Bediüzzaman Hazretleri ile Ayetullah Humeyni arasında metot benzerliği var mı? Bazıları "Şarkta bir nur zuhur edecek." ifadesiyle İran devrimini işaret etti diyorlar!..
Değerli Kardeşimiz;
Üstad ile Humeyni'yi mukayese etmek, ortak noktaları ve metot benzerliği vardır demek, Üstad'ı veya Humeyni'yi hiç bilmemek demektir. Çünkü ikisi arasında taban tabana bir zıddiyet vardır. Üstadımızın takip ettiği metodun ne olduğunu anlamak için vefatından evvel talebelerine yazdığı en son mektubunu yazımızın sonuna ekledik. Bu Lahika mektubundaki düsturları hayatında titizlitkle tatbik eden Bediüzzamanı, tam aksi bir yol izleyen Humeyni ile mukayese etmek, tarihi gerçeklerden ya bihaber olmaktır veya bu gerçekleri doğru okuyamamak demektir.
Üstadımız, Risale-i Nur'lar yazılmadan evvel böyle bir nuru intizar ettiklerini, ancak daha sonra o nurun Risale-i Nurlar olduğunu birçok eserinde mükerreren ifade etmektedir. Bir numunesini aşağıya alıyoruz:
"Çok zaman evvel bir ehl-i velâyetten işittim ki: O zat, eski velîlerin gaybî işaretlerinden istihraç etmiş ve kanaati gelmiş ki, 'Şark tarafından bir nur zuhur edecek, bid'alar zulümâtını dağıtacak.' Ben böyle bir nurun zuhuruna çok intizar ettim ve ediyorum. Fakat çiçekler baharda gelir. Öyle kudsî çiçeklere zemin hazır etmek lâzım gelir. Ve anladık ki, bu hizmetimizle o nuranî zatlara zemin ihzar ediyoruz." (1)
"Birden bir ihtar-ı gaybîyle kat'î kanaat verecek bir surette kalbime geldi. Denildi ki:
"Ciddî bir alâkayla senin eskiden beri tekrar ettiğin 'Bir ışık var, bir nur göreceğiz' diye müjdelerin tevili ve tefsiri ve tabiri, sizin hakkınızda belki İmân cihetiyle, âlem-i İslam hakkında dahi en ehemmiyetlisi Risale-i Nur'dur. Bu ışıktır, seni şiddetle alâkadar etmişti." (2)
Humeyni'nin Şark taraflarından zuhur edecek bir nur olduğunu zannetmek büyük bir hatadır. Zira Humeyni Şia itikadına sahip bir dini liderdi. Bu noktadan, O zatın bahsedilen kişinin ve nurun olması baştan yanlıştır. Zira Ruhullah Musavi Humeyni (22 Eylül 1902, Humeyn - 3 Haziran 1989, Tahran), İranlı siyasetçi ve Şii din adamı. Ayetullah Humeyni olarak da anılır. İran İslam Devrimi'nin siyasi ve ruhani lideriydi. Muhammed Rıza Pehlevi rejimine son verip İslam Cumhuriyeti'ni kurdu ve devrimden sonraki tüm dinî ve siyasi yetkileri elinde tuttu.
Sadece bunlara bakıldığında bile, O’nun siyasetçi, siyaset sahasında mücadeleci, devrimci ve kendisine Ayetullah makamını uygun gören bir şahsiyetti.
Ayetullah: Allah'ın ayeti, işareti, alâmeti. Şiî mezhebinde Âyetullah, müctehid manasında kullanılmaktadır. Mutlak olarak hâkim ve reistir, hüküm vermekte, halka hükmetmekte imamın selâhiyetine sahiptir. Onun hükmünü kabul etmemek imamın hükmünü kabul etmemektir. Oysa bu unvan ehl-i sünnette sadece Kur'an ve diğer semavi kitaplara verilmiştir.
