"Cenâb-ı Hak hakkında sûret muhal olmasından, sûretten murad, sîrettir." Hadiste neden sîret değil de sûret olarak geçiyor?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

Kur’ân-ı Kerim'de, birçok hakikat temsillerle, darb-ı mesellerle harika bir şekilde ifade edilmektedir. Kur'an-ı Kerim'de derin ve ince hakikatleri teşbih ve temsil dürbünü ile akla yaklaştırmak, mühim bir ifade tarzıdır.

Kur'an-ı Kerim, muhatap kitlesinin ekserisi avam olmasından dolayı teşbih ve temsili sık sık kullanıyor; duygu ve fikir âlemine temsil ve hikâyeler ile tenezzül ediyor, onların fikir ve hissiyatlarını okşayan ve tahrik eden misaller getiriyor. İşte Kur’an’ın ve hadislerin temsil ve hikâyeleri kesretle kullanması, bu ince sırdan ileri geliyor.

İşte Kur’an’ın ve onun bir manevî tefsiri olan Risale-i Nurların çokça temsil ve hikâye metoduna başvurması, bu sebepledir. Zira Kur’an’ın muhatab kitlesinin ekserisi avam insanlardır. Hal böyle olunca, Kur’an avam insanların fehmine göre, onların fikir ve hissiyatlarını okşayan temsil ve hikâyeler ile tenezzül ediyor, misaller getiriyor.

Üstad Hazretlerinin Risale-i Nur'larda temsil ve hikâye usulünü çokça kullanmasının en büyük gayesi, anlaşılması zor olan derin hakikatleri, ince ve dağınık meseleleri akla yaklaştırmak ve idrakini kolaylaştırmaktır. Zira insanların büyük bir kısmı bu derin meseleleri anlamaktan uzaktır. Bu sebeple derin ve dağınık hakikatleri temsil ve hikâye yolu ile akla yaklaştırmak bir ihtiyaçtır.

Hikâyeler asıl mânanın daha iyi anlaşılması ve daha yakından temaşa edilmesi için birer dürbün vazifesi görürler. Hikâyede anlatılanlar vakıa mutabık olmasalar da verilen dersin hak ve hakikat olmasına tesir etmez. Bazı mürşidlerin hayvanları konuşturarak çok hikmetli dersler verdikleri görülmektedir. Bu misallerde hayvanların konuşmaları vakıa mutabık değildir, ancak o hikâye ile verilen dersler hakikattirler.

Çıplak gözle göremediğimizde uzaktaki bir cismi yakınlaştırmak için dürbün kullanırız. Derin ve ince şeyleri görebilmek için mikroskoba müracaat ederiz, dağınık ışıkları toplamak için mercek kullanırız. Aynı şekilde derin hakikatleri, ince, derin, uzak, dağınık mânaları anlamak ve görebilmek için de temsil, mecaz ve hikâye gibi edebî san’atları kullanmak gerekiyor.

Güneşin bir aynada ya da şeffaf bir damlada, timsali, yani zatının ve sıfatlarının bir cilvesi ve küçük bir numunesi, nasıl ki akseder, onda görünür; bir cihetle küçük bir güneşçik manası o ayna ve damlada yerleşir. O damla ve aynada görünen güneşin timsali, güneşin kendi zatı ve sıfatları hakkında bize ciddi bir malumat verebilir. Hatta, Güneşte fani olanlar, o ayna ve damlaya, güneşin kendisi nazarı ile bakabilirler. Ya da o ayna ve damladaki güneşin timsali, o denli güneşin zatına kuvvetli işaret ediyor ki, adeta güneş gibi hususiyet kazanmış denilir.

Aynen öyle de insan da bir ayna, bir damla gibi, Şems-i Ezelinin Zat-ı Akdesine, şuunatına, sıfatlarına, isimlerine öyle cami’ ve keskin bir ayinedir ki, bu cami’ ve keskinliğine kinaye olarak, Cenab-ı Hakkın bütün isim ve sıfatlarının müşahhas bir taayyünü insanda görünmüş gibi oluyor. Allah’a ait bütün mukaddes şuunat ve sıfatlarının cüz’î bir numunesi ve çok gölgelerden geçmiş zayıf bir tecellisi, insanın mahiyetinde cem olmuştur. Şahsı, şahıs yapan ilim, irade, kudret, hayat, sem, basar, kelam gibi sıfatların cüz’î olarak insanın mahiyetinde bulunması, teşahhusat-ı İlahî’ye tam bir mazhariyettir.

Evet, kâinatın umumunda dağınık ve azametli olarak tecelli eden İlahî sıfat ve isimler, insanın mahiyetinde, ehadiyet sırrı ile temerküz etmiş ve bir nevi toplanmıştır. Bu yüzden, insan mahiyetinin suretinde İlahî vasıflar ve isimler teşahhus ve taayyün etmiştir.

Mesela, dünya haritasını anlamak için iki yol vardır. Biri, dünyayı ihata edecek bir nazar ile bakmaktır. Bu ise çok zordur. Ya da dünya haritasının küçük bir modelini, küçük bir sahifeye çizip, nazara sunmaktır. Bu yol hem kolay hem de makuldür.

Aynen bunun gibi, tabiri caiz ise, İlahi harita da iki tarzda tecelli etmiştir. Biri, kâinatın umumunda tecelli eden o isim ve sıfatlar, çok azametli ve muhit olmasından, okunması ve ihata edilmesi herkese müyesser olmuyor. Onun için Allah, o kâinatın umumundaki azametli ve muhit olan tecelli yazısını herkesin rahat ve kolaylıkla okuyabileceği seviyeye indiriyor.

İkincisi ise, küçük bir sahife hükmünde olan insanın, manevî suretine, İlahî haritanın çizilmesi ki, bu herkese Allah’ın şuunatı, isim ve sıfatları hakkında tam bir rehberlik yapar. İnsanın mahiyetinde İlahî teşahhusat olmasa idi, huzuru ilahiyi kazanamaz ve gaflete düşerdi.

Nasıl ki, bir polis bizim peşimize düşüp takip etse, hatta nefesini ensemizde hissetsek, suç işleyemeyiz. Ayrıca emniyet ve asayiş noktasından tam bir huzur kazanırız. Ama mücerred olarak kanun var, polis var, denilse; bunların tesiri az ve zayıf oluyor, huzuru tam elde edemez.

Aynen bunun gibi, Allah’ın Zatını, azamet ve kibriyasını kâinatın umumunda görmek ve anlamak mücerred gibi kalıyor, tesiri az ve zayıf oluyor. Onun için Allah, zatını ve isimlerini, İlahi nefhasını, yani isimlerinin topyekûn tecellisini müşahhas bir hale getiriyor ki, tam huzuru kazanalım ve gaflete düşmeyelim.

Bu tarz tecellinin derecesi ve mertebesi, kişinin iman ve tefekkür keskinliğine bakar. Yani iman ne kadar tahkikî, tefekkür ne kadar derin ise, bu tecelli de o nisbette derin ve tahkikî bir şekilde tecelli ediyor. Bu tecellinin çekirdekten ağaca kadar hadsiz mertebeleri vardır. Avam bir mü’minin derecesi ile Peygamber Efendimiz (asm)'in derecesi kıyasa gelmeyecek kadar farklıdır. Lakin avamda hiç yok demek değildir.

Hulasa; suret tabiri bir temsil ve teşbih olup zahiri üzerine te’vil edilemez. Mühim olan bu teşbihteki mana ve maksattır. Sîret tabiri çok mücerred kaldığı için, sûret tabirinin vazifesini tam ifade edemiyor.

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Kategorileri:
Okunma sayısı : 3.891
Sayfayı Word veya Pdf indir
Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

BENZER SORULAR

Yükleniyor...