"Küfür, mevcudata karşı bir tahkirdir; terk-i ibadet dahi, kâinatın kemâlâtını bir inkârdır." cümlesini açıklar mısınız?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

Ağaca değer kazandıran meyveleridir. Her tarafa dal budak salmış muhteşem bir meyve ağacı, meyve vermiyorsa onun mükemmelliğinden söz edilemez.

Muhteşem bir sarayda, sultanı tanımayan hatta onu inkâr eden asiler yerleşmişlerse, bu hâl o sarayın kıymetini düşürür. Bir fuarın bütün ziyaretçileri ticaretle ve sanatla hiç ilgisi olmayan kimselerse, orada teşhir edilen eserlere kimse iltifat etmiyorsa, gayesi tahakkuk etmemiş demektir.

“Ben cinleri ve insanları ancak bana ibadet etsinler diye yarattım.”(Zariyat, 51/56)

Bu ayette açıkça ifade edildiği gibi, insanların yaratılış gayesi, Allah’ı tanımak, O’na iman ve ibadet etmek, O’nun razı olacağı şekilde bir hayat sürmektir. Bütün varlıkların, kendilerine verilen görevleri aksatmadan yerine getirmekle yaptıkları ibadetler, insanda kemâlini bulmuş ve son noktasına varmıştır.

Her şey Allah’ı tesbih eder, ama bunu kemaliyle insan yapar. Melekler de bu kâinattaki İlâhî eserleri tefekkür ederler, lakin bu tefekkürün de en ileri seviyesini insan ortaya koyar.

İbadetin zıddı isyandır. Allah’ın rızası dairesinde hareket etmeyen insan, isyan yolunu tutuyor demektir. İsyan ise “kâinatın kemâlâtını inkâr”dır. Çünkü isyan eden insan da kâinat ağacının bir meyvesidir ve bütün bir ağacı, kendi isyanına hizmet ettirmektedir. İbadetsiz birine yol göstermek, güneş için bir kemâl olmadığı gibi, böyle birinin kanını temizlemek de hava için bir kemâl değildir. Aynı şekilde, böyle birini gece gündüz sırtında gezdirmek de yerküresi için kemâl sayılamaz.

Bir meyve düşünelim; ağacın başında bir süre boy gösterip, sonra pörsüyüp kurusun ve sonunda tekrar ağacın içine gömülsün; hayatının  gayesini sadece ağacın başında ömür sürmek olarak bilsin, böylece yaşayıp dünya sahnesinden silinsin.

İşte, şükür ve ibadet görevini yerine getirmeyen insan o meyveye benzer. İnsan kâinatın meyvesi olduğu gibi insanın meyvesi de iman ve salih ameldir. Kâinat ancak böyle bir insana hizmet etmek için yaratılır.

İnsanın yaratılış gayesi iman, marifet, şükür ve ibadet gibi ulvî vazifelerdir. Bunlar yerine getirilmezse, kâinat ağacı boşuna yaratılmış olur. İnsanın hizmetine verilen bütün varlıklar ve yine insana ihsan edilen bütün duygular ve organlar bu manada değerlendirildiğinde, ibadeti terk etmenin şu muhteşem kâinatın kemâlini görmemek ve gafletle perdelemek olacağı daha iyi anlaşılır.

Mesela; bir çiçeğin amelinin neticesi, Esmâ-i İlâhî'yeyi göstermektir. Kâfir, çiçeğe bu nazar ile bakmadığı için, onun nazarında solup giden bir bitki olmaktan öteye gidemez. Ama bir mü'minin nazarında ise, Esmâ-i İlâhîyeyi dile getiren bir mektub-u Rabbânî derecesine çıkar.

Cenab-ı Hakk’ı lisanı hal ile tesbih eden, verilen vazifesini noksansız yerine getiren bir hayvanı, bitkiyi, yıldızı gayesiz ve başıboş görmek, onların hukukuna tecavüzdür.

Yirmi Üçüncü Söz’de küfrün büyük bir seyyie ve azim bir tahrip olduğu üç ayrı yönüyle nazara veriliyor:

“Küfür bir fenalıktır, bir tahriptir, bir adem-i tasdiktir. Fakat o tek seyyie, bütün kâinatın tahkirini ve bütün esmâ-i İlâhiyenin tezyifini, bütün insaniyetin terzilini tazammun eder.”

Şu mektubât-ı Samedâniye derecesinde ve kıymetinde olan kâinatı mânâsız, gayesiz bir derekeye düşürdüğü için, bütün kâinata karşı bir tahkir olduğu gibi,…” (Sözler)

Üstadımız “İnsan şu kâinat ağacının en son ve en cemiyetli meyvesi,…” buyuruyor. Buna göre bir insan herhangi bir günah veya isyana girdiğinde bu menfi hareketini bütün bir kâinatın yardımıyla yapıyor. Meselâ kumar oynuyorsa bedenindeki bütün organlardan yer küresine, havaya, güneşe kadar her şey onun bu kirli işine yardımcı olmuş oluyor. Bu ise kâinata büyük bir hakarettir.

Bütün varlık âlemi esmâ-i İlâhîyenin tecellileri olduğundan kâinatın tahkiri, bütün esmâ-i İlâhiyenin tezyifini netice verir. İnsan bütün esmâya mazhar olduğundan böyle şerefli bir mahlûku küfür bataklığına düşürmek büyük bir cinayettir.

Küfrün, mahlûkatın hukukuna bir tecavüz olduğu konusunda şu maddeleri arz etmekte fayda görüyoruz:

a. Bazen büyük bir devletin küçük bir elçisini hiçe saymak, gönderdiği mektubu yırtmak savaş sebebi olabilir. Bu noktada elçinin ve mektubun küçüklüğüne değil, yapılan hareketin büyüklüğüne bakılır. İnkârcılığı meslek edinen kâfir de, Allah’ın elçisi olan Hz. Muhammed’i (asm.) ve Allah’ın fermanı olan Kur’ân’ı hiçe saydığı için büyük bir cinayet işlemiştir. Bunun da cezası ebedî cehennemdir.

b. Her şey kendine mahsus bir lisanla: “Allah vardır, birdir, her şeyin sahibidir, bizler de O’nun mahlukları, O’nun mektuplarıyız” derken, kâfir bu hakikati inkâr etmekle bütün varlık âlemini yalancılıkla itham etmektedir.

c. Ağzından çıkan bir kelimeye bile mânâsız denilmesine kızan insan, bütün kâinata “mânâsız” demekle, sanatkârının hukukuna büyük bir tecavüz etmiş olur.

d. Bütün mahlûkat Allah’ın birer memurudurlar. Kâfir ise onları memuriyet makamından indirip, vazifesizlikle ve gayesizlikle itham eder.

İşte Cenâb-ı Hak, mahlûkatının hukukuna yapılan bu tecavüzlere karşı kâfiri ebedî cehennem hapsine mahkûm eder.

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Kategorileri:
Okunma sayısı : 12.799
Sayfayı Word veya Pdf indir
Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

BENZER SORULAR

Yükleniyor...