Üstad Bediüzzaman ise, ehl-i sünnet âlimlerinden olup ömrü boyunca kendisine yapılan zulümleri milletin istirahati için göğüsleyen, isyan etmeden ve talebelerine de kesinlikle isyanı yasaklayan bir şahsiyetti. Kendisini iman ve Kur'anın bir hizmetkârı olarak görmüş ömrünü de böyle geçirmiştir. Talebelerine yazdığı ve müspet hareketi tavsiye eden son mektubunu aşağıya alıyoruz.
"BEDİÜZZAMANIN, TALEBELERİNE SON MEKTUBU:"
" Umum Nur talebelerine Üstad Bediüzzaman’ın vefatından önce vermiş olduğu en son derstir
"Aziz kardeşlerim,
"Bizim vazifemiz müsbet hareket etmektir. Menfî hareket değildir. Rıza-yı İlâhîye göre sırf hizmet-i imaniyeyi yapmaktır, vazife-i İlâhiyeye karışmamaktır. Bizler âsâyişi muhafazayı netice veren müsbet İmân hizmeti içinde herbir sıkıntıya karşı sabırla, şükürle mükellefiz."
"Meselâ, kendimi misal alarak derim: Ben eskiden beri tahakküme ve terzile karşı boyun eğmemişim. Hayatımda tahakkümü kaldırmadığım, birçok hadiselerle sabit olmuş. Meselâ, Rusya'da kumandana ayağa kalkmamak, Divan-ı Harb-i Örfîde idam tehdidine karşı mahkemedeki paşaların suallerine beş para ehemmiyet vermediğim gibi, dört kumandanlara karşı bu tavrım, tahakkümlere boyun eğmediğimi gösteriyor. Fakat bu otuz senedir müsbet hareket etmek, menfî hareket etmemek ve vazife-i İlâhiyeye karışmamak hakikati için, bana karşı yapılan muamelelere sabırla, rıza ile mukabele ettim. Cercis Aleyhisselâm gibi ve Bedir, Uhud muharebelerinde çok cefa çekenler gibi, sabır ve rıza ile karşıladım."
"Evet, meselâ seksen bir hatâsını mahkemede ispat ettiğim bir müdde-i umumînin yanlış iddiaları ile aleyhimizdeki kararına karşı, beddua dahi etmedim. Çünkü asıl mesele bu zamanın cihad-ı mânevîsidir. Mânevî tahribatına karşı sed çekmektir. Bununla dahilî âsâyişe bütün kuvvetimizle yardım etmektir."
"Evet, mesleğimizde kuvvet var. Fakat bu kuvvet, âsâyişi muhafaza etmek içindir. düsturu ile -ki 'Bir câni yüzünden onun kardeşi, hanedanı, çoluk-çocuğu mesul olamaz.'- işte bunun içindir ki, bütün hayatımda bütün kuvvetimle âsâyişi muhafazaya çalışmışım. Bu kuvvet dahile karşı değil, ancak hâricî tecavüze karşı istimal edilebilir. Mezkûr âyetin düsturuyla vazifemiz, dahildeki âsâyişe bütün kuvvetimizle yardım etmektir. Onun içindir ki, âlem-i İslâmda âsâyişi ihlâl edici dahilî muharebat ancak binde bir olmuştur. O da aradaki bir içtihad farkından ileri gelmiştir. Ve cihad-ı mâneviyenin en büyük şartı da vazife-i İlâhiyeye karışmamaktır ki, 'Bizim vazifemiz hizmettir; netice Cenab-ı Hakka âittir. Biz vazifemizi yapmakla mecbur ve mükellefiz.' "
"Ben de Celâleddin Harzemşah gibi, 'Benim vazifem hizmet-i imaniyedir; muvaffak etmek veya etmemek Cenab-ı Hakk'ın vazifesidir.' deyip ihlâs ile hareket etmeyi Kur'ân'dan ders almışım." ... (3)
Dipnotlar:
(1) bk. Mektubat, Yirmi Sekizinci Mektup.
(2) bk. Kastamonu Lahikası, (19. Mektup)
(3) bk. Emirdağ Lahikası-II, (151. Mektup)
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü