"Bir nevi maddî ve mânevî rızık isteyen insanın duygularına, akıl, kalb, ruhlarına dahi pek geniş bir sofra-i erzak onlara ihsan ediliyor." İfadesine misal verir misiniz?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

Aklın gıdası tefekkürdür; bu yönü ile bütün kâinat aklın bir sofrası gibidir. Çünkü kâinat ve içindeki her bir varlık, sayısız mana ve güzellikleri ihtiva eden mükemmel ve kusursuz bir san’at harikasıdır.

İnsanın hayvanlar âleminden ayrıldığı en ehemmiyetli çizgi akıl sahibi olması, böylece gerek kendi nefsinde, gerek haricî âlemde teşhir edilen san’at harikalarını düşünmesi, değerlendirmesi, eşyanın hakikatine nüfuz etmeye çalışması, hâdiseler arasında sebep-netice münasebetleri kurarak bazı hükümlere varmasıdır.

İnsanlık mahiyeti de çok rızık ve nimetler istemektedir. Başta akıl olmak üzere, hayal, hafıza, vicdan, cüz’î irade gibi manevî cihazlar, bir yönüyle de insan için birer rızık, birer nimettirler. İnsan, bu nimetler yardımıyla hem mülk, hem de melekût âlemlerinde incelemelerde bulunur.

İnsan; aklını kullanarak, organlarının varlığını, bedendeki yerlerini, şekillerini, büyüklüklerini, vazifelerini, ihtiyaçlarını, hastalıklarını ve tedavi çarelerini arar ve bulur. Bir hayvan bunların tamamından mahrumdur. Ne midesini bilir, ne de yediği gıdaların mideye gittiğini... Keza, ne ciğerini tanır, ne de aldığı nefesle kanının temizlendiğini...

Yine insan, atmosferden, güneşe, Ay’a; madenlerden, ışınlar âlemine kadar çok şeyi “aklın eli yetişecek nisbette” bilir ve bu haricî âlemden de bütün gücüyle istifade etmeye çalışır.

Ruhun gıdası ise, iman, ubudiyet ve iyiliklerdir. İnsan iyilik ve ibadet ettikçe, ruh gıdasını alır, huzura kavuşur ve kemale erişir.

Kalbin gıdası muhabbet, sevgi ve aşktır. Muhabbet ve aşk ise, aklın Allah’ı tefekkür etmesinden sonra hâsıl olan kalbî bir hâldir. Yani insan Allah’ı aklı ile tanır, kalbi ile sever, ruhu ile ona perestiş edip ibadet eder.

“Sonra, mânevî çok rızık ve ni’metler isteyen insaniyeti sana verdiğinden, âlem-i mülk ve melekût gibi geniş bir sofra-i ni’met, o mide-i insaniyetin önüne ve aklın eli yetişecek nisbette sana açmıştır.”(24 Söz)

Midenin açlığını elbisenin güzelliği yahut gömleğin kalitesi gideremiyor; o ancak rızık istiyor. Kalbin boşluğunu da hiçbir dünyevî rütbe, hiçbir içtimaî makam, hiçbir beşerî teveccüh ve hiçbir fâni hedef doyuramıyor, doyuramaz da...

Kalbin Rabbi, onun ancak zikirle tatmin olacağını bildiriyor bize. Nedir zikir? Kelime mânasıyla hatırlama. Allah’ı hatırlatan her hâdise, her levha, her ilmî eser birer zikir vesilesidir.

Kalb; bir fabrika, bir saray, bir misafirhane olan şu muhteşem kâinatın ancak Allah’ın emir ve iradesiyle var olduğunu bilmekle tatmin olur.

İşte insan, kendi bedeninin, kâinata ve ondaki rızıklara muhtaç olduğunu, onların ise insana muhtaç olmadıklarını iyice anladıktan sonra, tefekkürünü derinleştirir. Bedenden geçer, ruha, kalbe varır. Ve yakînen anlar ki, insanın kalbi Allah’a inanmaya muhtaç, ama Allah o kalbin imanına muhtaç değil.

İşte insanın bunu idrak etmesi ve iç dünyasını iman, marifet ve muhabbete açmasıyla, onun kalbi Samediyete eşsiz bir âyine olur.

İnsan, kendi kalbini böylece değerlendirdikten sonra, Samediyetin âlemdeki tecellilerini de aynı şuurla okumaya başlar. Bizim muhtaç olduğumuz kâinata, o kâinatı yaratanın muhtaç olmayacağını açıkça bilir...

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

BENZER SORULAR

Yükleniyor...