"Din onların içinde üç yüz sene muharebe-i dahiliyeyi intac etmiş." Avrupa'da üç yüz yıl süren iç savaş hangisidir?
- Yirmi Altıncı Mektup'un Üçüncü Mebhası'nın Beşinci Meselesi'nin Salisen kısmında şu ifadeler yer almaktadır:
''Hem din onların içinde üç yüz sene muharebe-i dâhiliyeyi intaç etmiş. Müstebit zalimlerin elinde avamı, fukarayı ve ehl-i fikri ezmeye vasıta olduğundan, onların umunda muvakkaten dine karşı bir küsmek hâsıl olmuştu.''
- Burayı okuduğumda aklıma Otuz Yıl Savaşları geldi, üç yüz yıl sürecek iç savaş hangisidir bilemiyorum, acaba resmiyette devam eden değil de Avrupa'da uzun istibdat dönemleri de ve umum ihtilalat da dahil edilip Katolik zulmü ve Orta Çağ için ''muharebe-i dahiliye'' ifadesi kullanılmış olabilir mi?
- Yoksa bu savaş hangi savaştır?
Değerli Kardeşimiz;
Hak dinler ve peygamberler insanları adaletle idare etmek, ibadetle manevi terakkilerini sağlamak ve ahlaki prensiplerle de insaniyete layık bir hayat sürmeleri için gönderilmişlerdir. Ancak insanlar imtihana tabi olmak için nefsani özelliklerle de donatılmışlardır. Her daim semavi hakikatlere, insanların nefsani duyguları razı olmayıp isyan etmişlerdir. Hatta bu isyanlarını kuvvetlendirmek için peygamberlerini cezalandırmışlar ve dinlerini kafalarına göre bozmuşlardır.
İslamiyet’ten evvel hak din olarak inzal edilen İsevilik ve onun mümessili olan İsa (a.s) dahi bu muameleden ve tazyikten kurtulamamıştır. İsa (a.s) vefatı üzerine henüz daha havarileri hayatta iken maalesef o zamanın zalim kralları ve cebabirleri Hristiyanların bozuk papazlarıyla ittifak ederek, zulümlerini ve menfaatlerini ayyuka çıkartmak için dinlerini ve ruhbanlarını kullanarak zulümlerini yaymışlardır.
İseviliğin Rönesans’la milat telakki edilen kırılmasına kadar ruhbanlarıyla kralları ittifak ederek insanlığa ve beşere zulmetmişlerdir. Özellikle dinlerinde ekanim-i selase adı altında üç ilah merkezli bir sakat inancı benimsemişlerdir. Normalde zulmü ortadan kaldırmak, adaleti sağlamak, masumları ve mazlumları koruma amaçlı inzal edilen İsevilik, babalık ve oğulluk yani velediyyet akidesini kabul ederek ruhbanlarına kutsallık verip dünyevi zulümlerine bir de uhrevi sapkınlıklar ekleyerek, kendileri gibi olmayanlara hem dünyayı ve hem de “ukbayı” dar etmişlerdir. Yani zulmün en katmerlisini uygulamışlardır. Bu "oğul, baba ve velediyyet" akidesi yerdeki papazlarına sonsuz kuvvet, işkence ve zulüm inancı ve uygulaması vermiştir. Dört yüz yıl beşer vahiysiz, sahipsiz ve hedefsiz olarak hayvandan daha aşağı bir hayat mertebesiyle fetret dönemi yaşamıştır. Dünyada hak namına gözle görülür hiçbir şey kalmamıştır. Zira insanlık nefsani olarak her türlü rezil ve seviyesiz alanlara girmiştir.
İslamiyet geldikten sonra söz konusu rezil ve nefsani hayata alışmış olan insanlar ve onların üst seviye idarecileri ve itaat edilenleri asgari müşterekte ittifak ederek yeni zuhur eden İslam dinini boğmak ve inkişafını engellemek için mücadelelere başlamışlardır. Bu mücadelenin mihverinde ve merkezinde maalesef yine Yahudiler bulunmaktadır.
Orta Çağ devresinde ise; bu zalim ve menhus yapı insanlığa zulmederken, yeni nüzul olmuş dine de tavır koymuş ve her daim yok etmeye veya engellemeye çalışmıştır.
Zalim krallar ve onlara Hristiyanlık adına destek olan papazlar velediyyet akidesinin kendilerine vermiş olduğu güya kutsal ağırlık ve baskıyla her tarafı zulmün oyuncağı hâline getirmişlerdir.
Kader ise; bazen vasıflı felsefe ve hikmet sahibi insanlar, bazen ruhbanlar içerisinden tevhit akidesini taşıyanlar ve bazen de fen ve ilim adamları üzerinden, bu zalim ve menhus yapıyla mücadele etmiştir.
Kaderin bu takdir ve tensibi üzerine kaybetmekten korktukları menfaat ve nefsani mekanizmalarını korumak için papalık dört yüz yıl civarı bir süre ile zalim kralları da tahrik ederek mukabelede bulunup bu vasıflı insanları ve ona tabi olanları susturmaya çalıştılar. Yıllarca zulüm ettiler, engizisyon mahkemelerinde yargıladılar, işkenceler ettiler ve katliamlar yaptılar. Sakat inançlarıyla sahte haçlı seferleriyle de kendilerine muhalefet eden devletlerle ve doğru topluluklarla savaştılar.
