arş.
Âlem-i Emir hakkında yapılan değişik sınıflandırmalardan biri de: Halk ve emir âlemi
Emrin iki mânâsı var: “İş” ve “kumanda.” Âlem-i emir denilince daha çok emrin ikinci mânâsı üzerinde durulur.
Âlem-i Halk: Mahlûkat âlemi.
Âlem-i emir denilince daha çok emrin ikinci manası üzerinde durulur. Emir âlemi de halk âlemi de mahlûktur. Şu var ki halk âlemi, emir âlemiyle idare ediliyor. Emir âlemi, zamana ve mekâna bağlı değil.
Bu kâinatın görülen ciheti halk âleminden, onun idaresiyle ilgili kanunlar manzumesi ise emir âleminden.
Görmediğimiz yerçekimi kanunu emir âleminden, toprak ise halk âlemindendir. Güneş halk âleminden, cazibesi ise emir âlemindendir. Bedenimiz halk âleminden, ruhumuz ise emir âlemindendir.
Bediüzzaman Hazretleri; "mevcut ruhun" da "makûl kanunların" da âlem-i emirden olduklarını beyan etmekle bu konudaki farklı düşüncelere açıklık getirir.
Üstad Hazretleri; “Kalb de bir arştır” demekle, arşın emir âlemine merkez olduğuna işaret eder. Bedenin idaresiyle ilgili emirler nasıl kalpten çıkıyorsa, bütün âlemler de arştan idare ediliyorlar.
Bir yere gitme istediği kalbimizden doğar. Akıl oraya nasıl gideceğimizi plânlamaya başlar ve ayaklar irademizin emrine uyarak istediğimiz yere doğru yol alırlar. İşte insandaki bu küçük misalin, hayalimizin alamayacağı kadar ulvîsi ve genişi, arş ile kâinat arasında vardır.
Bazı zâtlar emir âlemini, halk âleminde tasarruf eden melekler âlemi olarak tefsir etmişlerdir.
Hz. Mevlâna’dan bir hikmet dersi:
"Taraf ve cihet, halk âlemindedir. Emir ve sıfat âlemini cihetsiz bil."
“Ruha bir derece müşabih ve ikisi de âlem-i emirden ve iradeden geldiklerinden masdar itibariyle ruha bir derece muvafık, fakat yalnız vücud-u hissi olmayan nevilerde hükümran olan kavânine dikkat edilse ve o namuslara bakılsa görünür ki: Eğer o kanun-u emri, vücud-u harici giyse idi o nevilerin birer ruhu olurdu. Halbuki o kanun daima bakîdir. Daima müstemir, sabittir. Hiçbir tagayyürat ve inkılâbat, o kanunların vahdetine tesir etmez, bozmaz."
"Meselâ: Bir incir ağacı ölse, dağılsa; onun ruhu hükmünde olan kanun-u teşekkülâtı zerre gibi bir çekirdeğinde ölmiyerek baki kalır. İşte madem en âdi ve zaif emri kanunlar dahi böyle beka ile devam ile alâkadardır. Elbette ruh-u insani, değil yalnız bekâ ile, belki ebed-ülâbâd ile alâkadar olmak lâzım gelir. Çünkü ruh dahi Kur'anın nassıyla (...) ferman-ı celili ile âlem-i emirden gelmiş bir kanun-u zişuur ve bir namus-u zihayattır ki; kudret-i ezeliyye, ona vücud-u harici giydirmiş. Demek, nasıl ki, sıfat-ı irâdeden ve âlem-i emirden gelen şuursuz kavanin daima veya ağleben bâki kalıyor. Aynen onların bir nevi kardeşi ve onlar gibi sıfat-ı iradenin tecellisi ve âlem-i emirden gelen ruh, bekâya mazhar olmak daha ziyade kat'idir, layıktır. Çünkü zivücuttur, hakikat-ı hariciye sahibidir. Hem onlardan daha ulvidir. Çünkü zişuurdur. Hem onlardan daha daimidir, daha kıymettardır. Çünkü zihayattır."
"Maddiyattan olmayan, bilhassa mahiyetleri mütebayin olan birçoklukta tasarruf eden bir zatın, o çokluğun her birisiyle bizzat mübaşeret ve mualecesi lâzım değildir. Evet asker neferatı arasında bir kumandanın tasarrufatı, tanzimatı, ancak emir ve iradesiyle husule gelir. Eğer o kumandanlık vazifeleri ve işleri, neferata havale edilirse, her bir neferin bizzat mübaşeret ve hizmetiyle veya herbir neferin bir kumandan kesilmesiyle vücud bulacaktır. Binâenaleyh, Cenab-ı Hakk'ın mahlukatındaki tasarrufu, yalnız bir emir ve irade ile olur. Bizzat mübaşereti yoktur. Şemsin kâinatı tenvir ettiği gibi."
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü