Bediüzzaman Said Nursi ile Seyyid Kutup'un vizyon ve misyon farkı nedir? Dâhili ve harici cihada değinerek konuyu açar mısınız?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

Bu mevzu bir kitap yazılacak kadar mühim ve fikri bir meseledir. Ancak meseleyi kısaca şöyle hülasa edebiliriz. İslam'ın cihat anlayışı ana hatlarıyla şöyledir:

1. Dâhili cihat,

2. Harici cihat.

Her iki halde de İslam'ın birinci derecede mücadele ve mücahede anlayışı tebliğledir. Gerek harici düşmanlar ve gerekse de dâhili hasımlara karşı birinci maksat, onların ebedî hayatını ve imanını kurtarmaktır. Yani öldürmek değil, yaşatmaktır. Gaye yaşatmak olunca, her iki hasma karşı da tebliğ metoduyla muhatabı dünyada ve ukbada kurtararak, huzur ve saadete kavuşturmaktır.

Bu ilk metod netice vermezse, harici düşmanlara karşı maddî mücadele ve cihat devreye girer. Bu da iki şekilde olur.

a. Tecavüz edenlerin tecavüzlerini durdurmak, zulüm edenlerin zulümlerine mani olmak için yapılan cihat ve mücadeledir. Bu cihatta ölen şehadet mertebesine ulaşır, hayat kalanlar da gazilik gibi büyük bir rütbe ile anılır. Muhatap için ise maalesef cehenneme sevkiyattır.

b. Düşman tecavüz etmese bile, Müslüman devlet istihbaratla düşmanın saldırmak için plan ve hazırlık yaptığın öğrenirse, beklemeden müdahele eder, maddeten cihat etmiş olur. Neticeleri birinci maddedeki taksimat gibidir. Yoksa Müslümanların hasma karşı metodu ve yolu müdafaadır.

Ayrıca bir de zulmü ve fitneyi durdurmak için, yine Müslümanlara vazife terettüp eder. Bu da harici mücadele içindedir. Yani hariçteki insanlar kendi idarecileri tarafından zulme maruz kalıyor ise, bu zulmü bertaraf etmek için Müslüman devletler gücü ve kuvveti yerinde ise, hiçbir yere müracaat etmeden bu zulmü bertaraf edebilirler.

Fitne için de aynı kaide geçerlidir. Ancak fitnede Müslümanlar da hasım ve düşman olabilirler. Çünkü fitne ve zulüm insanlık suçudur. Fırsat ele geçtiğinde müdahale yapılır. Bu sebeple Cenab-ı Hak küfrü devam ettirir, ona mühlet verir, ama zulme müsaade etmez ve mühlet vermez.

Yine de bütün bu ifade edilen harici mücadele ile ilgili tüm meseleler devleti ilgilendiren ve devletin kararıyla olması icap eden meselelerdir.

İkinci kısım cihat dâhili mücadeledir.

Dâhil ve hariç arasında dağlar kadar fark vardır. Yukarıda zikredilen konular dâhili meseleler, zulümler, fitneler vs. gibi yanlışlara karşı yapılmaz. Çünkü fitneye, kargaşaya, anarşiye zemin hazırlanmış ve çanak tutulmuş olur. Dâhildeki bu gibi yanlışlara sadece ve sadece kolluk kuvvetleri ve devlet müdahele eder. Vatandaşlar kendi başlarına kesinlikle hareket edemezler. Vatandaşın görevi devletine tebliğ ile ilimle, şefkat ve merhametle yardımcı olmaktır.

Devlete terettüp eden bu gibi meseleler devlet tarafından ihmal edilirse; vatandaşlar devletine isyan edemezler. Çünkü mesuliyet devletindir. Zekâtını vermeyen zenginin hesabını fakirler ve vatandaşlar göremez, hiç kimsenin böyle bir vazifesi yoktur. Bu meseleler idareyi ilgilendirir.

