"Bak kitab-ı kâinatın safha-i renginine, Hâme-i zerrîn-i kudret, gör, ne tasvir eylemiş..." Bu şiirin tamamını izah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
"Bak kitab-ı kâinatın safha-i renginine,
Hâme-i zerrîn-i kudret, gör, ne tasvir eylemiş."
Kâinat, kudretin altın kalemiyle yazılmış, sayfaları çeşit çeşit renkte bir kitap gibidir. Bu güzel kitaba ilim ve hikmet nazarıyla bakmalı ve “Bak” sözünü, Kur’ân’ın ilk emri olan “Oku” manasında düşünerek, bu güzel kitabı güzelce okumalıyız.
"Kalmamış bir nokta-i muzlim çeşm-i dil erbâbına,
Sanki âyâtın Hüdâ nur ile tahrir eylemiş."
Çeşm-i dil erbâbı, yani gönlü iman nuruyla parlayan ve her şeyi esma-i hüsnanın birer tecellisi olarak seyredenler için bu âlem Hüda’ın varlığını ve birliğini gösteren nuranî delillerle doludur.
"Bak, ne mu’ciz-i hikmet, iz’an-rübâ-yı kâinat,
Bak, ne âli bir temâşâdır feza-yı kâinat."
Kâinatın her tarafını kaplamış o cezbedici mucize eserleri bir düşün. Kâinat fezasını yüksek bir marifet ve muhabbetle temaşa et, seyret.
"Dinle de yıldızları, şu hutbe-i şirinine,
Nâme-i nurîn-i hikmet bak ne takrir eylemiş."
Sana sevimli ve güzel bir şekilde hitap eden yıldızları iyi dinle. Hikmetin bu nurlu mektubunun ne kadar mükemmel yazıldığını düşün.
"Hep beraber nutka gelmiş, hak lisanıyla derler:
Bir Kadîr-i Zülcelâlin haşmet-i sultanına,
Birer burhan-ı nurefşânız vücub-u Sânia; hem vahdete, hem kudrete şahitleriz biz."
Allah’ın saltanatının bütün semaya hükmettiğine, varlığının vacib, zatının bir ve kudretinin sonsuz olduğuna bütün yıldızlar hep beraber şahitlik ederler.
"Şu zeminin yüzünü yaldızlayan nazenin mu’cizâtı çün melek seyranına,
Bu semanın arza bakan, cennete dikkat eden, binler müdakkik gözleriz biz."
Yıldızlarda ibadet görevlerini yapan melekler, o yıldızların tesbihlerini temsil ederler. O yüksek menzillerinden hem yeryüzünü seyreder hem de cennete nazar ederler. (Dünyanın ahirete tarla olması yönüyle de yıldızlar sanki dünyayı temaşa ederken onun cennet meyveleri olan müminlere de rahmet ve şefkat nazarıyla bakarlar.)
"Tuba-yı hilkatten semavat şıkkına, hep kehkeşan ağsânına,
Bir Cemîl-i Zülcelâlin dest-i hikmetiyle takılmış binler güzel meyveleriz biz."
Kâinat, cennetteki Tuba ağacına benzetiliyor. Bu ağacın bir bölümü semavat, onun da bir dalı Samanyoludur. Ve yıldızlar bu ağacın hem güzel hem de hikmetli meyveleridir. Bu hikmet devam eden mısralarda şöyle ifade ediliyor:
"Şu semavat ehline birer mescid-i seyyar, birer hane-i devvar, birer ulvi âşiyâne,
Birer misbah-ı nevvar, birer gemi-i Cebbar, birer tayyareyiz biz."
Bizler sema ülkesinin ehli olan meleklere birer seyyar mescid, birer devreden (dönen) hane, birer yüksek ve mükemmel yuva, birer nurlu kandil ve Cebbar olan Allah’ın kudret ve hakimiyetiyle hareket eden birer gemi ve tayyareyiz.
"Bir Kadîr-i Zülkemâlin, bir Hakîm-i Zülcelâlin birer mu’cize-i kudret, birer harika-i san’at-ı Hâlıkane,
Birer nadire-i hikmet, birer dâhiye-i hilkat, birer nur âlemiyiz biz."
Sonsuz kemalde bir kudrete sahip ve her şeyi hikmetle yaratan izzet ve azamet sahibi Allah’ın birer kudret mucizesi, birer harika sanatı, birer yaratılış harikası ve her birimiz ayrı bir nur âlemiyiz.
"Böyle yüz bin dille yüz bin burhan gösteririz, işittiririz insan olan insana.
Kör olası dinsiz gözü görmez oldu yüzümüzü. Hem işitmez sözümüzü. Hak söyleyen ayetleriz biz.
Sikkemiz bir, turramız bir, Rabbimize musahharız, müsebbihiz abîdâne
Zikrederiz, Kehkeşanın halka-i kübrâsına mensup birer meczuplarız biz." (Sözler, Otuz İkinci Söz, Birinci Mevkıfın Küçük Bir Zeyli.)
Sikkemiz bir, hepimiz aynı kâinat tezgahında dokunmuşuz. Turramız bir, hepimiz Rabbimizin eseriyiz, onun esmasına ayinedarlık ederiz. Onun emirlerine tam itaat halindeyiz. Vazifemizi aksatmadan yapmakla onu zikrederiz. Cezbeli zikrimizi Samanyolu halkasında yaparız.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü