"Arzın halifesi olduğunu fenleriyle, san’atlarıyla gösteren..." Allah indinde fen ve san’atın kıymeti, iman ve ibadetle mukayese edilemeyecek kadar zayıf ve kıymetsiz kalmıyor mu?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

Fen ve san’atlar insanın yeryüzüne halife olmasının bir delili olarak zikrediliyor. Yoksa halifelik sadece bu fenler ve san’atlar için verilmiş değil. Eğer öyle olsa, fenlerin inkişaf etmediği önceki asırlarda insanın yeryüzüne halife olmasını nasıl açıklayacağız?

Şu var ki, insanın hilafetinin temelinde ilim yatar. Hilafetle alâkalı ayet-i kerimede bunu açıkça görüyoruz:

“Hani Rabbin, meleklere 'Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım.' demişti. Melekler ‘Ya Rabbi, sen yeryüzünde fitne-fesat çıkaracak, kan dökecek birini mi yaratacaksın? halbuki biz sana hamdederek tesbih ediyor, takdis ediyoruz.’ dediler. Allah meleklere, ‘Ben sizin bilmediklerinizi bilirim’ dedi." (Bakara Suresi, 2/30)

Cenab-ı Hak, “arzda bir halife yaratacağım”, ona bazı selahiyetler vereceğim. O, mahlûkatım üzerinde bir takım tasarrufata sahip olacak ve benim emir ve kanunlarımı tatbike memur olacak. Bunu işiten melekler, bir taraftan ondaki şerefi takdir ettiler, diğer taraftan da “Acaba bu selahiyeti alan bu mükerrem halife, istidadını hüsn-ü istimal edebilecek mi? Yoksa bunu, kendi hesabına icraya kalkışarak yeryüzünü fesada mı verecek? diye endişelerini ifade ettiler.

İnsanın yaratılış gayesine bir mâna veremeyen meleklerin, bundaki İlâhî hikmeti öğrenmek istemeleri üzerine, meleklerle Hz. Âdem (as) bir imtihana tabi tutulurlar. Bu imtihanda, eşyanın isimlerini, gayelerini, yaratılış hikmetlerini bilme noktasında melekler aciz kalırlar. Hz. Âdem (as)’ın Cenab-ı Hakk’ın talim ettirmesi ile eşyanın isimlerini bilmesiyle meleklerden üstün bir mahiyete sahip olduğu anlaşılır. Hz. Âdem’i meleklere üstün kılan, ilimdir.

İnsanın Cenab-ı Hakk’ın yanındaki şerefi ve kıymeti o kadar büyüktür ki, bütün meleklerin ona hürmet mânasında secde etmesini emretmiştir. Bu emre itaat eden melekler büyük bir şeref kazanırken, gurur ve kibrinden dolayı bu emre karşı çıkan şeytan da ebediyyen Allah’ın rahmetinden kovulmuş ve lanetlenmiştir.

“Cenab-ı Hak insanı bütün esmasına câmi’ bir ayine ve bütün rahmetinin hazinelerinin müddeheratını tartacak, tanıyacak cihazata malik bir mu'cize-i kudret ve bütün esmasının cilvelerinin inceliklerini mizana çekecek aletleri havi bir halife-i arz suretinde halk etmiştir.” (Mektubat)

Asırlar sonra, bu ilim üstünlüğü çok ileri noktalara taşınmış ve bu gün akıl almaz buluşlara imza atılmıştır. Bütün bunlar insan mahiyetinin, insan istidadının en kısa ifadesiyle “aklın” mahsulü ve meyveleridir.

Üstad Hazretleri, Lemeat adlı eserinde “Madem ‘El-hakku ya’lu’ haktır, neden kâfir Müslime kuvvet hakka galiptir?”(1) sualine verdiği çok enteresan cevapların bir yerinde “Kuvvetin bir hakkı var bir sırr-ı hilkati var.”, bir başka yerinde ise “Hem dünyada hayatın hakkı şamil ve âmmdır”(umumîdir) buyurur.

Bu noktadan hareketle diyebiliriz ki, aklın da bir hakkı, bir sırr-ı hilkati vardır ve onun hakkı da “şamildir ve umumîdir”. Yani, nasıl ki hayatın hakkı olan “görmenin, işitmenin, rızkın verilmesinde” insanla hayvan, yılanla bülbül fark etmiyorsa, aklın hakkının verilmesinde de bu kaide caridir. Aklını yerinde kullanan kişiye, - mü’min olsun, kâfir olsun- o aklın hakkı verilecektir, nitekim veriliyor da.

Kâfir, aklını yerinde kullanarak Allah’ın bu âlemdeki birçok harika san’atlarını sergilemekle, yer altındaki madenlerden ışınlar âlemine kadar nice varlıklardaki hikmetleri ortaya koymakla, hücrelerden, atomlara, genlere kadar çok ince san’atları insan idrakine takdim etmekle ve böylece insanları hayrete, takdire ve şükre sevk etmekle mühim bir hizmet yapmış oluyor. Onun bu hizmetleri karşılıksız kalmayacak ve bu dünyada hizmetlerinin karşılığını görecektir. Ancak, iman etmediği takdirde bu hizmetleri onun cennete girmesine yetmeyecektir. Zira cennete girmenin şartı fen ve san’at değil, iman ve salih ameldir.

Sual geçen ifadelerin bir yönü de, kâinat kitabının okunması ve ondaki ince mânaların anlaşılıp ilan edilmesi hususunda Müslümanlar için bir teşvik ve bir ikaz olmasıdır. Yoksa kâfirin bu dünyada hayat sürmesinin tek şartı fenlere yaptığı hizmet değildir. Böyle olsaydı, geçmiş asırlardaki cahil kâfirlerin dünya nimetlerinden hiç faydalanmamaları gerekirdi.

Kendini okuyamamış, hakikati bulamamış, yaratılış gayesinden habersiz ve ulvi hasletlerden mahrum olan bir insanın makamı ne olursa olsun, onun Yüce Allah'ın yanında hiçbir kıymeti yoktur. İman, marifet, ubudiyet, tefekkür, zikir ve dua gibi ulvî hasletlerden mahrum olanlar mesleğinin zirvesine de çıksalar, fen ve teknik adına birçok eser de ortaya koysalar, yine de cehalet karanlığından kurtulamazlar. Onlar mesleklerinin faydasını sadece burada görürler.

İnsan, Cenab-ı Hakk’ın emirlerini hakkıyla yapar, yasaklarından kaçınır, bütün latifelerini imanın nuru ile nurlandırırsa, emin bir halife unvanına layık olur.

Nur Risalelerinde defalarca ifade edildiği gibi “İnsana cüz’î irade verilmiş ve imtihan sırrına binaen bu iradesini ölünceye kadar dilediği gibi kullanabilmesine imkân tanınmıştır.” İradesini küfür ve isyanda kullananlara da imtihan süresince müdahale edilmemektedir.

Son olarak şunu da ifade edelim ki, insanlara faydalı işler yapan bir kâfirle, beşeri yoldan çıkarmaya çalışan, zalim, sefih ve anarşist bir kâfirin cehennemde görecekleri azap aynı olmayacaktır.

(1) bk. Sözler, Lemeat.

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Kategorileri:
Okunma sayısı : 3.912
Sayfayı Word veya Pdf indir
Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yükleniyor...