Ancak devleti ve hükümeti kifayetsiz görenler; kendilerinde bir kabiliyet ve güç görüyorlarsa, oyunları kaidelerine göre oynamak kaydıyla parti kurarlar ve iktidara gelirler. Zinhar isyan edemezler.

Peygamber Efendimiz (asm) bu iki cihat arasındaki farkı çok güzel izah etmiştir. Hadiste buyurulur ki; hükümdarın zalimi fitne ve anarşiden hayırlıdır.

“Başınızda habeşi siyah bir köle dahi olsa, itaatten elinizi gevşetmeyiniz.” (Buhârî, Ahkâm, 4)

Bugün İslam âleminin hali bu hadis-i şerifin hakikati teyit etmektedir.

Dâhil ve hariç mücahede arasındaki farkı şu misalle de anlatabiliriz:

Bir grup insan bir ormana gezmeye gitse, onlara bir ayı musallat olsa, önce kendilerini müdafaa ederler. Eğer hayvan kendilerine saldırırsa, onu vurup öldürülebilir. Ancak bu vahşi hayvanın mikroskopta görülebilecek kadar küçük bir versiyonu dâhile girse, yani vücudumuza girse, önce inmün sistem kuvvetlendirilir. Sonra o mikropla mücadele için hastanede belki haftalarca tedaviye ihtiyaç olur. Vahşi ayıyı öldüren silahla dâhildeki mikrobu öldürmeye kalkarsak, mikroba zarar veremediğimiz gibi vücudu telef ederiz.

İşte bu misal gibi harici düşmanlara karşı yapılan mücadele şekli ve tarzı ile dâhili düşmana karşı yapılacak mücadele ve mücahede tarzı çok farklıdır. Zaman açısından da sabrı gerektiren bir meseledir.

İslam tarihinde maddî mücadele ekseriyetle harici düşmanlara karşı yapılmıştır. Dâhilde öyle bir mücadelenin misali yoktur. Zira İslam'da cihadın esasları mantığı yukarıdaki izah veçhesi iledir.

Mesela, Mekke-i Mükerreme'de o kadar işkence, zulüm, tecrit, baskı ve acımasız boykotlara rağmen kan dökülmemiştir. Yani Peygamber Efendimiz (asm) sahabelere müşriklerin evlerini basmalarını ve boyunlarını vurmalarını emretmemiştir. Öyle bir vakayı da bilmiyoruz. Çünkü düşman ve fitne dâhildedir. Mekke'de bir muharebe, nice mazlumun ve masumun ölümüne sebebiyet verirdi. Hicretten sonra düşman hariçte kalmış oldu. Hariçten gelen düşmanın zulmünü defetmek için sahabe-i kiram müdafaa tarzında ilk olarak Bedir harbi yapmıştır.

Bu mesele dâhil ve hariç cihat arasındaki farkı çok güzel göstermektedir. Muazzez Üstadımızın müspet hareket mantığı çerçevesinde tebliğ hizmeti; harice karşı birinci deva ve ilaç olarak onların imanlarını kurtarma adına ilk merhale yaşatma duygusudur. Eğer onlar tecavüz ederlerse, o zaman devletin müdahelesi ile vatandaşlar cepheye gider, maddî cihatı deruhte ederler. Üstad Hazretleri Risale-i Nurları telif ederek iman hizmetine kuvvet verdiği gibi, I. Cihan harbinde mütecavizlere karşı devletin emrinde silahlanarak cihat vazifesini de gönüllü alay kumandanı olarak ifa etmiştir.

Seyyid Kutub gibi zevatın, Üstadımızın cihat ruhu ile ilgili farklılıkları dâhildeki cihat anlayışı ile ilgilidir. Burada Üstadımızın cihat anlayışı, aynı zamanda Kur'anın ve İslam'ın cihat anlayışıdır.