“Hak, her daim üstündür.” kaidesince kader hakkın önünü açtı. Dâhilde bilim, fen ve doğru din adamlarıyla dört yüz yıla yakın Hristiyan ruhbanları ve idarecileri mücadele ettiler. Hariçte de savaşlarla milletlere ayar vermeye çalıştılar.
Neticede Hristiyanlığın zulüm aleti olan Katolik papalık ve onların iğfal ettiği krallar; dâhildeki şiddetli mücadele ve muhalefete dayanamayarak tavizler vermeye, muhalifleri tanımaya ve zulümlerini mecburen seyreltmeye başladılar. Hristiyanlık dini çok çeşitli yeni mezheplere ayrıştı. Bu defa mezhepler arası mücadeleler sürdü. Ve bu mezhepleri ve mücadeleleri destekleyen krallar ve yöneticiler muhalefet cephesini güçlendirdiler. Sonuçta hakka ve bilimsel gerçeklere karşı bir derece teslim olmak mecburiyetinde kaldılar. Sultan Fatih Mehmet Han’ın zulmün merkezi olan Bizans’ı yenmesiyle resmî anlamda bu zulümler bir derece durduruldu. Engizisyon mahkemeleriyle zulmeden ve zulümle yürüyen sistem yıkıldı, yeniçağ başlamış oldu. İnsanlık, fen ve hakkın yanında olanlar huzurlu ve rahat bir yaşama alanı buldu.
Özetleyecek olursak, dünyayı ceberutla ve zulümle tarumar eden o ruhbanlar ve liderler, miladi 400-500’lü yıllarda zulümlerini devreye aldılar. Kendileri dâhilde zulümlerini sürdürürken hariçte zalim devletleri ve imparatorlukları kendilerine alet olarak kullandılar. Kader insanlık adına bu ceberutlara Selçukluları vazifelendirdi. Hariçte Selçuklular üç yüz yıl haçlı seferlerinin zulümlerini engellemek için mücadeleye girişti. Ardından Osmanlılar devreye girerek İstanbul’un fethiyle altın vuruşu ifa ettiler.
Hristiyanların zalim ruhbanları ve idarecileri zulümlerini saklamak için engizisyon mahkemeleriyle güya hukuku kullanarak baskıcı ve mutaassıp vaziyetlerini sürdürdüler. 1200’lü yıllarda devreye aldıkları engizisyon mahkemeleri ile 1600’lere kadar zulümlerine devam ettiler. Bu zulümlerine karşı içeride fevkalade mücadeleler, münakaşalar ve mezhep arası çatışmalar devam etti. Çok insanlar, dava adamları ve ilim insanları haksız yere acımasızca katledildi. Bu zalimane mahkemeler 1800’lere kadar maalesef devam etti. En son 1834’te İspanyollar tarafından lağvedilmiştir.
Ancak resmen ve sûreten lağvedilen bu menhus yapı değişik perdeler, vesileler, rejimler ve vesayetlerle varlığını maalesef sürdürmektedir. Burada değişen suretten başka bir şey değildir. Hakikatte ise zalimane gaye ve amaçlarını ve sömürü düzenlerini değişik usullerle sürdürmektedirler. Muazzez üstadımızın Hristiyanların üç yüz yıl dâhili muhaberat diye tabir ettiği durum ve vaziyetin en dehşetli zamanı ve seyri 14.yy’dan başlayıp 17.yy’ın sonuna kadar olan süredir. Söz konusu savaşlardan ziyade üstadımızın nazara vermek istediği üç yüz yıllık mücadeleler ve dâhili muharebat diye tabir edilen ifadeler; dâhili kelimesinden de anlaşılacağı üzere Hristiyanların iç kavgalarıdır.
Hassaten fen adamlarıyla, bilimsel gerçeklerle ve doğru düşünmek isteyen ruhani reisler ile bunların intisap ettiği mezhepler arasındaki kavga ve çatışmadır.
Netice; "üç yüz sene" ile muharebe-i dahiliye ile kilise otoritesinin hakim olduğu Orta Çağ döneminin de bitmesine vesile olan rönesans, reform, aydınlanma devri, Fransız ihtilali gibi uzun ve meşakkatli süreç kastediliyor.
"Reform" veya "Yenilikçi Devrim", 16. yüzyılda başlatılarak tüm Avrupa’yı etkilemiş ve Katolik Kilisesi’ne karşı yapılmış dinsel bir harekettir. Bu hareket Avrupa'nın değişim ve dönüşümüne sebep olmuştur.
Katolik Kilisesi’nin aşırı zenginleşmesi ve yozlaşması, siyasetle ve dünyasal etkinliklerle daha fazla ilgilenmeye başlaması birçok din adamının tepkisini çekmiş ve reform hareketlerine yol açmıştır. Reform hareketleri önce Almanya’da, sonrasında ise Fransa, İngiltere ve Kuzey Avrupa ülkelerinde de etkili olur. Bu reform hareketi Hristiyanlığın yeni ve büyük üç mezhebinden birisi haline gelen Protestanlığın oluşmasını sağlamıştır.
Rönesans, reform, aydınlanma devri, Fransız ihtilali gibi uzun ve meşakkatli süreci, Üstad'ımız üç yüz sene gibi sembolik bir rakam ile ifade ediyor diyebiliriz.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü