"Birinci antikalık ciheti: Dağ meyvesidir. Zira Kürdistan dağlarında şu zamanda sudur eden sözler kurun-u ûla sözlerini andırıyor..." Devamıyla izah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
"Birinci Antikalık Ciheti:
"Dağ meyvesidir. Zîrâ Kürdistan dağlarında şu zamanda sudur eden sözler kurun-u ûla sözlerini andırıyor. Güya biz kurun-u ûladan bu tarafa hareket etmemişiz. Çünkü hürriyyet-i mutlakalarımızı şimdiye kadar olan medeniyet-i zelilane ve nâmeşru' ve sefihaneye feda etmek reva görmedik." (Asar-ı Bediiyye, Makale-8: İLMİYE)
Bizim dağlarımızda ki hürriyet anlayışı bu zamanın hürriyet anlayışından daha ileri daha iyi olduğu için, şimdiki zelil medeniyetin, gayr-ı meşru ve sefih hürriyet anlayışına feda etmedik.
"İkincisi: Tabiiliktir. Yani benim tabiatıma muvafıktır. Zîrâ, benim gibi bir bedevinin fikri fıtrat-ı asliyeye daha yakın olduğundan muhakemesi de tabii ve hadis-ül ahddır."
Benim ifadelerim edebi açıdan süslü püslü değildir; ama gayet doğaldır. Manalar kalpten nasıl geliyorsa, ifadeler de bu gelişe en yakın bir üslup ile dillendiriliyor. İfade ile mana arasında ne kadar yakınlık varsa, o kadar da etki var demektir. Ben köylüyüm, derdimi de köylü üslubu ile derim. O zaman dinleyenler benim doğallığımı ve köylülüğümü; hayalinde daha güzel tasavvur eder, daha güzel empati kurarlar.
Suni ve yapmacık ifadeler, ne kadar güzel ve haşmetli de olsa, natürel üslubun yerini asla tutamaz. Tabii üslup insanın hissiyatını da karşıya yansıtır. Hem de bu doğal üslup sayesinde, benim yöremin güzelliklerinden ve hissiyatlarından haberdar olurlar...
"Üçüncüsü: Üslub-u garibimdir ki, sür'at ve kesret ve ülfet ile sathile-nen ezhanı dikkate imale eder. Zîrâ, garib olan ahlâk ve hissiyatımla mütenasib olan elbisem; maâniler dahi istihsan ederek, elbisem gibi bir üslub-ü beyanı giydirmek benden istediler. Ben de hatırlarını kırmadım. Amma alaturka terziliği iyi bilmiyorum." (bk. age.)
Üstadımızın alışılmadık ve farklı bir üslup ile fikirlerini ileri sürmesi insanların dikkatini çekmesine vesile oluyor. Mesela "Her suale cevap verilir ama sual sorulmaz." diye ilginç bir yolla ulemanın dikkatlerini üzerine çekmiştir. O dönemde giymiş olduğu kıyafetlerde ayrı bir dikkat çeken özelliğidir.
İstanbul gibi bir yerde şarktan birisi gelmiş kıyafetleri alışılmışın dışında meydan okuması çok farklıdır. Bu da İstanbul seçkinlerinin dikkatini çeken ve onu dinlemeye sevk eden bir faktör oluyor.
"Dördüncüsü: Bu cevap gençtir, ihtiyardır. Bedevîdir, medenîdir. Hürr-ü mutlakdır, hürr-ü mukayyeddir. Yaşı dahi hürriyetten iki mah daha yaşlıdır. Güya altı ay zarfında elli sene, belki daha çok tayy-i zaman ederek yaşamış. Zîrâ veladeti vaktinde tercüman-ı efkâr olan gazeteyi, şimdi bir gazete ile muvazene olsa, mabeynlerinden asırlar geçmiş zan olunacak. Hem de bedavetteki hürriyyet-i mutlakanın ve medeniyetteki hürriyyet-i mahdudenin izdivacından tevellüd etmiş.. Güya: Dîk-i arş, mârifet-i Sâniden tarik-i ilham ile sadasını işitmiş bir dîküs-sabah gibi bu inkıkâb-ı azîmin sabah-ı infilakına ezhan-ı naimeyi sayahıyla ikaz ediyordu." (bk. age.)
Üstad'ın hürriyet tarifi ve cevabı bir bakıma çok eski bir bakıma çok yeni bir bakıma bedevi bir bakıma medeni, bir bakıma sınırsız bir bakıma sınırlı bir hürriyettir.
Dağda kırsalda insanlarla iç içe olmadığı için hürriyet mutlak ve daha geniştir ama aynı insan şehirde olursa hürriyeti diğer insanların hürriyeti ile sınırlanır. Hürriyet bu cihetle hem mutlak hem mukayyettir. Hürriyet dağda olduğunda bedevi şehirde olduğunda medenidir. Dağda ve bedevi olan hürriyet çok eskilere dayanır yani ihtiyardır şehirde ve medeni olan hürriyet ise biraz daha yenidir yani gençtir.
Üstad şeriatın bu zamanda gelişen yeni gelişmelere yeni durumlara nasıl baktığını ve nasıl bir fetva verdiğini ilan eden bir sabah kuşu görevini üstleniyor. Yani asır değişmiş yenilikler meydana gelmiş ama Müslümanlar bu durumdan bihaber ve gafil işte bu asrın hekimi sıfatı ile Üstad Müslümanları uyandırıyor yeni durumların islam ile olan ilişkilerinin nasıl olması gerektiğini ders veriyor. “Dîküs-sabah gibi bu inkıkâb-ı azîmin sabah-ı infilakına ezhan-ı naimeyi sayahıyla ikaz ediyordu.” ifadesi bu inceliğe işaret ediyor.
"Bu cevabın mebde ve meadı, yani mevzu ve gayenin celaleti ve sailin ehemmiyeti sair kusurları setredeceğini ümit ediyorum. Bintül fikrin cihazı üslub-u garibdir... Ve mehr-i muacceli de dikkattir... Ve hem de birinci tecrübe, birinci inşa, birinci te'lif olduğundan noksanı ve iğlakı tabiidir. Hem de uzun cümlelerle söylemişim, ta ki hakikatin sureti parçalanmasın.. Ve hakikatin etrafında daire çekmekle mahsur bırakmaktır. Eğer tutmadım, elinize vermedim; siz dikkatinizle tutunuz." (bk. age.)
Yeni durumlara yeni hadiselere verilen cevapların başı ve sonu, öznesi ve yüklemi çok çetrefilli ve müşkül olması hem soruyu bir Japonun sorması gibi nedenler yüzünden, cevapta ve cevabı verende kusur aranmaz hoş görmek gerekir.
Fikri veren ve fikri üreten kişinin garip üslubuna takılmayın söylediklerine dikkat kesilin. Konu yeni cevap yeni olduğu için noksan ve kusurlarına hoşgörü ile bakın. Cümlelerin uzun ve zor anlaşılıyor olması sizi ürkütmesin hakikatin çerçevesini çizmek için böyle oluyor siz dikkatinizle tutunuz.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü