"Bu âyetin derece-i belâğatini zevk ederek, sair âyetleri buna kıyasla..." Buradaki "derece-i belağatı zevk etmek" ne demektir?
Değerli Kardeşimiz;
“Belağat zevkîdir”, yani zevke hitap eder. Zevk ise, “tatmak” mânasındadır.
Belâğat; yerinde, düzgün, hakikatli, hikmetli ve müessir söz söyleme san’atıdır.
Belâğat; kelamın kusursuz bir şekilde maksada uygun olarak ifade edilmesidir.
Belağat mutabık-ı mukteza-i hale mutabakattır.
Belağat istiare ve mecaz üzerine bina edilmiştir.
Kur’an’ı Kerim nazil olmadan evvel, Araplar arasında en revaçta olan şey belağat ve fesahat idi. Tesirli söz söyleyen kişiler, güzel şiir yazan şairler, onların millî kahramanıydı. Bir şairin şiiriyle iki kavim birbiriyle savaşır; bir başka şiiriyle de sulh ederlerdi.
Kur’an’ı Mu’cizü’l-beyan nazil olduktan sonra, hiçbir kimse onun belağat ve fesahatine karşı mukabele edemedi ve bir tek ayetin dahi benzerini yapamadı, zaten yapmaları da mümkün değildi.
Kâbe’nin duvarına "Muallakat-ı Seb'a" namında en iyi yedi şiiri altın harflerle yazarak asmışlardı. Bir gün Lebid'in kızı gidip babasının Kâbe”nin duvarına asılmış şiirini aşağıya indirdi.
"Babanın şiirini niçin indirdin?” diye soranlara: "Ayetlere karşı bunların kıymeti kalmadı" diye cevap verdi.
Kelamın elbisesi üslubtur. Üslup ise kelamın kalıbıdır. Üslub denilen hakikat şişelerinden tatlı ve berrak mânalar dökülür. Mânanın ahengi de mantıkla muhkemleşir.
“Kelâm-ı beliğ, ilim denilen çömleklerde pişirilen ve hikmet denilen büyük küplerde duran ve fehim denilen süzgeçle süzülen ab-ı hayat gibi bir mânayı, zürefa denilen sâkiler döndürüp efkâr içer; esrarda temeşşî etmekle hissiyatı ihtizaza getiren kelâmdır.” (Muhakemat)
Kaplardan akan mâna suyunu, zürefa denilen zarif ve nahif ifade ustaları içer. Sırlı ve gizli hakikatler üstünde insanı dolaştıran, hissiyat ve latifelerini harekete getirip coşturan beliğ kelamlardır.
Bir kelamın kuvvetli, kıymetli, ikna edici, kusursuz ve mükemmel olması ilim ve hikmetle mümkündür. Zira hakikatsiz, abes, faydasız, mânasız ve boş bir söz beliğ olamaz. Maksadı ve faydası olmayan hikmetsiz söz kelam beliğ olamaz. Sözü güzelleştiren mânadır, hikmettir.
Mâna akıl, idrak ve fehim süzgecinden geçip gelir. Kelam; anlayış ve idrakin mahsulü mânaya vasıta olmalıdır.
İmam Sekkâkî şöyle der: İ’câz, zevkîdir; tarif ve tabir edilemez. Kur’an’ın i’cazı ancak belli bir ilmî mertebeye ulaşıp onu bizzat zevk ederek anlaşılır.
“Tatmayan bilemez.” İnsan bazı şeylere aklıyla, bazılarına da kalbiyle muhatap olur. Mesela, matematiği aklıyla anlar, ama musikiye kalbiyle yönelir. Anlamadığı bir dille konuşanı görse dinlemekten zevk almaz. Ama bülbülün terennümüne hoş bir zevkle kulak verir.
Hiç bal yememiş birisine balın tadını tarif etmek nasıl zor ve meşakkatli ise, i’cazı ilmi ile idrak edemeyen birisine de i’cazı tarif etmek aynı derecede çok zordur.
Belağatın zevke hitap etmesi, aklen anlaşılır olmasına mani değildir. Faraza, önümüzdeki bir meyveye hem gözümüz hem burnumuz hem de dilimizle muhatap oluruz. Benzeri bir durum, Kur'an âyetleri için geçerlidir; O’nun sofrasında, hem akla hem kalbe hem de zevke hitap vardır.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü