Birinci Şuâ'daki; Yirmi Dokuzuncu Âyet'in sehvine dair tafsilâtın üçüncü ayetini açar mısınız?
Değerli Kardeşimiz;
"Onlar dünya hayatını seve seve âhirete tercih ederler, halkı Allah yolundan alıkoyarlar ve doğru yolu eğri göstermeye çalışırlar. Öyleleri, haktan pek uzak bir sapıklık içindedirler." (İbrahim, 14/3)
Üstadımız bu ayeti hem mana, hem tefsir hem de ebcet ve cifir noktasından günümüze, özellikle de kendi dönemine tatbik ediyor. Malum, ayetler Allah’ın ezelî ilminden geldiği için, belli bir zamana ve topluma mal edilemezler. Ayetlerin her döneme, her asra ve her topluma şümulü vardır.
Bu asrın en büyük hastalığı, dünyanın esas gaye yapılması ve ahirete tercih edilmesidir ki, buna sekülerizm denilmektedir.
Seküler hümanizm, insan aklını ve natüralist felsefeyi esas alan; dini, dogmatizmi, sözde bilimi, metafizik hâdiselerin tümünü reddeden bir akımdır.
Bu tarz düşünce akımlarının en güçlü olduğu dönem, Üstadımızın yaşadığı XX. yüzyıldır. Bu dönemde; Osmanlı yıkılmış, materyalist akımlarının fikirleri esas alınmış, İslam dini düşman olarak görülmüş ve çeşitli rejimler ortaya çıkmıştır.
Özellikle Türkiye’de bu durum daha bazir ve daha net bir şekilde görülmektedir. Kurulan laik rejim İslam’ın temellerini sarsmaya çalışmıştır. Yukarıda mealini verdiğimiz ayetin zahiri manası ile de tam örtüşen bir durumdur.
İşin garip tarafı, Müslüman halk, bunu kahramanlık ve milliyetçilik damarı ile alkışlamış, onun arkasında durmuştur. Çünkü bu kurucu felsefe açıktan din düşmanlığı yapmıyor, münafıkane hareket ediyor.
Hatta bu kurucu felsefenin içinde;
"... ve hem Risale-i Nur’un mesleğine, hem mülhidlerin mesleğine îmaen bakar ve birinci cümlesiyle der ki: O bedbahtlar, bazı ehl-i imanın (imanları beraber olduğu halde) ve bir kısım ehl-i ilmin (âhireti tam bildikleri halde) onlara iltihak delâletiyle, bilerek ve severek hayat-ı dünyeviyeyi dine ve âhirete, yani elması tanıdığı ve bulduğu halde beş paralık şişeyi ona tercih etmek gibi sefahet-i hayatı, dinî hissiyata muannidâne tercih edip dinsizlikle iftihar ederler."(1)
İfadesine uyan bu tarz insanlarda bulunmaktadır.
Özellikle öğretmenler, âlimler ve eğitimli insanlar, bu kurucu felsefenin en zahir kuvveti ve en büyük destekçisi olmuşlardır.
"Ve ikinci cümlesi olan وَيَصُدُّونَ عَنْ سَبِيلِ اللّٰهِ ile der ki: O bedbahtların dalâleti, muhabbet-i hayattan ve temerrüdden neş'et ettiği için kendi halleriyle durmuyorlar, tecavüz ediyorlar. Bildikleri ve onunla ecdatları bağlı olan dine, adâvetkârâne, menbalarını kurutmak ve esasatını bozmak ve kapılarını ve yollarını kapatmak istiyorlar."(2)
Yeni kurulan Cumhuriyet rejimi tevhid-i tedrisat kanunu ile eğitim kurumlarında sadece fen ilimlerini okutup, din ilimlerini tecrit etmiştir. Bundan da hile, inkâr, sefahat, ahlaksızlık gibi birçok manevî hastalıklar türemiş ve insan-ı kâmil modeline ulaşılamamıştır.
"Ve üçüncü cümlesi olan وَيَبْغُونَهَا عِوَجًا ile der ki: Onların dalâleti fenden, felsefeden geldiği için acip bir gurur ve garip bir firavunluk ve dehşetli bir enâniyet onlara verip nefislerini öyle şımartmış ki, kâinatı idare eden İlâhî kanunların şuâlarını ve insan âleminde o hakaikin düsturlarını süflî hevesatlarına ve müştehiyatlarına müsait görmediklerinden-hâşâ hâşâ!-eğri, yanlış, noksan bulmak istiyorlar."(3)
Bilim ve felsefeden gelen egoistçe duygularla kendilerini üstün, inanan insanları gerici ve yobaz olarak görmüşler. Bu şişkin egoları ile İslam’ı eğri ve yanlış görüp öylece gösteremeye çalışmışlardır.
Dipnotlar:
(1) bk. Şualar, Birinci Şua.
(2) bk. age.
(3) bk. age., Üçüncü Cümle.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü