"Cenâb-ı Hak, insanı kâinat için bir mikyas, bir mizan suretinde yaratmıştır." İzah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
İnsan; “Kâinat ağacının en son ve en cemiyetli meyvesidir.” Kâinatta insan meyvesi vermek için tanzim edilmiştir. Kâinat ağacının çekirdeği de insandır. Yani, Cenab-ı Hak evvela Resul-i Kibriya (asm)'ın nurunu yaratmıştır. Çekirdek olarak kâinata ilk başlangıç onun nurudur. O çekirdek, sonradan bir ağaç olmuş ve kâinat teşekkül etmiştir. O kâinat ağacından da bütün mahlûkat ve en mükemmel meyve olan insanlar yaratılmaktadır.
Yani ağaçlardaki sistem ve kanun bir tek ağaç olan kâinat için de geçerlidir. Her meyvenin çekirdeğinde ağacın bütün özellikleri plan olarak mevcuttur. Öyle de insan kâinatın çekirdeği ve meyvesi olması hasebiyle, kâinatta olan her şeyin numunesi insanda vardır. Âlem-i ekber olan kâinatın özü ve özeti, onun küçük bir misali olan insanda dercedilmiştir. İnsan kelimesi mutlak nazara verildiğinden, kemali anlaşılır. O da Resul-i Kibriya (asm)’dır. Bizlerde de o sır -ala meratibihim- mevcuttur.
İnsanın kâinata misal-i musağğar olmasının birkaç numunesi ise şudur:
- Kâinatta cennet ve cehennem var; insanda, memnuniyet, keyf, şefkat, sevgi ile birlikte gadap, öfke, kin, adavet ve hırs var.
- Kâinatta misal âlemi var, insanda hayal var.
- Kâinatta Levh-i Mahfuz var, insanda hafıza var.
- Kâinatta arş ve kürsi var, insanda kalp ve akıl var.
- Dünyanın da insanın da dörtte üçü su.
- Kâinatta madenler ve elementler var, insanda da bunların numunesi var.
Misaller çoğaltılabilir.
Bu nokta-i nazardan bakılırsa, insan hakikaten büyük âlem olan kâinatın “misal-i musağğarı” yani küçük numunesi, özü ve özetidir. İnsanı büyütseniz kâinat olur, kâinatı küçültseniz insan olur.
"İnsan denilen sarayın cevherleri, bir kısmı alem-i ervahtan, bir kısmı alem-i misalden ve levh-i mahfuzdan ve diğer bir kısmı da hava aleminden, nur aleminden, anasır aleminden geldiği gibi; hacatı ebede uzanmış, emelleri semavat ve arzın aktârında intişar etmiş, rabıtaları, alâkaları dünya ve âhiret edvârında dağılmış bir saray-ı acip ve bir kasr-ı gariptir..."(1)
"İnsana verilen numûneler nevinden cüz'î ilim, kudret, basar, sem', mâlikiyet, hâkimiyet gibi cüz'iyât ile, Kâinat Mâlikinin ilmine ve kudretine, basarına, sem'ine, hâkimiyet-i rubûbiyetine âyinedarlık eder; onları anlar, bildirir. Meselâ, ben nasıl bu evi yaptım ve yapmasını biliyorum ve görüyorum ve onun mâlikiyim ve idare ediyorum; öyle de şu koca kâinat sarayının bir ustası var, o usta onu bilir, görür, yapar, idare eder ve hâkezâ."(2)
İnsanoğlu, meselâ, bir ev yapacağı zaman önce zihninde onun planını yapar. İkinci safhada ise irade ve kudretini sarf ederek o plana uygun bir ev inşa eder. İşte bütün bunlar birer numunedirler. Biz bu numuneye bakarak asıl hakkında bir derece fikir sahibi olur ve deriz ki: “Şu kâinat sarayı önce takdir edilmiş ve bu takdire uygun olarak inşa edilmiştir.”
Şimdi şöyle bir düşünelim: İnsanda bu numuneler yaratılmamış olsaydı, insanın ilâhî sıfatları tanıması ve bilmesi nasıl mümkün olacaktı? Meselâ, insana irade verilmeseydi ve insan bu iradeyi kullanamasaydı, Allah’ın irade sıfatını bilebilir miydi? İnsanın o cüz’i kuvveti ve kudreti olmasaydı, Allah’ın kudret sıfatını ve Kadir ismini bilmesi mümkün olabilir miydi? Merhamet nedir, gazap nedir? bilmeseydi, Allah’ın rahmet ve gazabı olduğunu hayal bile edemezdi.
Demekki kâinatın her şeyini kendimizde gösteremezsek de en azından bazı misallerini gösterebiliriz.
Şu var ki, biz mahlûk olduğumuz gibi sıfatlarımız da, fiillerimiz de, hallerimiz de mahlûktur. Bu mahlûk sıfatlar ve özellikler birer dürbün vazifesi görürler, bunlarlar İlâhî sıfatların, fiillerin,.., varlığı bilinir ancak hakikatleri kemaliyle idrak edilemez.
Dipnotlar:
(1) bk. Lem'alar, On Yedinci Lem'a, On Dördüncü Nota.
(2) bk. Sözler, Otuz Üçüncü Söz, Otuz Birinci Pencere.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar
Konu bütünlüğü noktasında Mizan ile MİKYAS arasındaki farkı izah edermisiniz,