Siyasal İslam adı altında, şartlar ve imkânlar tekevvül etmeden demokratik yollara başvurmadan ihtilal ve isyan harekâtına girişip, ülkede mevcut hükümet ve otoriteye karşı bayrak açmak İslam'ın dâhili cihat anlayışına terstir. Zaten neticeleri de meydandadır.

Muazzez Üstadımız İslam'ın dâhildeki cihat anlayışını müspet hareket adı altında ve tebliğ metoduyla hayatı boyunca ifa ederek, elhamdülillah ülkemizde çok hayırlı hizmetlere vesile olmuştur.

Cumhuriyetin ceberut döneminde, İslam âleminden daha dehşetli operasyon ve proje ülkemize uygulandığı halde, Üstadımız maddî mücadeleye girmemiş, müspet hareket ederek etrafı çevirmiş ve bugünkü nimetlere mazhar olmamıza zemin hazırlamıştır.

Ezanların, Kur'anın, mescitlerin, Allah demenin yasak olduğu dönemlerde dahi, harici devletlerin oyunlarına gelmemek için bütün tazyikata karşı müspet hareket ederek isyana prim vermemiştir. "Yanlışlıkları kabul etmemek ayrı, isyan etmek bütün bütün ayrı" buyurmuştur. Bunu da korktuğundan ve acziyetinden dolayı değil, dinin ve Kur'anın hakikatinden dolayı ortaya koymuştur. Hatta davasının kutsiyetini muhafaza etmek için siyasete dahi girmemiş, sadece ve sadece Allah rızası için iman hizmeti yapmıştır. Siyasilere ve devlet adamlarına hayatı boyunca doğru yolu göstermekten geri kalmamıştır.

Demek ki işin sırlı ve esas noktası dâhildeki mücahedenin hariçteki cihatla karıştırılıp vahim hatalar yapılmasıdır.

Bu manada isyan edip mücadele etmek isteyenler, maalesef ülkelerini ya Rusya’ya veya emperyalistlere kaptırmışlardır.

Türkiye ecdadından aldığı misyon ve vizyonla ve İslam'ın hakikatini idrak etmesiyle asırlardan beri dâhilde böyle bir kargaşaya ve isyana girmemiştir. İdarecileri hatalar ve yanlışlar da yapsalar; millet "bizden çıkmış, bizim adamımızdır" mantığı ile müspet hareket etmiş, uzun soluklu muamelelerle idarecileri düzeltmeye çalışmıştır. Vazifesini yapmış vazife-i ilahiyeye karışmamıştır.

Kendi idarecilerini düzeltmek için harici düşmanlara ve emperyalist güçlere müracaat etmemiş, onlardan yardım dilenmemiştir. Metanetini, soğukkanlılığını ve izzetini koruyarak, kendi adamlarını ve idarecilerini kendisi müspet hareketle düzeltmeye çalışmıştır.

Fakat Seyyid Kutup gibi düşünenler; bu konularda zafiyet ve acziyet gösterip, dış mihraklara müracaat etmişler ve onların uzantıları ile beraber olmuşlar, maalesef yağmurdan kaçıp doluya tutulmuşlardır.

Netice olarak, hasım nasıl olursa olsun, onu önce fikren ve manen kurtarmak esastır. Hatta düşmanla karşılaşıldığında ona barış ve anlaşma teklifi sunmak dinin icabıdır. Tecavüz ederse, haddi aşmamak kaydı ile yine de tebliği sıcak tutarak, tecavüzü cihat ruhuyla durdurmak esastır.

Dâhilde ise; sadece ve sadece müspet hareket ve nasihat ve tebliğ ile işi düzeltmek yegâne gayedir. Zira dâhilde, harici tarzdaki mücadele ülkeyi ve insanları helake götürür, istiklal ve istikbalimiz tehlikeye düşer.

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Okunma sayısı : 2.728
Sayfayı Word veya Pdf indir
Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yükleniyor...