"Denizin dibine girmiş bir böceğin, bir yeşil yaprak rızık olarak ağzına verilmesini gören balıkçılar ağlamışlar..." Balık hâdisesi On Birinci Söz'de geçen müsbet felsefeye bir misal olabilir mi?
Değerli Kardeşimiz;
"Taifesinden çıkmış, milletinden ayrılmış, denizin dibine girmiş bir böceğin, bir yeşil yaprak rızık olarak ağzına verilmesini gören balıkçılar ağlamışlar; şâşaa ile ilân etmişler." (Emirdağ Lâhikası-II, 85.Mektup)
Müsbet felsefeyi şu şekilde anlayabiliriz: Din ile barışık olup kendi metotları ile dine hizmet eden felsefedir. Yani burada felsefenin dinden ayrıldığı nokta, maksad değil, maksada hizmet eden vesilelerdir. Din, gayesini vahiy ile ispat ederken, müsbet felsefe aynı maksadı aklî metotlar ile ispat etmeye çalışıyor. Burada din ile felsefe maksatta müttefik iken, gayeyi ispatta kullanılan vasıtalarda ihtilaf içindedirler. Vahyin gayesi ispat etmekte kullandığı usul ve vasıtalar daha kısa, daha keskin ve daha anlaşılır iken, felsefenin usul ve vesileleri çok uzun, tesirsiz ve karmaşıktır.
Kur’an ve Kelam ilminin farkına Üstad Hazretleri şu şekilde işaret ediyor:
"Bazı Sözlerde ulema-i ilm-i kelâmın mesleğiyle, Kur’ân’dan alınan minhâc-ı hakikînin farkları hakkında şöyle bir temsil söylemişiz ki: Meselâ, bir su getirmek için, bazıları küngân (su borusu) ile uzak yerden, dağlar altında kazar, su getirir. Bir kısım da her yerde kuyu kazar, su çıkarır. Birinci kısım çok zahmetlidir, tıkanır, kesilir. Fakat her yerde kuyuları kazıp su çıkarmaya ehil olanlar, zahmetsiz her bir yerde suyu buldukları gibi, aynen öyle de:"
"Ulema-i ilm-i kelâm, esbabı, nihayet-i âlemde teselsül ve devrin muhaliyetiyle kesip, sonra Vâcibü’l-Vücudun vücudunu onunla ispat ediyorlar. Uzun bir yolda gidiliyor. Amma Kur’ân-ı Hakîmin minhâc-ı hakikîsi ise, her yerde suyu buluyor, çıkarıyor. Her bir âyeti, birer asâ-yı Mûsâ gibi, nereye vursa âb-ı hayat fışkırtıyor."
وَفِى كُلِّ شىْءٍ لَهُ اٰيَةٌ تَدُلُّ عَلٰى اَنَّهُ وَاحِدٌ düsturunu her şeye okutturuyor."
"Hem iman yalnız ilim ile değil; imanda çok letâifin hisseleri var. Nasıl ki, bir yemek mideye girse, o yemek muhtelif âsâba, muhtelif bir surette inkısam edip tevzi olunuyor. İlimle gelen mesâil-i imaniye dahi, akıl midesine girdikten sonra, derecâta göre ruh, kalb, sır, nefis ve hâkezâ, letâif kendine göre birer hisse alır, masseder. Eğer onların hissesi olmazsa noksandır. İşte, Muhyiddin-i Arabî, Fahreddin Râzî’ye bu noktayı ihtar ediyor."(1)
"On Üçüncü Sözde hikmet-i Kur'âniye ile hikmet-i felsefeyi muvazene bahsinde denilmiş olan meselenin meâli budur ki:"
"Felsefe-i insaniye, gayet harikulâde mucizât-ı kudret-i İlâhiyenin mucizât-ı rahmeti üstüne âdiyat perdesi çeker. O âdiyat altındaki vahdaniyet delillerini ve o harika nimetlerini görmüyor, göstermiyor. Fakat âdetten huruç etmiş hususî bazı cüz'iyâtı görür, ehemmiyet verir."(2)
"İşte, Kur'ân-ı Kerîmin ilim ve hikmet ve marifet-i İlâhiye cihetiyle servet ve gınâsı ve felsefenin ilim ve ibret ve marifet-i Sâni cihetindeki fakr ve iflâsını gör, ibret al!"
"İşte bu sırdandır ki, Kur'ân-ı Hakîm, nihayetsiz parlak, yüksek hakikatleri cami olduğundan, şiirin hayalâtından müstağnidir. Evet, Kur'ân-ı Mu'cizü'l-Beyanın i'caz derecesindeki kemâl-i nizam..."(3)
Bu cümleleri incelediğimizde, bahsedilen felsefenin müsbet felsefe olmakla beraber Kur’an karşısında ne kadar aciz ve kifayetsiz kaldığı izah ediliyor. Zira menfi felsefe nadir de olsa hiçbir hâdiseye dinin lehinde bakmıyor, bakamıyor. Ama bu paragraflarda nadir de olsa felsefenin din lehinde olduğu anlatılıyor. Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, beşerin cüz’î aklının mahsulü olan müsbet felsefenin usulleri ayetin yüksek beyan gücünün yanında çok sönük kalıyor.
Dipnotlar:
(1) bk. Mektubat, Yirmi Altıncı Mektup, Dördüncü Mebhas.
(2) bk. Emirdağ Lâhikası-II, (85. Mektup)
(3) bk. Sözler, On Üçüncü Söz.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü